Birkaç ay sonra Washington’ın lüks bir mahallesinde sivil hayatına başlayacak olan Michelle Obama’dan geriye ise samimiyet, enerji, neşe kalacak.
Michelle Obama’nın milyonlarca kişi tarafından izlenen bir videosu var; talk-show’cu James Corden’la arabada şarkı söylüyor. İlk şarkı Stevie Wonder’dan “Signed, Sealed and Delivered” ve sözlerini ezbere biliyor, asla taklit edilemeyecek bir samimiyetle eşlik ediyor. Bilmediği Stevie Wonder şarkısı yokmuş zaten. Beyonce’nin “Single Ladies”ini bile dansına kadar biliyor.
Sağlıklı yaşam ve gençlerde sebze yemeği yaygınlaştırmak için başlattığı kampanyanın tanıtımı için çıktığı bir başka programda Susam Sokağı’ndan “Minik Kuş”la dans ediyor.
İmajım zedelenir mi, insanlar ciddiye almaz mı, ama ben koskoca ABD başkanıyla evliyim gibi kompleksler (zaten hiç yok) tamamen ortadan kalkıyor bu anlarda. Snapchat kullanıyor mesela, “Ellen”da dans ediyor. First lady olmasına rağmen gerçek, dokunulabilir, ulaşılabilir bir figür olarak kendini kabul ettirdi. Bunun sırrı Obamaların kendilerine ait bir dünyalarının da olması; hayatlarını bir tek Beyaz Saray belirlemiyor.
Doğruya doğru, Türkiye’de Semra Özal’dan beri özgün bir first lady’miz olmadı. Özal’la Obama’nın karakterleri de, donanımları da birbirinden farklı ama ikisinin de ortak özelliği farklı açılardan da olsa renkli olmaları.
Türkiye için bugün bile ne kadar ileride bir figür Semra Özal aslında? Gay şarkıcılarla takılan, viskisini deviren, gece hayatını seven, elinde purosuyla poz veren… Basının Mesut Yılmaz’ın kontrolünde olduğu yıllarda Berna Yılmaz’dan bir Jackie Kennedy yaratmaya çalışmıştı Hürriyet gazetesi, ama o ortaokul öğretmeni edası bir türlü kabul görmedi. Sonuçta Berna Yılmaz alt tarafı bir eşti; kendisini öne çıkarak herhangi bir özelliği yoktu.