NAZIM KADRİ EKİNCİ
Hükümetin adlandırmasıyla çözüm süreci denilen iki yılı aşan çatışmasızlık ve diyalog süreci son zamanlarda çıkmaza girmiş gibi görünüyor.
Bu, aslında beklenmesi gereken bir durumdu. Şöyle ki tarafların ‘çözüm’den anladıklarının ve beklentilerinin bu kadar zıt olduğu bir ortamda neyin nasıl çözüleceği en azından bazıları için zaten bir muammaydı.
KCK kanton sistemi istiyor
KCK’nın (PKK) çözümden ne anladığı bizzat kendi açıklamaları, eylemleri ve söylemleriyle -anlamak isteyenler için- her zaman çok net olmuştur. KCK bölgede kanton sistemi istiyor. Beklentisi, bu kantonlarda tıpkı Rojava’da olduğu gibi kendi savunma güçleri/kolluk kuvvetleriyle dayatılan bir yönetim düzeni.
2013 Newroz’unun hemen arkasından KCK’ya katılmak üzere giden binlerce kişi işte bu demokratik özerk kantonların kadrolarının oluşturulması için eğitilmek ve donatılmak üzere çağrıldı.
KCK’nın amacını idrak edemeyenler için bu gidişler anlaşılmaz bir durum ve samimiyetsizlik olarak görülmüştü. Aslında gayet tutarlı bir hamleydi ve anlaşmanın yakın olduğu beklentisiyle demokratik özerkliğin kurumsal hazırlıklarını hızlandırmaya yönelikti. Zaman içinde KCK tarafının bütün hamleleri ve müzakere ısrarı hep bu amaca yönelik oldu.
AKP’nin çözüm çerçevesi silahlara veda
AKP/devlet tarafının ise çözümden anladığı ana hatlarıyla, AB mevzuatına dayalı bazı düzenlemeler dışında her şey aynı kalmak üzere, PKK’nın Türkiye’deki silahlı varlığının son bulması. KCK tarafının bunu bildiğini de sürekli olarak sürecin ‘bittiği’ ya da ‘olmadığı’ yönündeki beyanlarından çıkarabiliriz.
Öte yandan AKP/devletin iki yılı aşkın süredir deyim yerindeyse alan boşaltarak, diğer tarafın beklentileri yönünde hareket alanı bulmasına ve beklenti ve çıtalarının sürekli yükselmesine yol açtığı da bir gerçek. O kadar ki en sonunda hükümet ‘kamu düzeni’ vurgusu yapmak ve ‘Sürece muhtaç değiliz’ demek durumunda kalmıştır.
Seçim hesabı ve Öcalan yanılgısı
Hükümetin süreci bu şekilde bakışımsız (asimetrik) beklentiler temelinde ve karşı tarafın elini güçlendirecek şekilde neden yürüttüğünü, bunun nasıl bir kurmay aklına karşılık geldiğine ilişkin değerlendirmeler yapılabilir.
Bunlardan en belirgini bir seçimler dizisi boyunca çatışmasızlığın AKP lehine olduğudur. Ama daha temelde AKP/devlet tarafının Öcalan üzerinden, onun konumunu ve geleceğini de şantaj unsuru yaparak, KCK tarafını kendi beklentisi yönünde ikna edebileceği yanılgısı var.
Açıklamaya muhtaç bir beklenti
Hükümet/devlet tarafı PKK ve Öcalan’la ilgili hep aynı hatayı yapıyor. 1999 yılında Öcalan’ı esir alarak PKK’yı zayıflatıp zamana yayarak tasfiye edebileceklerini hesapladılar ama 15 yıl sonra gördüğümüz üzere KCK sistemi bırakın tasfiye olmayı, o zamanlara göre çok daha yüksek beklentiler içinde ve daha güçlü hale geldi. Öcalan ise her şeye rağmen mücadelesinden ve amacından vazgeçmiş değil ve KCK sistemiyle organik bütünlüğünü şartlar çerçevesinde sürdürüyor.
Hâl böyleyken Öcalan üzerinden KCK’yı AB mevzuatına dayalı bireysel hak ve yerel yönetim düzenlemeleri karşılığında Türkiye’den tamamen çıkarmaya ikna etmeyi beklemiş olmak açıklamaya muhtaç kalıyor. KCK kendisi açısından kurumsal haklar istiyor.
İmralı’da neler konuşulduğunu bilemeyiz ama son noktada Öcalan’ın bizzat kendi belirlediği demokratik özyönetim (kanton) modeline geçiş amacı konusunda taviz vermediğini söyleyebiliriz. Hükümet de Öcalan üzerinden kendi açısından sonuca gidemeyeceğini anlayınca süreç konusunda olumsuz bir tavır ortaya koymaya başladı.
Süreç hesapları
Peki, şimdi ne olacak ve ne yapılabilir? Şu anda olumlu olan tek şey tarafların her şeye rağmen süreci bozan biz olmayacağız durumunda olmaları ve çatışmasızlığı sürdürmesi. Buna onları zorlayan nedenler var…
Bir kere hiç kimse bozan durumunda olmak istemiyor. Mevcut durumun sürmesi KCK açısından kazançlı, süreç ona alan açıyor. Üstelik savaş çıkması durumunda Türkiye’nin açık düşmanlığıyla Rojava’nın yaşaması imkânsız.
