HÜRREM SÖNMEZ
Nevin Yıldırım 30 yaşında, Isparta’nın Yalvaç ilçesinde kendisine silah zoruyla tecavüz ettiğini söylediği adamı öldürdü, kafasını kesip köy meydanına attı ve geçtiğimiz günlerde müebbet hapis cezasına çarptırıldı.
Bir film ya da roman kahramanı olsaydı, tüm ezilmiş kadınların öfkesi adına sembolleşecekti muhtemelen. Bir destan ya da bir tragedya karakteri olsaydı, belki bir adaletin yerini bulması hikayesi olarak anlatılacaktı onun hikayesi, okuduğumuzda içimizi soğutacaktı belki.
Erkek adaletinin mahkum ettiği bir hükümlü artık
Oysa Nevin Yıldırım ne bir roman ne de bir film kahramanı. ‘Kesik baş cinayeti’ başlıklı bir gazete haberinin ‘katil kadın’ objesi, ve erkek adaletinin müebbet hapse mahkum ettiği bir hükümlü artık o.
Övgüler dizemiyoruz belki, öyle ya suçu övmek olur kanun nizam karşısında. Ama öfkemiz büyük. Çünkü yaşadığımız ülkenin yazılı olmayan kanunları gereği işlediği cinayetin öz savunma olarak görülmemesi bir kenara, hiçbir hafifletici sebep dahi uygulanmaksızın en ağır şekilde cezalandırılması vicdanımızı yaralıyor günlerdir. Ve günlerdir kadınlar ‘erkek adalet değil gerçek adalet’ diye haykırıyor.
Erkek tanrılar hükmetmeye devam ediyor
Tecavüze uğrayan kız çocuğuna rızası vardı diyen, karısını öldüren adama iyi hâl indirimi yapan bu erkek adalet hiç de adil değil gayet iyi biliyor artık kadınlar. Adaletin sembolü gözleri bağlı dişi tanrıçalar Themis ve Justitia bir elinde kılıç diğer elinde teraziyle hukuk kitaplarımızı ve avukatlık bürolarımızı süslerken, erkek tanrılar ve onların buyrukları hükmetmeye devam ediyor; ‘Rızası vardı’, ‘Gönül ilişkisi yaşıyormuş’, ‘Çocuk senden değil’, ‘Tahrik etmiş’ diyerek.
Nevin Yıldırım’ın ifadeleriyle toplumun tüm kirli ahlakı önümüze seriliyor
Oysa Nevin Yıldırım’ın kendi ağzından ifadelerini okuduğumuzda toplumun tüm kirli ahlakı önümüze seriliyor. Hiç de yabancısı olmadığımız hiç de şaşırmadığımız olanca gerçekliğiyle.
Tecavüzcüsünü öldüren bu kadın şöyle diyor bir gazete haberinden alıntıladığım söyleşide: “Öyle iddia edildiği gibi bir gönül ilişkimiz kesinlikle yoktu. Zaten sevgi olsa sonu böyle mi biterdi? Nurettin’den nefret ediyordum ama kurtulamıyordum. Adım çıkacak, aileme zarar verecek korkusuyla her geçen gün daha kötü günler geçiriyordum. Defalarca intiharı denedim, çok sayıda ilaç içtim ama ölmedim. Bir yandan çocuklarım ve kocamı düşünüyordum, bir yandan yaşadıklarımı… Çıkış yolu bulamadım.”
Erkek adalet tanrılarının nasıl yazılı olmayan yerleşik hükümleri varsa, bu ülkede yaşayan kadınların da kitaplardan edinilmeyen bilgileri var. O bilgiler sayesinde tüm kalbimizle anlıyoruz ‘Çıkış yolu bulamadım’ cümlesini; küçük bir kasabada yaşayan kadının ‘adının çıkmasının’ ne mânâlara geldiğini, hatta adı çıkmasın diye o kadınların nelere boyun eğdiğini.
‘Suçlu psikolojisi’ne hiçbirimiz yabancı değiliz
Mahkemedeki ifadesinde ilk tecavüze uğradığı an sorulduğunda ağlamış ve anlatmak istememiş. Tecavüzcüsünden olan bebeğini asla görmek istememiş, “Zayıf düşer de ona bağlanırım diye korktum” demiş. Ama savcılar ve hâkimler ‘çaresiz olduğuna, çıkış yolu bulamadığına’ inanmamışlar ki müebbet vermekten çekinmemişler.
Oysa tecavüze katlanmak, şiddete ses etmemek, korkudan, utançtan ya da çaresizlikten ‘Kol kırılır yen içinde kalır’ diyerek bir ömrü geçirmek hiçbir kadına yabancı değil.
Küçücük bir kasabada, evli çoluk çocuk sahibi bir kadının ona tecavüz eden akrabasını neden gidip şikayet etmediğini sorgulamak için, sadece memleket gerçekleriyle değil, kendi yaşadığımız hayatla da aramıza epey bir mesafe koymak icap ediyor. Zira en basit taciz hadisesinde dahi adeta otomatikman devreye giren ‘suçlu psikolojisi’ne hiçbirimiz yabancı değiliz. ‘Acaba ben umut verecek bir şey mi yaptım da bunları söyleyebiliyor’, ‘Eteğim kısa olduğu için böyle bakıyorlar’ , ‘Gülümsediğim için cesaret buldu…’ Bunlar hiçbirimize yabancı gelmiyor değil mi.
