MURAT SEVİNÇ
Türkiye’de gelenin gideni aratması ana kural. Aksi sürpriz olurdu ve neyse ki memleketimiz güzel sürprizlere açık değil.
Önceki DİB Mehmet Görmez bir konuşmasında Fransız Devrimi’nin ardından sekülarizmin dünyayı topyekûn bir savaşın içine soktuğunu belirtmişti. Bildiğimiz, bilinen tarihin dışında bir zırvaydı bu.
Oysa genelde Avrupa özelde Fransa, din işlerini büyük ölçüde kiliseye havale ettikten sonra iyi kötü huzur buldular. Fransa’da 1905 tarihli, kilise ve devletin ayrılmasına dair meşhur ‘ayırma’ yasasıyla. Batı demokrasisi olarak adlandırılan klasik liberal demokrasiler içinde laik/seküler olmayan bir ülke mevcut değil. Dolayısıyla bir sistemin demokratik olması için laik/seküler olması şart. Aksi bir örnek yok. Tek bir örnek.
Yeni DİB Ali Erbaş da, göreve başlama konuşmasında hızını alamayıp laikliğe çattı. Eskiden, yani siyasal İslamcıların hacetinde boncuk arandığı zamanlarda, ‘laiklik’ eleştirilirken ‘sekülarizm’ sözcüğü takdir ediliyordu. İngilizce Fransızca bir sözlükte birinin karşısında diğeri yazmasına karşın, had safhada özgürlükçü yazarlarımız sekülarizmi, laikliğin kaymaklısı gibi tanıtmayı marifet sayardı. İlginç bir biçimde bir süredir laikliğe saldırmak isteyenler sekülarizm sözcüğünü kullanıyor. Demek ki artık bu ayrımı yapmaya dahi gerek duymuyorlar. Sekülarizme de gerek yok anlayacağınız! Bize ters. Değerlerimize!
Herhangi bir üstün niteliği ya da göz kamaştırıcı liyakati sayesinde değil, yalnızca ama yalnızca ülkeyi yöneten ‘bir kişi’ istediği için DİB olan (dolayısıyla eğer o kişi fikir değiştirirse beş dakika içinde istifa edecek olan!) yeni Başkan, ‘insanlığın sekülarizm ve hiçbir değer tanımama kıskacında debelendiğini’ buyurdu.
Demek ki bazı üstün ‘değerler’ var zihninde. Oysa Türkiye’de biz yaşlara gelmiş herkes, ortalama yurttaşın cüzdanı dışında hemen hiçbir temel değerinin bulunmadığını bilir. Hangi değerlerden söz ediyor kim bilir, tanık olmadığımız. Hukuksuzluk karşısındaki duyarlılık mı? Sanmam. Adaletsizliklere gösterilen tepki mi? Yok canım. Dehşetli yolsuzluk iddiaları konusunda hesap sormak mı? Güldürmeyin. Başkalarının özgürlüklerine ve yaşam tarzına saygı mı? Hak yememek mi? Fırat kıyısında kaybolan koyunun sorumluluğunu hissetmek mi? Bir işe girerken liyakat aranması mı? Torpil ve kayırmaya karşı çıkmak mı? Kamu kaynaklarını sahiplenmek mi? Hakkında hüküm olmayan insanları suçlu ilan etmemek mi? Yalan söylememek mi? Yaşama değer vermek mi? Vesaire…
Eh bunlar da değil. Olsa şu yaşa kadar görmez miydik? Yeni Başkan ‘değer’ derken ne kastediyor hakikaten? ‘Değer’ sözcüğünü sarf ederken herhangi bir rahatsızlık duyuyor mudur? Aman ne boş sorular. Her neyse, demek ki kafasında bizlerin hemen hiç tanık olmadığı bazı değerler var ve bunların korunması için sekülarizm bir engel.
Asıl konumuz da bu zaten. Beyefendinin kıymet verdiği değerler beni hiç ilgilendirmiyor. Kendisi herhangi bir değeri ciddiye alabilir. Ancak pek farkında olmasa da aslında başına geçtiği, anayasal bir kurum. Hangi anayasa diyeceksiniz doğal olarak? Hani şu 1982 tarihli olan. Hatırlayamadınız değil mi; var ya canım, yürürlükteki. İnternette bir arama motoruna Türkiye Cumhuriyeti Anayasası yazın, çıkıyor.
İşte o anayasanın 136. maddesi DİB’yi düzenliyor. Diyor ki, “Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi maç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir.”
Yani diyor ki, DİB’ye bir dinsellik atfedilemez, ‘genel idare’ içinde yer alır. Kamu kurumudur. Diyor ki, laiklik ilkesi doğrultusunda çalışır. Diyor ki, siyasi görüşlerin dışında kalır. Daha ne desin.
Başkan beyefendinin var olduğunu düşündüğü ve kişisel olarak bugüne dek tanık olmadığım çok ‘kıymetli değerler’i kendisini ilgilendirir, bizleri, toplumun onu dikkate almayan kesimlerini değil. Kişisel olarak, eskiden hangi derneklerle ilişkili olduğu, kimlerin doktora jürisinde bunduğunu da umursamıyorum. Nihayetinde hepsi aynı dünyanın insanı. Al birini vur ötekine.
Buna mukabil bir yurttaş olarak Anayasa’ya aykırı söz ve eylemleriyle ilgileniyorum. Malum, Dingo’nun ahırında yaşamıyoruz. Beyefendi diyecek ki, “Canım ben insan değil miyim, Anayasa’ya biraz aykırılık benim de hakkım değil mi?” Hoca cemaat ilişkisi!
Yine de farkına varmalı ama bu memleketin bir anayasası olduğunun; ileride gerekebilir böylesi temel bilgiler.
Laik/seküler olmayan bir demokrasi yok yeryüzünde.
İnsanlık sekülelik kıskacında değil, etnik ve dinsel kimlik bulamaçlı katliamlar kıskacında kıvranıyor. Milliyetçilik ve dincilikten çekiyor ne çekiyorsa. İnsan bir şeyi uydurmadan önce hiç olmazsa dönüp sağına soluna bakmaz mı, yanı başımızdaki coğrafyalarda neler olduğunu hesaba katmaz mı? Göze girmenin yolu gerçeklik duygusunu yerle yeksan etmekten geçiyorsa, katmaz.
Laiklik/sekülerlik, insanlık, inanç farklılıkları nedeniyle birbirinin gözünü oymasın diye var…