STELYO BERBERAKİS
Kıbrıs’ın kuzeyinde yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinden çıkan sonuç, güneydeki Rum yönetiminin timsah gözyaşları dökmesine yol açtı.
Rum basınına göz gezdiriyorum: Hemen hepsi seçimleri kaybeden Mustafa Akıncı’nın ne denli olumlu ve ılımlı bir müzakereci olduğunu vurguluyor; seçimleri kazanan Ersin Tatar ise ‘Türkiye’nin kuklası’ gibi gösteriliyor ve ‘milliyetçi duruş’u ön plana çıkarılıyor.
Rum tarafı ‘görünürde’ bu kritik seçimleri federal çözüm yanlısı Akıncı’nın kazanmasını arzu ediyor; ‘daha milliyetçi’ ve ‘iki devlet’ten yana Tatar’ın kaybetmesini istiyordu.
‘Görünürde’ çünkü, Akıncı gibi bir Kıbrıs Türk lideriyle uzlaşmaya yanaşmayan Rum lider Nikos Anastasiades, bakalım Tatar’la nasıl anlaşacak..
Akıncı’nın cumhurbaşkanlığı döneminde yürütülen çözüm müzakerelerinde birçok kez uzlaşmaya yakınlaştığı; ancak son dakikada Rum tarafının geri adım attığı, yalnız Türk değil, Rum basınında da defalarca kaleme alındı.
Anastasiades’in özellikle Crans Montana’daki müzakerelerde Türk tarafının kabul etmeyeceğini bile bile ‘sıfır asker sıfır garantörlük’ şartını ortaya atan eski Yunan dışişleri Bakanı Nikos Kocyas’ın ‘tuzağına’ düştüğü çokça yazılıp çizildi. Türk tarafının bu iki ‘zor’ konuda gösterdiği esnekliğe rağmen bu müzakereler de sonuçsuz kalacaktı.
Aynı, 2004’te Annan Planı’nın görüşüldüğü Burgestock müzakelerinde dönemin Rum lideri Tasos Papadopoulos’un son dakikada geri adım atarak çözüm planının çöpe atılması gibi..
Ancak, katı tutumuyla tanınan Papadopulos’un yerine gelen ve çözüm için tekrar ümit ışıkları doğuran Komünist AKEL’in lideri Dimitris Hristofyas ile 2005 KKTC seçimlerini kazanan federasyon yanlısı Mehmet Ali Talat ile bile anlaşma sağlanamadı..
Hristofyas, o dönemde yaptığımız mülakatların tümünde Rum tarafının katı tutumunu ‘koaliyon hükümeti içindeki Rum milliyetçilerin direnişi’ne bağladı.
Hele, daha sert bir siyaset izleyen bir sonraki KKTC cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu’yla hiçbir yakınlaşma sağlanamadı..
Nitekim Akıncı’nın cumhurbaşkanlığı döneminde yapılan Crans Montana müzakerelerinde, türlü zorluklara rağmen toprak alışverişi, iki yönetimli çift kesimli tek devletli bir federal yönetim biçiminde bir anlaşma sağlandığı izlenimi doğmuştu ki müzakereler, Anastasiades ve Kocyas’ın koştuğu şartlar sayesinde kesilmişti.
Rum liderliğinin bu tutumu aslında, halkın çoğunda açık ve net bir biçimde dile getirilemeyen ‘çözümsüzlük niyeti’nden kaynaklanıyor.
1974’ün hemen öncesi ve sonrasında doğan, bugünkü yaş ortalaması 46 ve üzeri yeni kuşak Rum ahalinin çoğu, Kıbrıs Türklerini sadece 1974’ten sonra kuzeyden güneye göç etmek zorunda kalan baba ve dedelerinin anılarından tanıyor. Bu iyi ve kötü anılarla yetişen yeni kuşağın çocukları ise Kıbrıs Türklerini sadece haber bültenlerinden biliyor.
Çözüm isteyen Rumlar yok mu? Var tabii. Çözüm isteyen Kıbrıs Türkleriyle ilişkileri de var. Ama, zaman geçtikçe genel tablonun daha da küçülen parçalarını oluşturmaya başlıyorlar.
‘74 savaşına rağmen ekonomileri büyüyen, zenginleşen; üstelik -haklı ya da haksız- Kıbrıs’ın AB üyeliğine alınmasıyla AB’nin tüm nimetlerinden yararlanmaya başlayan, doğalgaz aramaları sayesinde yöredeki Mısır ve İsral ile yakın ilişkiler içine giren yeni kuşak Rumların çoğu, bir önceki kuşağa oranla, çok daha kibirli ve çözüme isteksiz.
Ortaya çıkan bu gerçeklere, tüm Avrupa’da olduğu gibi aşırı sağın da yükselmesi de eklenince, adada hiç olmadığı kadar bir Türk karşıtı bir hava oluştu.
Oysa Rum tarafı, 2004 tarihli Annan Planı’na kadar “Çözümsüzlük çözümdür” ifadesini slogan haline getirdiği gerekçesiyle her zaman Türk tarafını sorumlu gösterirdi..
Kıbrıs sorununa çözüm formülleri arayan BM çevrelerindeki algı da ‘1975-2003 yılına kadar BM’nin getirdiği çözüm planlarının tümünün Kıbrıs Türk yönetimi tarafından reddedildiği’ şeklindeydi.
Denktaş’ın ‘Kıbrıs sorununun zaman içinde oluşacak hayat koşulları sayesinde çözüleceğine ve yeni kuşak Türk ve Rumları iki ayrı devlet içinde huzur bulacağına inandığı’ yaygın bir kanıydı.
Ancak görülüyor ki evdeki hesap çarşıya uymadı.
Rum tarafındaki hayat koşulları iyileştikçe, çözüm arayışları yalnız seyrekleşmekle kalmadı; çözüm formüllerine her zaman engeller çıkarıldı. Kıbrıs Türkleriyle birlikte yaşama arzusu Rum tarafında zaman içinde yok olmaya başladı.
Yeni kuşak Rumlarda, birçok kez çözüm fırsatı doğduğu halde Türk tarafında yaşamaktansa baba ve dedelerinin kuzeyde geri bıraktığı, hiçbir duygusal bağları bulunmayan mal ve mülkleri satışa çıkarmayı tercih etmekle ‘çözüme ve Kıbrıs’ı Türklerle paylaşmaya gerek kalmadığı’ kanısı hakim oldu.
Çözüme susadığını Annan Planı’nı kabul etmekle gösteren Türk tarafında ise derin bir hayal kırıklığı yaşandı. Aynı hayal kırıklığını dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan’ın da yaşadığı biliniyor.
Tüm bu gerçekler, her iki kesimde hala varlığını sürdüren çözüm yanlılarının sayıca azalıp ‘romantikler’ kategorisine düşme tehlikesiyle karşı karşıya bırakıyor.
Her iki tarafta da ‘çözümsüzlüğü çözüm’ olarak görenler, ileride nasıl bir Kıbrıs olacağını kestirmekte zorlanıyor.