MURAT SEVİNÇ
Sayın Kılıçdaroğlu,
Böyle yazıları aslında biraz ‘gülünç’ bulduğumu söylemeliyim. Ben aşağıdaki satırları kaleme aldığım için CHP’nin siyaset değiştireceğini, MKYK’yi toplayıp ‘adam yazmış, kararımızı yeniden gözden geçirelim ki ayıp olmasın’ denileceğini sanmıyorum!
Partilerin nasıl işlediğinden, karar mekanizmalarından iyi kötü haberdarım. Buna mukabil yine de ‘yazma’ gereksinimi duyuyor işte insan. Belki de bir ilişkideki ‘üçüncü göz olma’ konumundan ya da merakından kaynaklanıyor yazma merakı, bilemiyorum.
‘Üçüncü göz’ ile kastım şu: Tarihçi Sina Akşin hocamız, olayları sağlıklı değerlendirebilmek için vermeyi çok sevdiği matrak örneğini, yıllar önce bir gün, bir açık oturumda şöyle anlatmıştı: “Marilyn Monroe çok güzel bir kadın. Ona fazla yakından, örneğin büyüteçle bakarsanız cilt gözeneklerini görürsünüz ve hiç hoş gelmez. Yüzlerce metreden bakmaya çalışırsanız da hiçbir şeye benzetemezsiniz. Güzelliğini fark edebilmek için, ‘uygun’ bir mesafeden bakmanız gerekir.”
Bunun üzerine, Sina Hoca’nın yanında oturan Herkül Millas, Hoca’nın tarih yorumunu eleştirmek için, zarafeti ve etkileyici zekâsıyla, şu ifadeleri sarf etmişti: “Bazen o güzelliğe duyduğunuz aşk öyle büyüktür ki, hangi mesafeden bakarsanız bakın, gerçeği göremezsiniz. İşte bu durumda size, ‘aslında zannettiğin kadar güzel değil’ diyecek bir üçüncü göz gerekir.”
Çok haklıydı Herkül Millas. İşte ben de sizi, bir üçüncü göz olarak eleştirmeyi isterim. Sizin seçmeniniz değilim. Haziran’da size oy vermedim. 1 Kasım’da da vermeyeceğim. Belediye seçimlerinde oy vermişliğim var. Böyle giderse 2019’daki Ankara seçiminde de vereceğim. Eğer Ekmeleddin İhsanoğlu ikinci tura kalsaydı, duraksamadan ona oy verecektim. Parlamenter demokraside, solun taktik oy kullanması gerektiği kanısındayım.
Seçmeniniz değilim ancak sizi ve partinizi önemsiyorum. Hatta sizin CHP genel başkanı olmanız gerektiğini Türkiye’de ilk kez yazanlardan biri dahi olabilirim. 2009 yerel seçimleri sırasında karalamıştım o yazıyı, Radikal İki’nin 19 Nisan 2009 nüshasında. Sizin ve Mehmet Bekaroğlu’nun, dürüst siyasetçiler olarak siyasal partilerinin başında olmanız gerektiği düşüncesiyle. Hala aynı kanıdayım.
İtiraf etmeliyim ki, çalıştığım kurum olan Mülkiye dahil ‘tanış’ çevresinde, epey ‘gülümsemeyle’ karşılanmıştı bu yazı. Oysa İstanbul’da sizin bir mitinginizi izlemiştim, tümüyle rastlantı eseri. Sizin gibi ‘memur kılıklı’ tabir edilen ‘mütevazı’ bir insanın, toplanan kalabalığı ‘heyecanlandırdığını’ fark etmiştim. Ayrıca ulusal ve uluslararası koşulların, sizin ‘kimliklerinize’ sahip birinin önünü açacağını varsaymıştım. CHP’nin uzun tarihi içinde defalarca dönüştüğünü ve bir kez daha dönüşmek zorunda kalacağını düşünüyordum. Kısa süre sonra, ‘garip işler’ sonrasında genel başkan oldunuz.
Sizi en çok ‘efendi insan’ sevenler sahiplendi
Karizmatik lider saplantılı, ‘uzun adam’ gibi, ‘dik duran adam’ gibi sloganların mucidi bir yurttaş kitlesinin sizi pek ‘tutmaması’ olağandı. Sonuçta Şenol Güneş’in saç modeli nedeniyle eleştirilip Fatih Terim’in İtalyan gömleklerine hayranlık duyulan bir toprak burası. Kompleksleriyle kavrulan bir vasattan söz ediyoruz. Neyse ki, bir de ‘efendi insan,’ ‘bas bas bağırmayan insan’ sevenler vardı ve sanırım sizi en çok böyleleri ‘sahiplendi.’
