1960’lı yılların başı… Arjantin’in başkenti Buenos Aires’in berbat bir gecekondu mahallesinde yerin altından küçük bir çocuğun yardım çığlığı yükseliyor. Karanlıkta yolunu kaybedip açık bırakılmış kanalizasyon çukuruna düşen çocuğu kurtarmak amcasına düşüyor: “Diego, Diego kafanı bokun üstünde tut oğlum!”
Diego Armando Maradona o akşam amcasının bu kıymetli öğüdünü tutup hayatta kaldı. Ancak on çocuklu evlerinde ‘kafayı bokun üstünde tutmak’ zordu ve Diego bunu yapabilmek için hep futbol topuna (Aslında portakal, tenis topu vs. onun için fark etmezdi) sarıldı.
Fidel Castro dört yıl önce Maradona’yla aynı gün, 25 Kasım’da öldü. Castro, Maradona’nın büyük sağlık sorunlarıyla geçen hayatının son 30 yılında -ölene kadar- onu hiç yalnız bırakmadı. Aynı gün ölmeleri hakkında ne denir bilinmez ama omzundaki Che Guevara, bacağındaki Fidel Castro dövmeleri yeterince şey söylüyor. Biliyoruz ki ‘miras’ dediğimiz şey saha içinde olan bitenden fazlasıdır.
Pek çok dahi sanatçı ya da sporcunun Tanrı katına çıkarıldığına tanıklık etmişizdir. Fakat Eduardo Galeano onu ‘Tanrıların en insancılı’ olarak tanımlamıştı. Kimilerine göre de o ‘lümpen proletaryanın kurtuluşunun simgesi’ idi. Hep skandallarını konuşmak istediler ama ilelebet karşılaştırılacağı ‘diktatör dostu’ Pele’yi de görünce kafasını hep bokun üstünde tuttuğuna şahidiz.
Mithat Fabian Sözmen‘in yazısı