MURAT SEVİNÇ
Malum, III Milliyetçi Cephe’nin (şimdilik) iki üyesi bir seçim ittifakı yaptı ve adını da Cumhur koydu. Allah bağışlasın. Sevgili Cumhur, 16 Nisan’da oylanan ve ne yazık ki kabul edilen anayasa değişikliğinin bir sonucu. Değişiklikler ilk gündeme geldiğinde, “Bu değişiklik, onu savunana da yapılan bir haksızlık ve atılan bir kazık” diye yazmıştım. 16 Nisan metninin AYM tarafından iptal edilme ihtimalini, ayrıca yazacağım. Anket sonuçları böyle giderse, o ihtimal de artar sanırım.
16 Nisan değişikliği, yüzde 30-40 arası bir oy oranıyla sittin sene iktidar olabilecek bir partiyi ve başkanını, yüzde 50’ye mahkum etti. O oy oranına ulaşamayınca, zorunlu olarak, barajı geçme ihtimali olmayan MHP’nin elinden tuttu ve şimdi suya birlikte, el ele atlamayı hesaplıyorlar. Sevgili Cumhur’a kolay gelsin.
İttifakın adının Cumhur olması, dışarıda kalan yüzde ellinin, ‘cumhur’ mertebesinde kabul edilmediğinin de çok hoş bir itirafı, ayrıca. Zaten biliyorduk da, açıklık her zaman daha iyidir!
Bu arada, yıllardır, gayrı bilimsel olan ‘Koalisyonlar kötüdür’ zırvasını topluma zerk edenler, ittifakı açıklamakta zorlanıyor haliyle. ‘Ahmet Mehmet’i öldürmedi, Mehmet Ahmet tarafından öldürüldü’ düzeyinde bir şeyler geveliyor, büyük beyinleri, teorisyenleri. Ha gayret!
İttifak yapılınca bir de yasa değişikliği uygun/gerekli gördüler. Resmi Gazete’de yayımlansın, belki o konuda da yazmak gerekir. Yasa değişiklikleri, ‘Atı alan Üsküdar’ı zahmetsizce ve usulünce geçebilsin, dedikodu olmasın’ anlamına geliyor.
Kılıçdaroğlu bugün, ‘Endişeye gerek yok, sandıklara sahip çıkacağımıza söz veriyoruz’ mealinde bir şeyler söyledi. ‘Ya sabır’ diyerek hiç olmazsa şunu sorsak, çok mu ayıp olur: Peki endişe duymayalım ama beklediğiniz gibi olmazsa, 16 Nisan’da yaptığınızı mı yapacaksınız? İnsanların sizlere güvenmesi için aklınıza herhangi bir gerekçe geliyor mu? Bir kaç hafta önce, o halkoylamasında yüzde 50’nin üzerinde ‘Hayır’ çıktığını bildiğinizi söylediniz. Bunu neden yapıyorsunuz? ‘Zaten üç kuruşluk akılları kaldı, iyice delirterek onu da ben alayım’ gibi bir hevesiniz mi var?
Kişisel olarak yalnızca ‘uygulanan’ düzgün bir anayasa ile ‘uygulanan’ demokratik yasalara güvenirim. Herhangi bir siyasetçiye güvenecek kadar aklımı yitirmedim henüz. Türkiye’de anayasal sistem askıda ve yasalar, iktidarın gönlünce değiştiriliyor. Siz ne yapıyorsunuz?
Hukuken hiçbir şey yapamazsınız. TBMM çoğunluğuna sahip değilsiniz. TBMM’nin kabul ettiği yasaları AYM’ye taşırsınız… Yazarken dahi gülme geldi, boş verin! Yasal muhalefet, yasal düzende çalışır. Olağandışı koşullar varsa, olağandışı muhalefet yapılır. Olağandışı muhalefet, yasalar çerçevesinde, barışçıl yollarla beklenmedik ‘refleksler’ göstermektir. Örneğin, bir karayolunda 450 km. yürümek gibi. TBMM’deki ‘Dostlar alışverişte görsün’ manzarası ancak böyle bozulur.