Hükümet ise Erdoğan’sız gireceği kritik seçim öncesinde çok kanlı olması muhtemel bir çatışmadan kaçınacak. Öte yandan olası bir çatışma durumunda devlet, alanı KCK’ya bırakacak bir yenilgi yaşamayacak olmakla birlikte, her açıdan çok maliyetli bir çatışmadan hiçbir sorunu çözmemiş olarak çıkacak.
KCK perspektifinden müzakere devlet için olanaksız
Ama süreç mevcut durumuyla bir yere gitmiyor. Çünkü KCK perspektifiyle bir müzakere süreci başlaması, özellikle devlet açısından, olanaklı görünmüyor.
KCK da belirsiz bir kazanım için mevcut mevzilenmesini terk etmeyecektir. Silahlı güçlerin aynı alanda karşılıklı mevzilendiği bir ortamda da çatışmasızlığı uzun süre muhafaza etmek son derece riskli görünüyor.
KCK’nın en önemli kazanımı
Eğer bir müzakere ve anlaşma olacaksa tarafların yaklaştırılması gerek. Buna göre AKP/devlet bölgede kurumsal bir Kürt varlığı tanımadan sadece AB tanımlı düzenlemelerle bu işin içinden çıkamayacağını kavramalı.
KCK’nın bu kurumsallaşmanın nasıl olacağına dair kendi çerçevesi var ve bu çerçevenin Kürtler nezdinde genel kabul görmesi bana göre mümkün değil ama kurumsal Kürt varlığı talebinin artık geniş Kürt kesimleri nezdinde de karşılığı olduğunu söyleyebiliriz. Bu da KCK’nın en önemli kazanımı.
İdrak edilmesi gereken hususlar
Dolayısıyla kurumsal Kürt kimliğini tanımlamak ve kabul etmek KCK’ya verilecek bir ödün olarak görülmemeli. Mesele bunun ne düzeyde olacağı, hukuki statüsünün merkezle ilişkisinin nasıl tanımlanacağı. Bu da kolay bir iş değil ve ancak çok taraflı geniş katılımlı ve AB desteğinde/gözetiminde/çerçevesinde (KCK ‘ABD olsun’ diyor) bir tartışma ve müzakereyle yapılabilir.
KCK’nın kavraması gereken ise şu: Başlangıç noktası, kendi silahlı varlığının doğrudan bölgeye gelmesi, merkezi silahlı güçlerin çekilmesi ve bölgede yönetim ve hukuk sisteminin kendi demokratik özerklik prensiplerine göre oluşmasına fırsat verilmesi olacak bir müzakere başlayamayaz.
Müspet güç-menfi güç
Savaşarak elde edilemeyen bir şey savaşma tehdidi altında müzakereyle alınamaz. Eğer KCK amacına doğrudan savaşarak ulaşabileceğine inansa bir gün bile durmazdı. Müspet bir güç amacını doğrudan elde edebilecek güçtür. Bu anlamda KCK’nın savaş gücü menfi bir güç durumunda. Şöyle ki sadece yıkım yaratacak, ağır zarar verecek ama amacını güç yoluyla elde edemeyecek.
KCK bugün bölgedeki şehirlerde yaş ortalaması 15 bile olmayan ‘gösterici’lerle hayatı durma noktasına getirebilir, kırsalda ve hatta giderek şehirlerde aktif askeri eylemlilikler yaratabilir, metropol şehirler dediği batıdaki büyük şehirlerde doğrudan yönetmediği ve üstlenmeyeceği terör eylemlerine vesile olabilir.
Yani KCK çok can yakabilir, ama bu ivmeyi sürdüremez ve en büyük zararı bölge halkına verecek biçimde bu günlerde yakaladığı müzakere olasılığı ve meşruiyetini bulamayacağı bir noktaya gelebilir. KCK Kürt kurumsal kimliğinin tanımlanacağı açık uçlu bir müzakere sürecine taraf olma anlayışına gelmeli.
Öcalan’la görüşmek yetmez
Son olarak belirtmek gerekir ki bu iş sadece Öcalan’la görüşülerek çözülemez. Öcalan KCK’yı ‘vaat edilenler’in en azından bazılarını elde etmeden alan boşaltarak Türkiye’deki silahlı varlığına son vermeye ikna edemez, zaten böyle bir niyeti de yok.
Dolayısıyla sorunun mahiyetini kavramayan, akıllarına ‘Öcalan’la biz de görüşelim’ demek dışında bir şey gelmeyen akil insanlardan ve en iyi bildikleri şey Öcalan’la görüşmek olan AKP/devlet yetkililerinden sorunun ciddiyetiyle orantılı bir yaratıcılık beklenemez. Benzer bir durum Kürt siyaseti için de geçerli.
Sorunun ve KCK sisteminin mahiyet, güç ve beklentilerini doğru kavramak tüm Türkiye için anlamlı bir çözümün ilk şartı.
* Prof. Dr., Harran Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat Bölümü