NURAY MERT
Galiba, son günlerde bir kez daha gündeme gelmesiyle ‘başkanlık sistemi’ni tartıştığımızı sanıyoruz.
Bazıları ‘fiili başkanlık sistemi’ne geçtiğimizden yakınıyor. Bazıları ‘ruhen’ başkanlık sistemine geçmiş olmaktan memnun.
Topyekun bir fiili durum
Oysa, şu anda söz konusu olan fiili başkanlık sistemi veya herhangi bir sistem değil, ‘topyekun bir fiili durum.’ Tartıştığımız ise topyekun bir ‘yeni düzen’ veya ‘yeni nizam’a geçiş.
Belli ki, cumhurbaşkanını halkın seçmesi fikri, AKP tarafından başkanlık sistemine giden bir adım olarak görülmüş ama, bu değişimi hukuken çerçeveleyecek anayasal değişim malum nedenlerle sonraya bırakılmış. Bu durumda, gerekli değişimi gerçekleştirmek, önümüzdeki genel seçimle oluşacak meclise kaldı.
Türk usulü başkanlık sistemi
Cumhurbaşkanı Erdoğan, kafasındaki sistemin hukuki altyapısının oluşmasını beklemek gibi bir kaygı taşımadığı için, kafasındaki siyasal sisteme göre hareket etmekte beis görmüyor. Onun için halihazırda bir sistem değil, filli bir durum söz konusu.
Genel seçimin hemen sonrasında hayata geçirilmesi beklenen sistem ise ‘başkanlık sistemi’ adı altında mevcut filli durumun yasallaşması ve pekişmesi. O nedenle, AKP buna ‘Türk usulü başkanlık sistemi’ diyor ki doğrusu da bu. Zira, cumhurbaşkanlığı öncülüğünde AKP’nin kafasındaki sistem, demokratik ülkelerin başkanlık ve yarı-başkanlık sistemlerine benzemiyor. Zaten bu tanım da, maazallah başkanlık sistemini dengeleyecek mekanizmalar akla gelmesin diye icat edildi. Diğer taraftan, konu 2012’de gündeme geldiğinde de, Kürt siyaseti federe veya ademi merkezci bir yapı umuduna kapılmasın diye, ‘üniter devlet yapısına uygun başkanlık’ denilerek onun da önü kapanmıştı.
Önderin iradesi her şeyin önünde
Erdoğan, 2010 Nisan ayında bir televizyon programında ‘hayal’inin ve 2011 seçimlerinin istikametinin başkanlık sistemi olduğunu açıklarken, muğlak bir biçimde denge mekanizmalarından bahsetmişti. Ama o zaman asıl mesele, güçlü icraat, güçlü idare konusuydu. Zamanla güçlü idare, ‘güçlü irade’ye dönüştü, yani önderin iradesinin her şeyin önünde olduğu bir anlayışa.
Zaman içinde, Erdoğan ve AKP çevresinin, siyaset anlayışının ne olduğu daha netleşti. Bu şöyle bir anlayış: Tarihi bir misyon yüklenmiş bir önder mümkün mertebe çok yetkiyle donatılacak; önder siyaset ve toplumsal hayatı tamamen kontrol edebilmeli ki bir büyük tarihi değişim gerçekleşsin.
Bir önderlik konumu
Nitekim, Cumhurbaşkanı Erdoğan son açıklamasında, başkanlık sisteminden, ‘Ayağımızdaki prangalardan kurtulalım’ diye söz etti. Oysa, demokratik düzen, iktidardakilerin ayağındaki ‘pranga’ların artmasıyla mümkün.
Ne var ki bu ülkede söz konusu olan artık demokratikleşme falan değil, ‘Yeni Türkiye’ adı altında yeni bir düzen kurulması. Demokratikleşme dediğimiz, biz fanilerin özgürlüklerini önceleyen bir sistemken, ‘yeni düzen’ bir büyük tarihi misyonun gerçekleşmesini önceliyor. Bu misyon, ‘Atalarımızın tarihi mirasını geleceğe taşıyacak, ümmeti kurtaracak’ bir tarihi hamle. Bu durumda, kendisi için dizayn edilen başkanlık makamı, Erdoğan’ın şahsında tarihi bir önderlik konumu.
Alabildiğine mutlaklaşan bir otorite
Siyaset anlayışı bu temele dayalı olunca, tartıştığımız şey de başkanlık veya parlamenter sistem değil, yeni bir ‘düzen.’ Dolayısıyla diğer her konu, bu ‘düzen’in kurulmasının önünü açıp açmadığına göre değerlendiriliyor.
