SEMRA PELEK
Sur’da Melikahmet Caddesi, öğlen saati. Caddeye tarihi surlardaki Urfa Kapısı’ndaki polis noktasından geçerek giriliyor. Kadın bir polis çantamı didik didik arıyor, “İçeride kesinlikle fotoğraf çekemezsin” diyerek ‘içeri’ girmeme izin veriyor. Melikahmet uzun, geniş bir cadde ve sokağa çıkma yasağının olduğu mahallelere uzanıyor.
Caddenin sonunda, Japon Pazarı’nın olduğu yerde yine polis bariyerleri konulmuş, oradan geçmek kesinlikle yasak; ardında çatışmaların sürdüğü yasaklı mahalleler başlıyor. Bariyerin arkasındaki ‘akrep’ denilen iki zırhlı polis aracından caddeye sürekli biber gazı atılıyor. Cadde boyunca sıralı apartmanların altındaki dükkânların hepsi kapalı, kepenkler güvenlik nedeniyle indirilmiş. Apartmanların dış cephesinde kurşun izleri var. Pencereler kapalı, caddeye bakan binalardaki evler terk edilmiş.
Caddenin sonuna doğru yürürken yaşlı bir adam, yabancı olduğumu anlayınca yanıma gelip “O sırtındaki çantayla burada yürüme, çatılarda keskin nişancılar var, vururlar” diye uyarıyor. Biraz daha ilerlemek istediğimi söyleyince “Bari kenardan kanardan yürü” diyerek caddeye çıkan dar sokaklardan birine sapıyor.
‘Askerin top atışıdır bu’
Japon Pazarı’na yaklaşık 200 metre yaklaşabiliyorum, bir apartmanın girişine oturmuş otuzlu yaşlarında üç erkek bana yanlarında oturmam için yer açıyor. Çatışma seslerini dinliyorlar, ben de onlarla içeriden gelen şiddetli patlama seslerini dinlemeye başlıyorum.
Bir süre konuşmuyoruz. Tok patlama sesi duyuluyor peş peşe, silah sesi gibi keskin gelmiyor kulağa.
İçlerinden biri bana dönüp “Bak bu top atışı” diyor. Beş altı gündür asker de Sur’daki operasyonda polise destek oluyor. “Askerin top atışıdır bu” diyor yanımdaki adam. Evli, iki de çocuğu varmış: “Bir pikabım vardı, buradaki dükkânlara malzeme taşıyordum ama şimdi iş falan kalmadı, dükkânların hepsi kapalı.”
Çalışamadığı için taşımacılık başına kazandığı paradan da olmuş, sigorta, güvence zaten yok.
‘Bu da kannas’
“Ben en çok medyaya kızıyorum” diyor: “Medyanın suçu büyük. Gerçekleri anlatmıyorlar. Bak biz burada nasıl yaşıyoruz. Gerçekleri yazın, insanlar ne yaşandığını görsün. Biz ne dedik, barış istiyoruz, dedik. Şimdi bu yaşananlar nedir? Niye yani bu çözüm süreci bitti? Devlet dedi ki ben istemiyorum, bitirdi. Peki ne olacak böyle. İç savaş mı çıksın istiyorlar?”
Sonra seri halde sıkılan bir silahın sesi geliyor. Konuşmasını yarım keserek “Bu da kannas” diyor.
-Yani ne demek kannas?
“Keskin nişancılar” diyor.
Diyarbakır’a geldiğimin ikinci günü, silah seslerinin hangi silahtan çıktığını öğrenmeye çalışıyorum. Hiç normal değil. Ama buradakiler için yaşamsal bir bilgi. Etrafımıza toplanan çocuklar bile sesleri ayırt edebiliyor. O sırada bu defa çok yakınımızda bir patlama oluyor. İrkiliyorum.
Bir çocuk, 10 yaşlarında ancak var, “Abla korkma ya o çatapat” sesi diyor ve peşinden kıs kıs gülüyor. Sanki silah ve çatapat sesini ayıramadığım için benimle dalga geçiyormuş gibi bir hali var. O sırada da birkaç sokak aşağıdan sürekli silah sesi geliyor. Kim olsa korkar. Dalga geçerek ne kadar güçlü olduklarını kanıtlamak istiyor gibi halleri var çocukların.
