STELYO BERBERAKİS
Şu aralar, hem Yunanistan’da hem Türkiye’de en çok konuşulan şey bu.. Savaş çıkar mı?
Türkiye ve Yunanistan Doğu Akdeniz’deki hak taleplerini adeta bir mahalle kavgasına dönüştürmüş durumda.
Oruç Reis araştırma gemisinin araştırmaları için NAVTEX’lerin sürekli uzatıldıkça, Yunanistan da hemen aynı bölgelerde kendi NAVTEX’lerini ilan etmeyi sürdürüyor.
Karşılıklı NAVTEX kovalamacasına ne zaman son verilir bilinmez.. Peki karşılıklı restleşmelerin sonunda savaş çıkar mı? O da belli değil.
Türk ve Yunan medyalarında birbirini “Bizi savaşa sürüklemeye çalışıyorlar” gibi söylemlerle suçlayanan Türkiye ve Yunanistan’daki kimi siyasetçi, gazeteci, emekli asker, emekli büyükelçi ve profesörlerin ‘kendi kamuoylarını yatıştırmak yerine yangına körükle giden söylemleri’ ise endişelerin artması ve borsaların iniş çıkış yapmasından başka bir işe yaramıyor.
“Bizle savaşamazlar… Mahvolurlar” diyenler bir tarafta “Sıkıysa buyrun gelin” diyenler diğer tarafta.
Biz gazeteciler, elbette hukukçu, siyaset bilimci değiliz..
Ancak hukukçuların hukuk fakültelerinde eğitim görmeyenlere basit bir tavsiyesi vardır: “Hukuk bilmiyorsanız, en mantıklı yolu seçin.”
Mesela iki kişi, aralarında bir arazi paylaşımı için kavga ediyorsa ne yapar? İki medeni insan gibi anlaşamazlarsa, karakolluk olana kadar kavga ederler… Ama ikisi de karakoldan sonra sevk edileceği mahkemede alınacak bağlayıcı karara kadar haklı ya da haksız değildir.
Mahkeme kararı ne olursa olsun, tarafların bu karara saygı gösterme şartı vardır. Aksi halde gözaltılar, mesafe önlemleri, yaptırımlar, tutuklamalar nitekim mahkumiyetler vb. başlar.
Türkiye ve Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’de kendi açılarından baktığı sahalarda da benzeri bir durum söz konusu.
İki ülkenin bu arazi paylaşımları için donanmalarını denize göndermesiyle bir ‘kavga’ çıkar mı? Çıkarsa ne olur?
Savaş ilan etmek o kadar kolay bir şey değil.
Savaşlar, semada birbiriyle it dalaşına girişen jetlerin ya da savaş gemilerinin kazara çarpışmasıyla da kolay kolay çıkmaz (Bakının Rus uçağının düşürülmesi, Türk ve Yunan firkateynlerinin sürtüşmesi, Ege’ye düşen birçok Türk ve Yunan jeti).
Hatta bakınız 1996’da Kardak kayalıklarında yaşanan ciddi kriz.
Peki savaş ne zaman çıkar?
Savaşın çıkması için,
1) Taraflardan birinin ille savaşmak istemesi (‘kirli’ savaş)
2) Bir tarafın ‘casus belli’ (savaş nedeni) gibi tüm uyarılarına rağmen diğer tarafın bunu duymazdan gelip karşı tarafın haklarını gasp etmesi
3) En önemlisi, taraf olan devletlerin başvuracağı uluslararası mahkemelerde alınacak kararlara rağmen bir tarafın kendi bildiğini okumasına karşılık diğer tarafın meşru müdafaa hakkını kullanması gerekir.
Türkiye ve Yunanistan’daki resmi ağızlar, ‘savaş istemediğini, diyalogdan yana olduğunu’ dile getirip duruyor.
Ama çeşitli gerekçelerle bir türlü masaya oturmadıkları gibi gerginliği daha da tırmandıracak hamlelere başvuruyorlar.
Yaklaşık iki haftadan bu yana Doğu Akdeniz’de süregelen gerginlik -ki Türk/Yunan ilişkilerinin yakın tarihinde ilk kez bu denli uzun süreli bir çekişme yaşanıyor- tarafların kendince gördüğü kıta sahanlığı, dolayısıyla Münhasır Ekonomi Bölge (MEB) hakkını, uluslararası hukuk ve uluslararası deniz hukuk kurallarına dayandırmasından kaynaklanıyor.
İki taraf da bu uluslararası kuralları kendi çıkarları doğrultusunda yorumluyor.
Oysa ne Türkiye ne de Yunanistan, Doğu Akdeniz’de kendince gördüğü kıta sahanlığı (ve MEB’lerini) karşı tarafa resmen kabul ettirmiş değil. Sadece kendince belirlediği kıta sahanlığı koordinatlarını Birleşmiş Milletler’e (BM) sunmuş bulunuyorlar.
Çünkü:
Türkiye’nin Libya ile imzaladığı deniz yetki alanlarını belirleyip BM’ye sunduğu koordinatlara Yunanistan tarafından yine BM nezdinde itiraz edildi.
Atina bu itirazına, Türkiye ile Libya arasındaki deniz yetki alanları koordinatlarının Girit ve Rodos gibi Yunan adalarının kıta sahanlıklarını görmezden geldiğini gerekçe gösteriyor.
Aynı şekilde Yunanistan’ın Mısır ile arasındaki deniz yetki alanlarını belirleyen ve BM’ye sunmaya hazırlandığı koordinatlara da Türkiye zaten BM nezdinde itiraz etmiş bulunuyor.
Ankara da bu itirazına, Yunanistan ile Mısır arasındaki deniz yetki alanları anlaşmasında, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki kıta sahanlığı hakkının gasp edildiğini gerekçe gösteriyor.
Türkiye, ‘adaların kıta sahanlığı hakkı olmadığı‘ görüşünde ısrar ederken; Yunanistan ‘adaların kıta sahanlığı hakkına sahip olduğu’ ve Türkiye’nin dibindeki küçük ‘Meis adası için bile var saydığı kıta sahanlığına tam yetki alanı tanınması’ gerektiği görüşünde.
Ancak BM’nin, Türkiye ve Yunanistan gibi devletlerin arasındaki ihtilafa otomatikman bakacak ya da çözüm getirecek bir mekanizması yok.
Bu durumda:
ABD ve Almanya gibi güçlü ülkelerin baskısıyla bile olsa tarafların bu ‘katı’ ve ‘maksimalist’ denebilecek pozisyonları nedeniyle müzakere masasına ‘geri adım atmamak üzere’ oturması durumunda da belli ki yine bir sonuca varılamayacak.
Ve ‘ille savaş istemediklerine’ göre iki medeni devlet gibi soluğu uluslararası mahkemelerde almaktan başka çareleri kalmayacak.
Mahkeme kararının hiçbir ülkeye ‘yüzde yüz hak vermesi‘ düşünülemeyeceğine göre karar ne olursa olsun tarafların bu karara saygı göstermesi gerekecek..
Saygı göstermeyen tarafa ise diğer tarafın ‘meşru müdafaa’ hakkını kullanma yolu açılmış olacak.
‘Temiz’ bir savaş ancak böyle çıkar.