Türkiye’de siyaseti AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan yapıyor. Muhalefetin oyun alanını da Erdoğan belirliyor. Yasal değişiklilerden söz etmiyorum yalnızca. Muhalefet partileri, Erdoğan’ın propaganda malzemesi olarak kullanacağı hiç bir şeyi yapmama ve söylememe konusunda hemfikir gibi. ‘Aman ne derler’ siyasetinin sonucudur bunlar. Hâl böyleyken, iktidarın da muhalefetin de alanını kim çiziyorsa, o kazanıyor. Kazanır da, bundan daha doğal ne olabilir! Şöyle düşünün, Erdoğan’ın son on yılda cesaret ettiği şeylerin onda birini, sizler muhalefetteyken dile getirmeye dahi çekiniyorsunuz. Geçmiş olsun o zaman.
Bir kez daha: Demokrat Parti’nin en büyük başarısı 1946-1950 arasında yürüttüğü güçlü ve dirençli muhalefettir. Eğer kurulduktan bir yıl sonra, 1947 Ocak ayında, o Hürriyet Misakı’nı yayınlayıp arkasında durmasaydı, başarı şansı olmayabilirdi. Ne demişlerdi? Şu şu değişiklikleri yapmazsanız, sine-i millete dönüyoruz. İnönü geri adım attı ve 1947 Temmuz ayında ünlü Beyannameyi yayınladı.
Sizler, 2018 yılında, ‘OHAL varsa seçim yok’ cümlesini dahi kuramıyorsunuz. Sandık güvenliğinden söz ediyorsunuz. Yani ortada bir sandık görüyorsunuz. Acep on bin kez daha yazsak; ‘seçim’ denilen yolun, ancak ‘demokratik’, ‘kurallara uygun’ ise anlamlı ve işlevli olacağını; aksi takdirde kazananı belli bir gösteriden ibaret kalacağını, faydası olur mu?
Şöyle düşünün, TBMM’deki varlığınız ne işe yarıyor? Bir işe yarama, herhangi bir tasarıyı engelleme ihtimaliniz var mı? Yazmaya başlayanlara ilk önerilerden biridir: Eğer kullandığın sözcüğü çıkardığında anlamda hiçbir değişiklik olmuyorsa, uzatma! O görkemli Gırgır’ın, rahmetli Oğuz Aral’ının, arka sayfa amatör çizerlerine “Gereksiz taramalardan kaçının” deyişi gibi! Bana kalırsa TBMM’deki gereksiz taramalarsınız. Olup biteni meşru gösterme dışında bir işleviniz yok. Kabul etmek gerekir, onu hakkıyla yapıyorsunuz.
Hele ki tasarılar geçtikten sonra TBMM bahçesinde açıklama ve alkışlı eylem filan yapmıyor musunuz, işte ona özel hayranlık duymamak mümkün değil!
Vekillik elbette gereklidir ve yararlıdır. Eğer tüm ülkeyi, dağ köylerini, kahvelerini geziyorsanız, insanlarla konuşuyorsanız, size oy vermeyenlerin masasına gidip ‘Neden?’ sorusunu yöneltiyorsanız. Buna mukabil, vekilliğin şu anda olduğunuz yerde hiçbir ‘toplumsal’ değeri yok. Kişisel var belli ki, hayrını görün.
Çok mu vahim bir sorudur şu: Seçimi, yüzde 50+1 ile kazanması ile yüzde 99.9 ile kazanması arasında ne fark var? Hatta, yüzde 99.9 ile kazanmak, meşruiyeti asıl sorgulatacak yol değil midir? OHAL’de, şu koşullarda, şu YSK ile, şu mevzuatla yapılacak bir seçimi ‘İstemiyoruz’ demek, bunun gereğini yapmak, bu kadar mı zor?
Her sabah uyandığımızda, penceremizden bu kadar mı farklı ülkelere bakıyoruz hakikaten?
Ben, yaklaşık 80 milyonda bir yurttaşım. Ve size güvenmek için hiç bir gerekçem yok!
Film önerisi: Ne zamandır film önermiyorum. Peter Sellers’ın baş rolünde oynadığı, Hal Ashby’nin yönettiği 1979 yapımı ‘Being There’ adlı eser (Türkçe’de ‘Bahçıvan’ adıyla gösterildi). Seçim vs. konuşurken, ABD sisteminin olağanüstü güzel eleştirisi niteliğindeki bu filmi mutlaka izlemenizi öneririm.