2009’da İstanbul’da lastik çizme giyip çamurlu yoksul semtlerinde dolaşmanız, türbanlıya ‘bidon kafa’ muamelesi yapan söyleme karşı çıkışınız, temiz geçmişiniz, ‘hesap kitap adamı’ imajınız, Kürt sorununda sergilediğiniz yetersiz ancak hiç olmazsa ‘esnek’ tavrınız, önemlice bir kitlenin sempati duymasını sağladı. CHP seçmeni olmayanların dahi ‘aslında iyi adam’ dediği birisiniz. Türkiye gibi, ‘sahtekârlığın’ ve ‘çirkefliğin’ geçer akçe olduğu bir memlekette, ‘iyi biri’ olarak anılmanın başlı başına değerli bir nitelik olduğu açık.
Deniz Baykal’a ‘Antalya Kontluğu’ önerin
Uzatmayayım. Kongreler kazandınız. Kısa sürede Baykal ekibini tasfiye ettiniz. Geçen seçimde olmadık isimleri aday yapıp başınıza dert aldınız ancak son seçimde, ‘ön seçim’le bu isimlerden de ‘büyük ölçüde’ kurtuldunuz. Tabii geriye Deniz Baykal kaldı! Size önerim, Baykal’a ‘Antalya Kontluğu’ önermenizdir. Emin olun çok mutlu olacaktır. Sabahları yürüyüşünü yapar, öğlene kadar yüzer, yemek sonrası Antalya Kalesi’nde tebaası ile sohbet edip muhtelif hiziplerin arasını bulmaya çalışır ve bir ömür mutlu yaşar. Türkiye de siz de kurtulmuş olursunuz.
Bu arada, seçimlerde oylarınızı artırdınız. Cumhurbaşkanı seçiminde MHP’yle ittifak yapmayı tercih ettiniz. Kişisel olarak hayalim Rıza Türmen ya da Bekaroğlu’nu aday göstermenizdi. Özellikle Rıza Türmen’i. Ancak tercihiniz, HDP’yle değil, MHP’yle ittifak kurmak oldu. Eğer ortağınız MHP ise İhsanoğlu’nun ‘uygun aday’ olduğunu düşündüm ve bunu yazdım. Sorun şu ki, ortağınız MHP olmamalıydı.
Artık bunlar geçmişe kaldı. Ancak ‘elini kolunu nereye koyacağını bilememe’ tavrınız hala devam ediyor. Cumhurbaşkanlığı adaylığını bir yana koyalım. Bana kalırsa genel başkan olduğunuz günden bugüne, çok kritik bazı hatalarınız oldu. Bir ikisini hatırlatmak isterim:
2011 seçimleri ardından, milletvekillerinizin tutukluluğunu protesto edip ‘yemin etmeyeceğiz’ dediniz. HDP gibi. Bence doğru tavırdı. Çünkü o milletvekilleri, seçildikten sonra tutuksuz yargılanmalıydı. AKP, AKP’liliğini yaptı ve yargıçlar karşı koyamadı. Hiçbiri serbest bırakılmadı. Dolayısıyla ‘boykot’ doğru bir karardı. AKP’yi çaresiz bırakabilirdiniz. Ancak böyle bir kararı ya ‘vermezsiniz,’ ya ‘sürdürürsünüz.’ Siz, ‘aman şu aşamada HDP’yle yan yana görünmeyelim’ kaygısıyla olsa gerek, bir süre sonra TBMM’ye girip yakanızdaki kâğıt parçalarıyla ‘yemin ettiniz.’ Ve tabii ki, kusuruma bakmayın, rezil oldunuz.
Yakın tarihli diğer tuhaflıklar, ‘hükümete girmem’ ve ‘ben Saray’a gitmem’ inadınız oldu. RTE’yi alkışlamamanız doğruydu. Saray’ı protesto etmeniz de. İyi de Sayın Kılıçdaroğlu, o kadar görüştükten sonra geçici hükümete ‘küsüp’ bakan vermemenin mantığı nedir? Haklısınız, ‘uygun’ olan sizin isim önermenizdir ve yapılan yanlıştır. Ancak AKP’den söz ediyoruz. ‘Anayasayı askıya aldık,’ ‘rejimi filen değiştirdik’ diyen insanların anayasaya/teamüllere uygun davranmasını beklemek neyin nesi?
