MURAT SEVİNÇ
Uzun süredir okuduğum en heyecan verici haber. Bir yargı organımız, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın ikinci maddesine atıfla, ‘laiklik ve hukuk devleti’ ilkelerinden söz ediyor.
Nicedir duymaz olmuştuk, ben bile hayal meyal hatırlıyorum. Harika.
Ama durun bir dakika, şimdi bir savcı durup dururken laikliğe aykırılıktan söz ediyorsa, ortada Sünnilik dışında bir konu olmalı. Ah tabii ya, davaya konu olan inanç Alevilik, yargılanan ise Osman Baydemir imiş; şimdi oldu işte, taşlar yerine oturdu. Doya doya laiklik tartışabiliriz artık.
İnsan tedirgin oluyor haliyle, ya konu Sünnilik ve yargılanan bir AKP’li olsaydı Allah muhafaza.
Konu neymiş?
Özetle: Efendim, Baydemir, Diyarbakır Belediye başkanı olduğu dönemde inşa edilen bir cemevi binası, bedelsiz olarak PSAKD (Pir Sultan Abdal Kültür Derneği)’ye tahsis edilmiş. Baydemir ve PSAKD arasında Nisan 2012’de dokuz maddelik bir protokol imzalanmış.
Protokolün sekizinci maddesine göre; “Bu protokolün uygulanması sırasında ortaya çıkacak uyuşmazlıklar öncelikle taraflarca Alevi inancının gereği olarak Cem’e gidilerek diyalogla çözülecektir. Diyalogla bir sonuca varılmaması halinde Diyarbakır Büyükşehir Belediyesince verilen karar geçerli olacaktır. Taraflar bu karara uymayı taahhüt ederler.”
Ne demek bu? Uygulamada sorun çıkması durumunda o ibadethaneyi kullanan inancın mensupları ve idare arasında, o inancın yöntemini benimseyerek bir uzlaşma aranacak; eğer sağlanamazsa nihai/geçerli karar belediye tarafından verilecek.
Başsavcı’nın fezlekesine göre (gazetelerden özetlediğim hali):
“Laik devlet sisteminde ‘din,’ kamu hizmeti olarak kabul edilmez… Kamu gücünü elinde bulunduran resmi kurumlar, özellikle de yerel yönetim birimleri olan belediyelerin sadece bir cemaatin, mezhebin ihtiyaçlarına yönelik kurallar geliştiremez ve düzenlenmeler yapamaz… Devletin ve özelde belediyelerin çeşitli, cemaat, mezhep, din ve benzer kurumlara yönelik hizmetlerinde her biri için ayrı bir kurallar silsilesi geliştirmesi bir hukuk devletinde kabul edilebilir durum değildir. Devlet hukuka aykırı bir biçimde dinsel temellere dayanan bir düzene dönüştürülmesine yönelik eylemleri engellemek zorundadır… bir kamu kurumu olan belediye ile bir tüzel kişilik arasında doğabilecek uyuşmazlığın çözümü için ‘devlet sisteminde olmayan bir kurumun hakemliğine başvurulacağı’ yönünde bağıtlanan bu hükmün, hukuk devleti ilkeleri ile bağdaşmayacağı oldukça aşikar olup konunun açıklanan mevzuat hükümleri doğrultusunda Cumhuriyet Başsavcılığınca incelenmesi gerektiği kanat ve sonucuna varılmıştır.”
Sonuç? TCK 257/1, görevi kötüye kullanma suçu!
Hadi gel de duygulanma şimdi. Başsavcı, yıllardır yaptığım tanımı benimsiyor. Laik devlette (isterseniz kuş kondurup seküler de diyebilirsiniz!), idari işlem ve uygulamalar, referansını herhangi bir inançtan alamaz. Bir inanca dayanamaz. Her ülkede bu temel ilkenin bazı istisnaları (gelenekten doğan) vardır kuşkusuz ancak adı üzerinde, istisna.
Laik bir devletin yalnızca kurumları değil, kurumlarını temsil eden yöneticileri de her işlem ve davranışlarında ‘yansızlık’ ilkesine uygun hareket etmek zorunda.
Baydemir’in imzaladığı protokolde nihai karar idareye bırakıldığı için laiklik ilkesine bir aykırılık olmadığı kanısındayım. Buna mukabil, tarafların uzlaşma arayışının bir inancın ‘yöntemiyle’ gerçekleşecek oluşunun, aynı laiklik tanımı bağlamında ‘sorunlu’ olduğunu da kabul etmek gerek. Daha doğrusu, yöntemin kendisi değil, bunun bir ‘protokol’ konusu olması, laikliğe uygun olup olmadığı açısından tartışılabilir.
