Aslı Ildır
asliildir@altyazi.net
@asliildir
İran asıllı İsveçli yönetmen Ali Abbasi’nin, ‘Let The Right One In’ romanıyla tanıdığımız John Ajvide Lindqvist’in bir öyküsünden uyarladığı ‘Sınır’; fantastik, polisiye, gerilim ve body-horror türleri arasında gezinen, sıradışı bir ‘büyüme öyküsü’. Cannes Film Festivali’nin Belirli Bir Bakış bölümünden ödülle dönen film, altıncı hissi güçlü bir güvenlik görevlisi olan Tina’ya odaklanıyor. En az kendisi kadar ‘tuhaf’ bir yabancıyla karşılaşan Tina, bu yabancı sayesinde yıllar boyunca kendisinden gizlenen gerçek kimliğini keşfediyor, bu keşifle beraber büyüyor ve özgürleşiyor.
Cinselliğe ve bedene dair tabuları yıkan yaklaşımı ve tuhaf olanı kucaklayışıyla her tür ‘sınırı’ zorlayan film, gündelik bir estetik tercih ediyor ve karakterleri gibi soğukkanlı bir üslup benimsiyor. Sınır kavramı üzerinden mülteciliğe, beden meselesi üzerinden ise kuir kimliklere dair bir metafor olarak yorumlanan film; tüm bu okumaların ötesinde, yönetmenin İran’daki hayatından yola çıkarak tanımladığı, ‘her an değişen, aldatıcı, belirsiz ve bazen inanılmayacak kadar tuhaf’ olan gerçeğe dair bir film. Abbasi, Tina’nın altüst olan beden ve kimlik algısı üzerinden tasvir ettiği bu değişken gerçeklik sayesinde hem tüm bu okumaları mümkün kılan, hem de hepsine direnen çok katmanlı bir anlatı kuruyor.
Mutasyon, hastalık ya da şiddet sonucu deformasyona uğrayan bedenlerin bir korku unsuru olarak sunulduğu body horror, bedene dair tüm normları yıkması ve ‘doğal olmayan’ bir cinsellik biçimine alan açmasıyla pek çok politik okumaya da alan açan bir türdür. Barbara Creed, Julia Kristeva’dan ödünç aldığı ‘iğrençlik’ (abject) kavramını korku türü üzerinden tartışır ve bu iğrençliğin bir tür “sınır aşımından” kaynaklandığını söyler. Sınırları ihlal ettiği ve kurallara karşı geldiği için kimliğin bütünlüğünü tehdit eden bu ‘iğrençlik’; body-horror filmlerinde ise beden üzerinden ortaya çıkar.
Bedenden fışkıran bir sıvı, kopan bir parça ya da iç organların açığa çıkması bu sınırların kırılganlığını ve geçiciliğini ifşa ettiği için ‘iğrençtir’, tiksintiye yol açar. Sınır kavramını karakterlerinin bedenlerinden, kullandığı mekanlara kadar hikayesinin her parçasına yediren Abbasi ise; body horror’ın deforme olmuş, norm-dışı bedenler üzerinden kurduğu bu anlatıyı tersine çevirir. Bu hikayede korku, şok ve iğrençlik unsuru yine bedendir, ancak sandığımız bedenler değildir. Film, ‘tuhaf’ olarak sunduğu karakterlerinin bedenlerini (Tina ve aşık olduğu Vore) film boyunca sıradanlaştırırken; Tina’nın ortaya çıkardığı ve sadece sesini duyduğumuz çocuk pornosu kasetleri üzerinden başka tür bir şok etkisi ve tiksinti yaratır. Bu görsel olarak temsil bile edilemeyecek derecede dehşet verici bedensel şiddet; izlemesi, dinlemesi ve algılaması zor bir ‘mutlak iğrençlik’ olarak sunulur.
Abbasi’nin bu mutlak iğrençliğin karşısına koyduğu ve değişebilir bir gerçeklik/‘iğrençlik’ olarak sunduğu bedenler ise Tina ve Vore’un bedenleridir. Yüzü anatomik olarak diğer insanlardan farklı olan ve ülke sınırında bir gümrük görevlisi olarak çalışan Tina, güçlü koku duyusu sayesinde suçluluk duygusunu sezebilmekte ve bu sayede suçluları hatasız bir şekilde tespit etmektedir. Ancak kendisine benzeyen esrarengiz bir yabancı hakkında yanılınca, tüm düzeni altüst olur. Tekinsizliğine rağmen karşı koyamadığı Vore adındaki bu adam, Tina’ya geçmişiyle ilgili bir gerçeği açıklar. Kendisini yıllar boyunca “kromozom hatası olan çirkin ve tuhaf bir insan” olarak tanımlayan Tina, aslında bir trol olduğunu ve türünün diğer üyelerinin insanlar tarafından yıllar önce öldürüldüğünü öğrenir. Böylece kendi bedenine dair duyduğu tüm tiksintinin toplum tarafından yaratılan görünmez bir sınırın ürünü olduğunu fark eder.
Öte yandan, Tina’nın hayatının bir ‘sınır ihlali’ ile başladığını öğreniriz. Onu evlatlık alan insan babası, Tina’nın ‘normal insan’ vücudunun sınırları dışında kalan kuyruğunu kesmiştir, kuyruk sokumunda kocaman bir yara izi vardır. Yıllar önce kendisinden alınan bu uzantı, Vore’la yaşadığı ilk cinsel deneyimi sırasında ortaya çıkan bir başka uzantı yardımıyla geri gelir sanki. Gümrükteki kontrol sırasında Vore’un bir ‘vajinası’ olduğunu öğrenen Tina, sevişmeleri sırasında kendisinin de penise benzer bir organının olduğunu fark eder. Tina’nın bedenine ve kimliğine dair değişen algısıyla beraber, tüm toplumsal sınırların da geçerliliğini yitirdiği tutkulu bir sevişme sahnesi izleriz. Ormanın ortasında, ekranda görmeye alışık olmadığımız türden iki beden, vahşi sesler çıkararak sevişirler.