Saray’a gitmeme tavrına gelince. Haklısınız, hiç kolay değil doğrusu. İyi de, diyelim ki birinci parti oldunuz ve hükümeti kurma görevi size verilecek. Daha önce de yazmıştım; görevi almak için devlet başkanıyla bizim Cebeci’deki Figen Pastanesi’nde mi buluşacaksınız? Bu kadarı, biraz tuhaf olmuyor mu artık?
Barış, tezkereye ‘evet’ diyerek mi gelecek?
Ve son icraatınız. Tezkere’ye ‘hayır dememe’ kararı vermişsiniz. Pes doğrusu. Öyle bir tezkere ki, bırakın ‘sınır ötesi’ yetki meselesini, bir önceki bakanlar kuruluna imzalatılmış bir metinden söz ediyoruz. Ve siz yine, belli ki ‘aman yanlış anlaşılmayalım, oy kaybetmeyelim’ kaygısıyla, AKP’nin kuyruğuna takılmakta duraksamıyorsunuz.
Peki Sayın Kılıçdaroğlu, özlemini duyduğunuzu dile getirdiğiniz o ‘barış,’ evet oyu vereceğiniz ‘tezkere’yle mi gelecek? Sizin HDP ve sivil toplumla hep birlikte, ‘büyük barış mitingleri’ düzenlemeniz gerekmez mi? Memleketin ihtiyacı olan bu değil mi? İnsaf edin. Bu nasıl berbat bir karar böyle. AKP’nin propagandasını dert etmekten sıkılmadınız mı? Siz ağzınızla kuş da tutsanız, AKP bildiğini okuyacak. Ayrıca RTE, “Siz insan değil aslında serçesiniz” dese, seçmeninin kahir ekseriyeti ertesi gün sekerek yürümeye başlar. Türkiye’de bazı sınırlar çoktan aşıldı. Peki o zaman, bu kaygı neden?
Gelelim yazının başlığındaki ‘hala-enişte’ sözcüklerine. Hemen hepimizin ailesinde vardır, bütün ömrünü ‘aman ne derler’ kaygısıyla geçiren fertler. Kendileri için değil, konu komşunun, aslında hiçbir hükmü olmayan ve yılda bir kez karşılaşılan eniştenin ‘ne diyeceğini’ düşünerek yaşar bu insanlar. ‘Düğünde şunlar olmalı,’ ‘giyimine dikkat et,’ ‘bayramda tatile çıkmasaydınız,’ ‘yengen sana ne takmıştı?,’ ‘bebeğine altın lazım şimdi,’ ‘kız arkadaşı değil de nişanlısı diyelim’…
Berbat bir yaşam değil mi? Bize bir kez armağan edilmiş yaşamı, hala ve enişte ‘ne der’ kaygısıyla tüketmek!
Artık karar vermek zorundasınız, yalnızca ‘iyi insan’ olmak yetmiyor
Sayın Kılıçdaroğlu, partinizin ve sizin kritik anlardaki tercihleriniz, ‘halagillerin’ kaygılarını andırıyor ne yazık ki. Sorun şu ki, bizim halalar, yengeler, enişteler CHP genel başkanı ve ana muhalefet partisi lideri değil. Yıllardır, Kürt sorunun ancak CHP-HDP ittifakıyla çözülebileceğini yazıyorum. Kuşkusuz yine, ‘gülümsemeler’ eşliğinde! Sizin, içinde bulunduğumuz süreçte CHP için bir şans olduğunuzu da düşünüyorum.
CHP sosyalist bir parti değil. Tarihi boyunca burjuvazinin malum tabakalarını temsil etti. Sizden sosyalist bir performans beklemenin âlemi yok. Kabul. Buna mukabil asgari bir ‘kararlılık’ ve ‘tutarlılık’ beklemek de yurttaşın hakkı. Siz oy kaybedince, ne yazık ki sosyalistler kazanmıyor bu memlekette ve her dört seçmenden birinin oyunu alan bir parti olarak, son derece önemlisiniz. Barıştan söz edip o tezkere oylamasında AKP gibi bir yapıyla ittifak kuramazsınız. Buna hakkınız olmadığı gibi, kararınızın size kazandıracağı tek bir oy da yok.
Artık karar vermek zorundasınız. Yalnızca ‘iyi insan’ olmak yetmiyor. Bazı ‘kesin ve doğru’ kararlar, ‘riskler’ alacak mısınız? Yoksa siyasal ömrünüzü, halamgiller gibi ‘bilmem ki ne derler’ endişesiyle mi geçireceksiniz? Söz konusu tercih, ‘liderlik’ ile ‘tebessümle hatırlanacak genel başkanlık’ arasındaki farkı yaratacak.