Bana göre Türkiye Cumhuriyeti kendi sınırları içinde yaşayan Kürtler’le ve komşu ülkelerde yaşayan Kürtler’le içtenlikli dostane ilişkiler kurmalıdır. Çünkü Kürtler, dünyanın bir tür “Mağdurlar Kıtası” olan Ortadoğu’nun en “mağdur” halkları arasındadır, belki en baştadır. Bunun ilânihaye böyle devam etmesi beklenemez ve gideceği üzerine hesap yapılamaz.
Ama burada egemen görüş, “Kürtler güçlenirse bizden toprak götürür” diye, beş kelimede özetlenebilir.
Tayyip Erdoğan da, aslında ayağını bu siyasî noktaya basıyor: “Kürtler’e avantaj kazandıracak hiçbir şey yapılmamalı.” Oraya bastıktan sonra da, “IŞİD’le PYD arasında fark yoktur” vezninden, herhangi bir inandırıcılığı da olmayan (yani, dünyada) retorik geliyor.
Tayyip Erdoğan “Barış Süreci” diye ortaya çıktığı zaman da aklında başka türlü düşünceler yoktu. “Barış”tan kastı, PKK’nın silâh bırakmasıydı; bunu, Türkiye hükümetinden önce, bu ülkenin Kürt kökenli halkının PKK üstünde baskısıyla gerçekleştirmek istiyordu. Yoksa, medeni bir devlet ve toplum çerçevesinde birarada yaşayan, farklı etnik temele bağlı iki topluluğun hangi hukukî temeller ve kurumlarda gerçek bir eşitlik sağlayacağını düşünmüşlüğü yoktu. “Din kardeşliği” gibi bir formül ona yetiyordu.