Tecavüz mağduru kadının öldürülmek ya da kendini öldürmek yerine o erkeği öldürmesi halinde adaletin tüm dengeleri değişebiliyor. Nevin Yıldırım yaşadıklarını gizleseydi bir gün ortaya çıktığında ya kocası ya babası ya da tecavüzcüsü tarafından öldürülecekti belki. Hatta kolaylıkla hafifletici nedenler de bulacaktı belki o zaman mahkeme. Onu öldüren erkeğe veya kocası diğer erkeği öldürse ağır tahrik indirimi uygulayacaktı belki. Ya da intihar ederek hayatına son verseydi ölümünden kimse sorumlu tutulmayacak, sessiz sedasız toprağa verilecekti bedeni, kimse de bilmemiş olacaktı yaşadıklarını.
‘Biliyorum ki sizden bana adalet yok’
Böylesi daha münasipti evet. Ama Nevin Yıldırım bunu yapmadı, ona tecavüz eden adamı öldürdü ve kafasını köyün meydanına fırlatıverdi. Adeta toplumun tüm kirli ahlakının, tüm yazılı olmayan kaidelerinin yüzüne tükürürcesine, ‘Biliyorum ki sizden bana adalet yok, biliyorum ki sizden bana hayır yok, merhamet yok’ dercesine atıverdi önümüze o gövdesinden ayrılmış başı.
O köy meydanında, bütün ikiyüzlülükleri, bütün çifte standartları, bütün ahlaksızlıklarıyla toplanmış bakan bu toplum düzeninin de, erkek adaletinin de asla kabullenemeyeceği bir günah işledi bunu yaparak. O yüzden cezası müebbettir. Sadece kanunlarda yazan suçu işlediği için değil, yazılı olmayan kanunları da ihlal ettiği için ‘hafifletici bir sebep’ bulunamaz Nevin’e.
Fail erkekse kadın gerçekten masum ve mağdur olduğunu ispatlamak zorundadır; ama kadınsa, adalet dağıtıcıların daima ikna edilmeye ihtiyacı vardır. Öyle ya kim bilir kadın da ne yapmıştır, değil mi?
Kaideyi bozduğu için kurban olmaktan çıkmıştı bir kere
Nevin Yıldırım erkek adaleti ikna edemedi katil değil kurban olduğuna. ‘Cinayeti canavarca hisle tasarlayarak işlemiş’ dediler, ‘Gönül ilişkisi varmış’ dediler. Öyle bile olsa bir kadın gönül ilişkisi olan erkeğin kafasını neden keser, yok mudur ağır tahrik diye düşünmediler. Malum tahrik olmak sadece erkeklere tanınmış bir haktır bu ülkede.
Aslında o, görünmeyen, konuşulmayan ama yürürlükte olan bir uzlaşmayı bozdu. O baş gövdeden ayrıldı ya, ittifak da dağıldı böylelikle. Sessiz kalması, boyun eğmesi, aklını yitirmesi, ölmesi, kendini öldürmesi her biri makul karşılanırdı bir kurban için. Genel kaide erkeğin kadını öldürmesiyken kaideyi bozup öldüren olduğu için kurban olmaktan çıkmıştı ama bir kere.
O ittifakın içinde öyle çok şey vardı ki oysa gizliden gizliye. ‘Aman şu düğmeyi kapatıvereyim laf söz olur’ da vardı, gün yüzü görmeden senelerce dayağa hakarete katlanıp ‘Ne yapayım yuvamı mı dağıtayım’ da vardı, ‘Bunca yıllık kocam aldatıyorsa da elinin kiridir’ de vardı. Kadınlar kabullenerek, hatta o ittifakı içselleştirerek yaşadıkları müddetçe kimse mesele etmeyebilirdi.
Nevin Yıldırım ‘uzlaşmadı’ işte
Nevin Yıldırım ‘uzlaşmadı’ işte ve kalan hayatını hapiste geçirecek. Diğerleri ise içlerine attıkları tüm hayal kırıklıkları, boğazlarına düğümlenen söylenmemiş sözleri, ‘Bu etek biraz fazla mı kısa’ kaygıları, ‘Ben umut mu verdim’ sorgulamalarıyla devam edecekler hayata. Üstlerine örttükleri yalnızlıkları içinde yaşayacak, hiç görünmeyecekler belki de… Ta ki bir gün bıçak kemiğe dayanana kadar.
Nevin Yıldırım belki de hayatında ilk ve son kez kendi hayatının tek söz söyleyicisi oldu o köy meydanında, ‘Alın, namusumu kirleten adamın kellesi’ derken.
Belki ilk kez kendi kaderini tayin etti ona tüm yaşatılanlardan sonra.
Namusun da kaderin de ne olduğunu belirleyen o kural koyucuların çizdiği makus kaderin noktasını kendi koydu, trajik bir şekilde de olsa.