Bizim gazeteci kılıklı orada durmuyor işte, taklasını atıp “rast gele” diyerek geçmiyor, akışına bırakmıyor, taklasının göründüğünden emin olmak istiyor. Bunun için de vıcık vıcık mesajını, “mention-lamak(!)” suretiyle muhatabının gözüne gözüne sokuyor.
Bu hareketin tercümesi şu:
– Sayın Cumhurbaşkanım, Kıymetli Bakanım, Değerli Yönetim Kurulu Başkanım, Sevgili Genel Müdürüm baaaaaak, gördün mü nasıl nasıl övdüm! Baaak gördün mü, seni nasıl göklere çıkardım! Gördün ama değil mi; gördün! “Gör beni”!
Yazılarını da pazarlıyorlar aynı şekilde.
Mesela bir dergiye, internet sitesine, gazeteye röportaj verdiler ve röportajda herhangi bir iktidarlıya övgüler mi düzdüler; o röportajları da.
O minvalde bir konuşma yaptılarsa onun videolarını da.
Ne demek bütün bunlar biliyor musunuz?
Gazeteciler hâlâ meslek ahlak ve ilkelerini korumanın mücadelesini vermeye çalışıyor olabilirler ama “gazeteci kılıklılar”, “toplum için” yapmıyorlar artık bu işi. Onların yaptığı ne “kamu hizmeti”, ne “kamu görevi”… Onlar, sırtlarını sıvazlatmaya çalıştıkları kişinin okuması için yazıyorlar sadece, ona duyurmak için konuşuyorlar… Direkt muhatabına olmazsa danışmanına, özel kalemine, sekreterine -eşek değiller ya canım, iletirler ‘patron’a herhalde-…