AMBERİN ZAMAN
Türkiye’nin dinamiklerini deşifre edebilmek için Türkiyeli olmak gerekmiyor. Uzun yıllardır Türkiye’de İslami hareketin şehirlere yeni göç etmiş kitlelere nasıl ulaştığını ve onları nasıl sahiplendiğini, akabinde nasıl örgütleyip oy deposuna çevirdiğini araştıran antropolog Jenny White, Türkiye’yi en doğru okuyan yabancı akademisyenlerden biri.
Referanduma günler kala Stockholm Üniversitesi’nin Türkiye Araştırmaları bölüm başkanlığını sürdüren White’ın Şubat 2015’te The American Interest dergisi için kaleme aldığı makalesine yeniden göz atmakta fayda var.
Üzerinden iki seçim, barış sürecinin çöküşü ve bir darbe teşebbüsü geçmiş olsa da White’ın analizi güncelliğini tamamen koruyor. White, milyonlarca seçmenin demokrasi hayallerimizin önünü iyice tıkayacak tek adam rejimine neden kendi elleriyle destek verdiklerine ışık tutuyor.
White’ın Türkiye’yi Kemalistler ile İslamcılar arasında süren kavga üzerinden okumanın yanıltıcı olduğu, esas itibariyle güç ve sermayenin el değiştirdiği, eski TSK güdümlü despotların yerini yenilerinin aldığına yönelik tespiti yeni değil. Şerif Mardin, Nilüfer Göle gibi Türkiye’de modernleşme üzerinde çalışan akademisyenler bunları uzun uzadıya anlatmıştı.
Ama White, Türkiye’de kimlik tanımlamasında yaşanan radikal değişimi tarif ederken ancak dışardan bakan bir gözün keskinliğiyle resmediyor durumu.
White, AK Parti’nin yüklediği yeni formata göre milli kimlik inşasının 1923’te Atatürk’ün ulus devletiyle değil, Osmanlıların 1453’te İstanbul’u Hristiyan Bizanslıların elinden almasıyla başladığını söylüyor.
Fransa’da oy vermeye giden bazı vatandaşların neden Osmanlı kıyafetleri giydikleri de bu yeni kimlik inşasının birebir ürünü.
Bizlere gülünç gelse de yüzlerce yıldır Haçlılar, ‘üst akıllar’ tarafından altı oyulan, parçalanmaya çalışılan önce imparatorluk sonra devletin ‘sultan’ Erdoğan öncülüğünde yeniden şahlanışı hikayesine inanıyorlar. Çünkü bu anlatı yıllarca ‘karafatma,’ ‘cahil,’ ‘köylü’ diye horlanan insanlara kendilerini değerli ve güçlü hissettiriyor. İktidar ve propaganda aygıtları tüm gücüyle bu mitosu pompalıyor.
Ve beraberinde gıcır gıcır yollar, okullar, hastaneler ve bir de inançlı kesimin kendisini özgürce ifade edebilmesi gelince, ki bunların önemli kısmı da Kürt, yeni kimliğin alıcısı çok oluyor.
Putin aynı şeyi Rusya’da çarlık dönemini ve Ortodoks Kilisesi’ne yeniden itibar kazandırarak yaptı. ‘Küllerden yükselen’ neo-emperyal Rus kimliğini icat etti.
Ancak White’ın ifade ettiği gibi baş tacı edilen ‘Büyük Adam’ın kendisine atfedilen kahramanlıktan, halk adına fedakarlıktan uzaklaşıp kibirli, aç gözlü ve adaletsiz davrandığı algısı kitleler arasında yayılmaya başladığında iktidar da, üzerine kurduğu mit de çökmeye başlıyor.
White’a göre Erdoğan ve AK Parti bu istikametin yolcusu. Ancak çözülmenin temelinde Gezi ayaklanmasından bu yana zaten sakat olan demokrasimizin hızla aşınması ve duyulan tepkilerden ziyade aşınmanın seçmenlerin gündelik yaşamlarında yarattığı olumsuz ekonomik koşullar bulunuyor. AK Parti seçmeni otokrasiden korkmuyor. Kaostan korkuyor.
Bin odalı saraylar zaten kıt yeşil alanların üzerinde yükselirken AK Parti’nin himayesinde oluşan yeni orta sınıf ve alt orta sınıf eski tüketme alışkanlıklarını rahatlıkla tatmin edemiyorsa, kendisini güvende hissetmiyorsa, onca yeni AVM ne işe yarar? Bu algıyı tersine çevirmek için Erdoğan esas kaosun AK Parti iktidarı giderse patlayacağı inancını yeni düşmanlar üretmek suretiyle yayarak şimdilik bertaraf etmiş görünüyor.
Ve yeni baş düşmanın ‘FETÖ’ olması tesadüf değil. White’ın temel tezi Türkiye’de ideolojilerin değil, çıkar sağlayan ‘network’lerin çatıştığı yönünde.
2010 yılına dek eski muktedirlere karşı epey kârlı işbirliği yapan AK Parti ve Gülen birbirine girdi. Netice ortada. Gülen AŞ’nin yöneticileri MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı hapse tıkma gayretiyle başlayarak artan dozda çılgınlıklarla gücü ellerinde tutmaya çalıştı. İktidar galip geldi ama ilerideki mağlubiyetinin tohumlarını ekerek.
Demokrasi, şeffaflık ve hukukun asgari düzeyde bile olmadığı, hele iktidarın da kamçılamasıyla etnik ve mezhepsel fay hatlarının gittikçe derinleştiği bir ülkenin, petrolü de yoksa, ekonomik olarak ayakta durması orta vadede mümkün değil.
White’ın işaret ettiği gibi Türkiye’nin neo-Osmancılık adına giriştiği dış maceralar ülke içerisindeki radikal İslamcı potansiyeli azdırırken, Batı’yla ilişkileri neredeyse sıfır noktasına sürükledi. Kürt sorunu ve Rusya’yla tansiyonun yeniden artması da cabası.
Referandumun sonucu ne olursa olsun Erdoğan’ın gücü elinde tutmaya yönelik hamlelerinin faturası gittikçe kabarıyor. Ancak ‘Evet’ çıkarsa hesap çok daha da kabarık ve daha hızlı önümüze konacak. Bunu anlamak için ne akademisyen ne de kahin olmak gerekiyor.