Peki tam da burada, AYM’nin 4+4+4 kararını (Resmi Gazete, 18.4.2013/28622) hatırlamamak mümkün mü? 30.03.2012 gün ve 6287 sayılı Yasa. Kamuoyundaki adıyla ‘4+4+4 Yasası.’ Bizi ilgilendiren yeri, din dersleri kısmı. Malum, 1990’lar AYM’si laiklik tanımını, inancın kamusal yaşamdan tümüyle dışlanması üzerine kuruyordu. Çoğu kararında başvurduğu klişe laiklik tanımı sorunlarla maluldü.
2010 değişiklikleri ardından, konuya ilişkin yeni bir karar kurma yolu benimseyen ‘yeni’ AYM çubuğu ters yönde fazla büktü ve doğal olarak kırdı!
İptal davasına konu olan 6287/9, 1739 sayılı Kanun’un 25. Maddesinde yer alan düzenleme şu şekildeydi: “Ortaokul ve liselerde, Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamberimizin hayatı, isteğe bağlı seçmeli ders olarak okutulur. Bu okullarda okutulacak diğer seçmeli dersler ile imam-hatip ortaokulları ve diğer ortaokullar için oluşturulacak program seçenekleri Bakanlıkça belirlenir.”
Eyvah. Yoksa bir dinin ilkelerinin öğretilmesi, kamu hizmeti olarak mı verilmek isteniyordu! AYM incelemesinde ‘esnek ve özgürlükçü’ bir tanım benimsediği iddiasındaydı.
AYM’nin yeni içtadına göre, “…bir bütün olarak bakıldığında, Türkiye’de baştan beri laiklik ilkesinin anayasal düzeyde ve uygulamada Devlet ile İslam dini arasındaki kurumsal ilişkiyi mutlak surette dışladığı da söylenemez,” idi. Örnek? Diyanet, Tevhid-i Tedrisat vs.
Uzatmayayım. AYM bu ‘esnek ve özgürlükçü’ kararında işi, din hizmetinin ‘kamu hizmeti’ olarak örgütlemesini devlete ‘ödev’ olarak vermeye kadar vardırdı. Oysa laik devlette, devletin böyle bir pozitif yükümlülüğü olamaz.
Gündemdeki Baydemir fezlekesinde ne diyor? Din bir kamu hizmeti olarak kabul edilemez. İyi güzel de, AYM’nin içtihat değişikliğini ne yapacağız?
Burada şu soru yöneltilecektir: “İyi de kardeşim sen zaten AYM’nin içtihat değiştirdiği kararını da eleştirmiyor musun?”
Doğru. Eleştiriyorum ve diyorum ki, hiç olmazsa yanlışta tutarlı olunsun! 4+4+4 Yasası ve Sünniliğin esasları söz konusu olduğunda ‘esnek ve özgürlükçü’ yorum, Baydemir söz konusu olduğunda ‘terazi lastik jimnastik’ yorum olmaz.
Bir de şu bir açıdan mı baksak; bir Kürt siyasetçi ve Alevi inancı söz konusu olduğunda, bir anda ‘laik devletin tek bir inancı referans alamayacağı’ ilkesini hatırlayan sayın savcılarımızın bu cevvalliğine.
Eğer Baydemir böyle bir isnatla yargılanacaksa, demek ki acilen:
4+4+4 Yasası ile gelen din dersleri ve Anayasa’daki zorunlu din dersleri kaldırılacak; her yurttaşın vergisiyle bir inancı temsil eden fetva makamı DİB lağvedilecek; nüfus cüzdanlarımızdaki din hanesi kaldırılacak; bir dini referans alan hukuksal düzenleme olamayacağı için kanunla resmi tatil ilan edilen Ramazan ve Kurban bayramları artık ‘resmi tatil’ olmayacak; bir dini referans alan hukuksal düzenleme yapılamayacağı için Cuma namazı saatine uygun mesai düzenlemesine dair Başbakanlık Genelgesi iptal edilecek; idareyi temsil eden insanlar sürekli olarak bir inancın okulu olan imam hatipleri teşvik etmekten vazgeçecek; idarenin tüm inançlar karşısında yansız olması gerektiğinden ‘kamu hizmeti veren’ konumundaki devlet memurları hiçbir biçimde türban kullanamayacak; idarecilerimiz bir inancın terminolojisini kullanmaktan vazgeçecek; vesaire, vesaire…
Kişisel olarak, saydığım bu ‘benzer’ durumların bir kısmını kesinlikle sorun olarak algılamıyorum. Buna mukabil derseniz ki, ‘Hayır bunların hiçbiri olmayacak;’ o zaman ne yazık ki ‘laikliğe aykırılık’ denilenden geriye, Baydemir’in Kürtlüğü, HDP’liliği ve bir de Aleviliğin çilesi kalır…