Temmuz ayı ortasında yayınlanan ama polemiği biraz rötarlı başlayan Ensar Vakfı açıklamasında, İstanbul Sözleşmesi’ne en temel itiraz gerekçesi ‘aile’ kavramının tanımlanış biçimiydi. Vakıf, ailenin içine ‘birlikte yaşayan bireyler’in de dahil edilmesine oldukça sert tepki gösteriyor ve “Evliliğe dayanmayan aile kavramının kabul edilmesi mümkün değildir… Toplumun tepki gösterdiği, dinimiz tarafından yasaklanmış tercihlere zımnen müsamaha gösterilecek bir oluşum içerisinde olamayız” diyordu.
Ama ‘evliliğe dayanan aile kavramı’ndan ne anladığını açıklamıyordu; keza ‘evlilik’ten ne anladığını da.
(…)
‘Evcilik’ oynama yaşındaki kız çocuklarını, tüllü dantelli bez parçalarına sarıp, beline de bir kırmızı kurdele bağladıktan sonra adeta ‘hediye paketi’ gibi babası, dedesi yaşındakilere ‘sunmak’ da dahil miydi bu ‘evliliğe dayanan aile kavramı‘na?
Tacize, tecavüze uğramış ‘çocukların namuslarını kurtarmak‘ üzere onları tecavüzcüleriyle evlendirip de ebedi taciz/tecavüz/şiddete mahkum etmek; ‘mağdur’dan ‘kurban’a dönüştürmek dahil miydi?
En yüksek başlık parasını verene satılan kızın kurduğu ‘şey’ aile miydi?
Bir şeyhin, şıhın, ağanın ‘harem‘inde bulunmak ‘aile’ sahibi yapıyor muydu ‘insan‘ı?
Selcan Taşçı Hamşioğlu’nun yazısı