Caddede, hemen önümüzde çocuklar, karton kolileri yakmış slogan atıyor. Yaşları 8 ile 14 kadar. Onlar çatapat patlatmış. Çocuklar ikinci çatapatı patlatınca bariyerin arkasındaki iki zırhlı polis aracından peş peşe caddeye, çocukların olduğu yere biber gazı fişeği atılıyor.
Polis ateş ediyor, biz de çatapat atıyoruz
Yanımdakiler beni kolumdan tuttukları gibi bir apartmana sokuyor. Birkaç dakika binada saklanıyoruz. Binadaki evlerde oturanlar çoktan gitmişler. Gazın etkisi geçince dışarı çıkıyoruz. Çocuklar da yine caddede toplanıyor.
Kaldırımda yanımdaki çocuklarda biri, caddede toplanmış çocukların arasındaki bir çocuğu işaret ederek “Bak bu komutan” diyor.
– Ne komutanı, çocuk o?
– Çocukların komutanı, Melo.
Melo’ya sesleniyorum: “Gelir misin bir konuşalım?”
Elindeki “Bebek ve çocuk gelişimi için D vitamini ve kalsiyum deposu” reklamıyla satılan bir meyveli yoğurt kapını kaldırıma koyuyor: “İşim var şimdi.”
Yoğurt kabına iki üç tane çatapat koyuyor.
– Ne işin var?
– Bunu patlatacağım.
“Patlatacağım” dediği meyveli yoğurt kabına döktüğü çatapat tozu. Patlatıyor da… Polis karşılık olarak biber gazı atıyor, ara sokaklara kaçan çocukların peşinden gidiyorum. Niyetim Melo ile konuşmak.
Konuşmaya ikna etmek için, sokaklar boyunca peşinden yürüyorum. Sonunda “Tamam” diyor.
Yaşını soruyorum, 13 olduğunu iddia ediyor. Boyuna posuna bakılırsa en fazla dokuz yaşında. “Gerçekten 13 yaşında mısın?” diye sorunca bozuluyor: “Ben bir kere sigara içiyorum” diyor.
– Sana niye komutan, diyorlar?
Ellerini havaya kaldırıp, dudaklarını büküyor: “Diyorlar işte!”
– Niye çatapat patlatıyorsun?
– Patlatıyorum işte.
– Tamam anladım onu da amaç ne yani? Patlatınca ne oluyor?
– Eee patlıyor!
Politik cümleler kurmayı bilmiyor. Amaç ne, niye, neden, niçin sorularının yanıtı onun için kısa ve basit:
“Polis ateş ediyor, biz de çatapat atıyoruz.”
Başka soru sormuyorum. Peşlerinden giderken ara sokaklarda kaybolduğum için, beni Urfa Kapı’ya yakın bir yerde ana caddeye bırakıp ara sokaklara koşuyorlar. Yoksul ailelerin çocukları oldukları belli. Hepsi 2 Aralık’tan beri sokağa çıkma yasağının olduğu Sur’daki mahallelerde oturuyorlarmış, çatışmalar olduğu için evlerinde kalmıyorlar.
Ertesi gün Melikahmet Caddesi’ne polis ve askerin operasyon yaptığı haberi geliyor. Çatapat atan çocuklara ne oldu bilmiyorum.
Diyarbakır’da çocuklar, yaşam alanlarında süren operasyonların içinde kalmış durumda. Oturdukları evlerin olduğu mahallelerde, oyun oynadıkları parklarda, her gün okula gidip geldikleri yollarda top atışları yapılıyor, kannaslar ateşleniyor, silahlar patlıyor, şiddetli çatışmalar yaşanıyor; sokaklarda biber gazından geçilmiyor.
Bu travma uzun yıllar devam edecek
Çatışma sesleri yükseldiğinde çocuklar korkuyla elleriyle kulaklarını kapatıyor, hepsinin yüzünde tarif edilmesi zor bir endişe ifadesi. Operasyonların çocuklarda travma yarattığı ve bugün yaşananların travmasının uzun yıllar devam edeceği açık.
Türkiye’nin imzaladığı Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi (ÇHS) ve Anayasa’ya göre çocukların yaşam hakkını korumak devletin yükümlülüğü. BM sözleşmesine göre, taraf devletler çocukların sağlıklı gelişim hakkını korumayı taahhüt etmiş durumda. Diyarbakır’da ise çocuklar, en temel hak olan yaşam ve sağlıklı gelişim hakkından mahrum.
Yarın ne olacakları ve nasıl yaşayacakları meçhul.