Aslında Batı’nın büyük bir kesiminin, çıkarlar söz konusu olduğunda olgulara değil bu çıkarların şekillendirdiği bir seraba inanmaya her zaman daha yatkın durduğunu gösteren düşündürücü bir tabloyu bize doğru tutuyor veliaht prens.
Şimdi meselenin temeline geliyoruz. Prens Bin Selman, kendisi içte hangi aşırılığa giderse gitsin, önlerine ihaleleri ve yatırımları koyduğu sürece, Batılı hükümetlerin ve şirketlerin karşısında esas duruşa geçecekleri, hürmette kusur etmeyecekleri hesabıyla hareket etmekteydi.
Batı’nın günahı, işte tam burada, yani prensin böyle bir hesap yapabilmesini mümkün kılması noktasında beliriyor. Her şeye göz yumulacağı kabulüyle yola çıkması, Bin Selman’ı Kaşıkçı cinayetinde görüldüğü gibi “Ne istersem yaparım” anlayışıyla dizginlenemeyecek bir cüretkârlığın içine itmiştir.
Bakalım Batı dünyası, bu olayda nasıl bir sınav verecek? Kraliyet ailesinin insan zekâsına meydan okuyan tutarsız izahatları yeterli kabul edilip hadisenin üstünün örtülmesi kabullenilecek mi? Yoksa Batı, ilkeli bir duruşla parayla satın alınamayacak bazı değerlere sahip olduğunu ve bunları yaşatma kararlılığını taşıdığını Suudi Arabistan’a gösterebilecek mi? ABD ile Avrupa bu değerlerin hayata geçirilmesinde aynı çizgide buluşabilecek mi?
Suudiler “Paramızla, petrolümüzle bütün dünyayı dize getiririz” şeklindeki yerleşmiş düşüncelerinde bir kez daha haklı çıkabilecekler mi?
Sorular bu şekilde uzuyor. Bu sorulara nasıl yanıtlar verileceği, önümüzdeki dönemde uluslararası düzene hâkim olacak ölçüler, değerlerin yönünü etkileyecek olması açısından hayati bir önem taşıyor.