Olaya bu açıdan bakarsanız gerçekten de, ‘Türk usulü bir başkanlık sistemi’ne ihtiyaç var. Bu sistemi tanımlayan ise sadece ve sadece, Erdoğan’ın ‘tarihi önderlik’ işlevini gerçekleştirebileceği düzenlemelerin yasallaşması. Yani, iç ve dış politikada alabildiğine mutlaklaşan bir otorite ve kontrolün yolunu açan tüm yasa ve düzenlemeler.
Gık demek mümkün olmaz
Bu tür düzenlerde, sıradan bir vatandaş hayatı sürmek mümkün değildir; zira ‘yeni düzen’in tarihe bakışını benimsemek, millet denilen bütünün parçası olmak, tarihi misyonun önderi bu misyon adına ne gibi adımlar atıyorsa onu gönülden desteklemek dışında bir seçiminiz olamaz. Dolayısıyla ‘düzen’ veya ‘nizam’ın size tayin ettiği yer ve rol dışında hak ve özgürlükleriniz olamaz.
Hak ve özgürlüklerinizin kısıtlandığını düşündüğünüz anda, karşınıza bir tarihi misyonun gerektirdiği düzenlemeler gerekçesi çıkar. Tarihi misyon her neyse onu sorgulamanız ‘ihanet’ sayılır. Nitekim halihazırda zaten bu anlayışla idare ediliyoruz. Bu anlayış iyice kurumsallaşıp yasallaşınca, gık demek mümkün olmaz. Bunu bilelim.
Kendimizi kandırmayalım
Sıkıysa, ‘Bana ne tarihle yarışmaktan, sıradan bir faniyim, sıradan ve özgür bir hayat sürmek istiyorum, istediğim şeye inanırım, istemediğime inanmam’ deyin… Sıkıysa, ‘Ümmet beni ilgilendirmez, ben kendi hayatıma bakarım’ deyin…. Zaman içinde manevi linç, maddi ve yasal linçe dönüşür.
Kendimizi kandırmayalım, tartıştığımız, sistemlerden bir sistem olarak başkanlık sistemi değil, anlatttığım türde bir düzene geçişin yasallaşması.
Geleceğimiz açısından en iyisi tartışmaya bu zeminde devam etmek ve bu zeminde fikir beyan etmek. Bakın, halihazırda, manevi linç korkusu galip geliyor; kimse çıkıp, ‘Yeni Türkiye dediğiniz proje benim aklıma yatmıyor’, ‘Kusura bakmayın, ben kendimi ‘millet’ diye tarif ettiğiniz bir ‘kütle’nin bir parçası olarak görmüyorum, ‘Benim vatanseverlik, siyaset, toplum, hayat anlayışım sizlerden ve dahi bu ülkenin çoğunluk nüfusundan farklı’ diyemiyor.
Baştan alayım
Daha önce de yazdım ama tekraren ben başlamış olayım.
Ben yukarıda söylediklerimi düşünen biriyim. Kendimi atalarımız, tarihi miras gibi kavramlara izafe etmiyorum. Tarihi bir mirasa sahip bir ülkede yaşamak güzel; onun ürünü olan sanata, edebiyata, adaba aşina olmayı da büyük zenginlik olarak görüyorum. Ama geçmişte bu toprakları yönetenlerle fazladan bir duygusal bağ içinde değilim; her yaptıklarının da övünülecek şeyler olmadığını düşünüyorum.
İnançlı biriyim, ama olmayadabilirdim, o şartlarda da bu ülkede özgürce yaşamak isterdim. ‘Ya sev, ya terk et’ anlayışını çok ama çok saçma ve zalimce buluyorum. Ben bu ülkeyi, burada yaşamayı kendi anlayışım içinde seviyorum. Kimsenin bana neyi, nasıl seveceğimi dayatmasını kabul edemem. Ancak, zalim yönetimler, otoriter rejimler böyle düşünenleri dışlar, cezalandırır, belki sürgün eder.
Ya özgürlüğe ya karanlık bir tünele
İşte böylesi bir seçimin eşiğindeyiz. Ya bu ülkede özgürce yaşamayı seçeceğiz, ya ucu, dışlanmaya, düşmanlaştırmaya, linçe, sürgüne giden bir karanlık tünele gireceğiz.
Tartışmak durumunda olduğumuz budur. ‘Türk usulü başkanlık sistemi’ denilen ise bu esas meselenin çok önemli de olsa sadece bir cüzü.