Başta da belirttiğim gibi, Abbasi bu ‘tuhaf’ bedenleri bir tür korku ya da şok unsuru olarak kullanmamaya dikkat eder. Bu nedenle kamerası her ne kadar karakterleri yakından takip etse de, onların bedenlerini parçalara ayırmamaya ve teşhir etmemeye gayret eder. Kamera, sevişme esnasında karakterlerin yüzlerinde kalır örneğin, çünkü onlar da birbirlerinin yüzlerine bakmaktadırlar. Tina’nın bedenindeki uzantıyı fark ettiği planda ise sadece bakışlarına eşlik ederiz, onunla beraber keşfeder, şaşırırız. Film boyunca karakterler izin vermediği sürece onların bedenlerini gözetlememize izin verilmez. Böylece beden, korkmamız, şok olmamız ya da tiksinmemiz için kullanılan bir araç olmaktan çıkar.
Abbasi, film boyunca sosyal-gerçekçi bir estetik tercih ettiğinden bahsediyor. Bolca fantastik unsurun yer aldığı bu öyküyü görsel olarak İsveç’te geçen herhangi bir gerilim filminden ayıran pek bir şey yok. Yönetmenin karakterlerinin bedenlerini teşhir etmemesi, filmin belgesele yaklaşan estetiğiyle de bağlantılı bir tercih. Kameranın işlevi, hikayeyi en basit haliyle takip etmek ve seyirciye ekonomik bir şekilde aktarmak. Durmaya, bakmaya, teşhir etmeye, estetize etmeye, düzeltmeye, manipüle etmeye pek zamanı yok sanki. Sinemadaki ‘estetik’ sevişme sahnelerinin tersine, Tina ve Vore sevişirken kamera geriye çekilip şöyle bir uzaktan bakıyor örneğin. Vücutların ‘tuhaflığını’ vurgulayarak onları teşhir etmediği gibi, doğru açıları bulmakla ve sevişmeyi estetize etmekle de zaman kaybetmiyor. Tutkulu ve vahşi bir şekilde başlayan sevişme sahnesi, ‘kuru’ bir geniş planla sona eriyor. Bu tercih, normallik atfettiğimiz estetik sevişme sahnelerinin de aslında ne derece tasarlanmış olduğunun, doğru kamera açısı ve kurgu numarası olmaksızın her sevişmenin halihazırda kuru, gündelik ve sıradan olduğunun da bir göstergesi sanki.
Kameranın doğru ışıkta, doğru açıyla, doğru bedenleri kayda aldığı, kurgunun doğru şekilde birleştirdiği, aşırılıkların törpülendiği, ‘hataların’, aksaklıkların, sakarlıkların silindiği steril sevişme sahnelerinin karşısında kendi doğrusunu yaratıyor yönetmen. İnsanların kapalı kapılar ardına, sınırları belli yatak odalarına hapsettikleri cinselliğin; film boyunca toprakta, çamurda, ormanda, suyun altında yaşandığını ve tüm sınırların ihlal ettiğini görüyoruz.
Abbasi, Tina’nın kendini keşfetme hikayesini aynı zamanda bir tür büyüme hikayesi olarak kurguluyor. Bu noktada body horror’ın çok sevdiği ergenlik temasından yararlanıyor. Ergenliğin bedende neden olduğu hormonal değişimlerin de bir tür ‘iğrençliği’ beraberinde getirdiği söylenir. Artan ter ve koku, durduk yerde çıkan kıllar ve menstruasyon kanı, body horror’ın sıkça kullandığı imgelerdendir. Örneğin türün en önemli yönetmenlerinden David Cronenberg’in ‘The Fly’ı, bir sinekle yaşadığı genetik birleşme sonucu bir tür ikinci ergenlik geçiren Seth’in hikayesini anlatır. Vücut sıvıları ve kılları artan, cinsel enerjisi yükselen ve bedensel olarak güçlenen Seth, en sonunda sinek ve insan karışımı bir yaratığa dönüşür.
Cronenberg’in bedenin ve zihnin dönüşümüyle gelen gücün ve özgüvenin evrildiği tekinsiz ve tehlikeli yere dair karamsar bir tavrı vardır. Abbasi ise benzer bir süreç geçiren Tina’nın ‘ikinci ergenliğini’ ve öfkesini daha pozitif bir dönüşüm ve bir tür özgürleşme hikayesi olarak kurguluyor. Tina, bir yandan bedenini ve içindeki cinsel gücü keşfederken, bir yandan da topluma dair yıllardır içinde tuttuğu öfkeyi açığa vuruyor ve kural tanımaz bir kimliğe bürünüyor. Öte yandan, ‘The Fly’ gibi body horror örnekleri sınır ihlalini bedenin içinin dışına çıkması üzerinden kurgularken, Abbasi ise bu anlatıyı tersine çeviriyor. Tina’nın değişimi içten dışa değil, dıştan içe oluyor. “Her an değişen, aldatıcı, belirsiz ve bazen inanılmayacak kadar tuhaf” olan gerçek, bu sefer Tina’nın bedeni oluyor. Toplumun bedeni ve zihni üzerinde uyguladığı şiddetin farkına vardığında bedeni daha da bütüncül bir hale geliyor, Tina onu kabulleniyor ve her parçasıyla bağrına basıyor. Tıpkı filmin sonunda, arkasında sallanan kuyruğuyla gülümseyen bebeğini bağrına bastığı gibi.