MEHVEŞ EVİN
Hürriyet binasına, son olarak Ahmet Hakan’a yapılan aşağılık saldırıları konuşuyoruz kaç gündür. Meslek örgütleri, gazeteciler, iş insanları, hem saldırıları kınadı, hem de basın özgürlüğünün geldiği vahim duruma işaret etti.
Sosyal medyada, yurtdışında katıldığım paneller ve yayınlanan yazılarımda, Doğan grubuna saldırıları gündeme getirdim. Her seferinde, basındaki derin bölünmüşlüğün bugünde payı olduğunu hatırlatıyorum.
Yıl 2015, fakat Türkiye basını aynı hatayı tekrarlamakta kararlı: Ne yazık ki Doğan grubu için gösterilen aynı hassasiyet, aynı dayanışma ruhu, aynı sahip çıkma başka meslektaşlardan esirgeniyor.
Son örneği, Silvan’da kafasına silah dayanarak, darp edilerek gözaltına alınan DİHA muhabiri Serhat Yüce ve Özgür Gün TV muhabiri Murat Demir. Haber yaparken özel timin şiddetine maruz kalan meslektaşlar, nedense ‘özgür basın’ nutukları çeken nice gazeteci ve yayın grubu tarafından görmezden geliniyor.
Patron mektup yazmasa artık; gazetesi haberciliğiyle, duruşuyla konuşsun
Aldığı poziyonlarda, kapladıkları 1 m2’lik yerleri muhafaza etmekte ısrarcı bizim şu basın… Kürtse “Aman boşver bize ne”, Cemaat’çiyse, “Yaptıklarının cezasını çeksinler, oh olsun”, Kemalistse “Bunlar darbeci”, solcuysa zaten “Salla gitsin”, Doğan grubundansa “Günahları çok, sıra onlarda…”
E ama böyle olmuyor sevgili basın, hala anlamadın mı?
Meslektaşlarına “Geçmiş olsun” demeyi bile beceremeyen korkaklar, özellikle Kürt ve sol basına yapılan sistematik baskı, sansür, saldırılara karşı yeterince ses çıkarmadığı için bugünleri yaşıyoruz.
Hatta bu kafayla, daha da kötülerini yaşayacağımız kesin! Her şeyden evvel, medya patronlarının Cumhurbaşkanı’na mektup yazmaktan bir vazgeçmesi lazım.
Birincisi, Aydın Doğan, yazdığı iki mektupla ne kendini haşmetmeab’a affetirebilecek, ne de bu saldırıların sonu gelecek. Tersine, grubuna yapılan menfur saldırılardan adeta özür diler hale düşürüyor kendini. Bırak, gazeten haberciliğiyle, duruşuyla konuşsun…
İkincisi, bir basın patronunun işi, terör örgütleriyle mücadele etmek veya milliyetçi kimliğini vurgulamak değildir. Doğru habercilik yapmak, hesap verebilir olmaktır. Kişisel olarak böyle bir ülküsü varsa, bu ancak kendisini ilgilendirir. Gazete binasına yapılan saldırıdan sonra ‘ne kadar vatansever’ olduğunu yazarak basın özgürlüğüne sahip çıkılamaz.
Çiller’den mesaj almak da ne?
Bugünkü Hürriyet’in birinci sayfasında, Hakan’a yapılan saldırının ardından faillerden sadece birinin tutuklanması vardı.
O da nesi? Manşetin yanından akıtılan bir sütuna, Tansu Çiller’ler, Mesut Yılmaz’lardan gelen ‘basın özgürlüğü’ mesajları. Melih Gökçek bile unutulmamış!
Şimdi sormazlar mı: 1990’lardaki karanlık günlerin sorumluları, Çiller, Yılmaz nasıl oluyor da basın özgürlüğünden bahsediyor? Güneydoğuda gazeteciler birer birer kim vurduya gitmesinin siyasi sorumları onlar değil miydi? Bugün ifade ve basın özgürlüğünün kabusu haline gelen Erdoğan, sizce kimlerden ilham aldı?
Sıra sana da geldi
Kabadayılık, hoyratlık, yolsuzluk, koca ülkeyi esir aldı… Basın mensupları, 7 Haziran sonrası artan baskıların gerçekten sonlanmasını, korkuyla değil kendine güvenerek, doğru haber yapmayı önemsiyorsa aynı tarafgir, kabadayı uslübu kullanmaktan vazgeçmeli.
Medya patronları o kadar ‘vatansever’se telefonda ağlamayı veya gazetelerinden mektup yazmayı bırakıp hakikaten bugün yaşananlara baksın. Doğru, hiçbirimiz masum değiliz. Çıkış yolu aranıyorsa, bu ancak gazeteciliğin evrensel kurallarında buluşarak mümkün olabilir.
Kürt ve sol web sitelerine yoğun sansüre, gazetecilerin şiddet görmesine, ajans, gazete ve dergilerin basılmasına, ‘terör’ adı altında herkesin şeytanlaştırılmasına göz yumduğunuz müddetçe sıra bir gün size de gelecek. Ne diyorum ben? Geldi bile!
Bundan böyle diken.com.tr’de düzenli yazacağımı gururla ilan ederim. Özgür, çoğulcu, şeffaf, ayrımcılıktan uzak bir haber platformuna yazmanın, çalışmanın verdiği vicdani rahatlık hiçbir şeyde yok.