Özlem Türkdoğan / ozlemtdn / ozlemtdogan@gmail.com
Erdal Aktaş / hermesvshermes / erdalaktas_@hotmail.com
Türkiye’de yayıncılık sektörü artan döviz kuru nedeniyle krizde. Ancak ekonomik kriz, ‘kültürel çölleşme’yi de beraberinde getirecek gibi. Kapanan yayınların yanında yapabildikleri türlü özverilerle ayakta kalmaya çalışanlar da var. Bunlardan biri de ‘Bilmek isteyen yola çıkar’ şiarıyla yola çıkan Magma Dergisi.
Türkiye’de yayıncılığı, yazılı ve basılı medyanın halini, Magma’nın dünü, bugünü ve yarınını çeyrek asırlık tecrübesiyle Magma ekibiyle konuştuk. Biz sorduk, derginin yazı işleri müdürü Kemal Tayfur, genel yayın yönetmeni Özcan Yüksek ve editöryal koordinatör Oktay Uludağ yanıtladı.
‘Gezi’ sonrası Atlas Dergisi’nden ayrılan bir ekip kurdu Magma’yı ve beşinci yılındasınız… Süreci kısaca anlatır mısınız?
Kemal Tayfur (KT): Atlas’tan ayrıldığımızda “Yeni bir dergi çıkartalım, Atlas’a rakip olsun” düşüncesiyle Magma’yı çıkartmadık. Türkiye’nin böyle bir coğrafya ve kültür dergisine ihtiyacı olduğunu düşünüyoruz. Nasıl bir dergi yapacağımızı, özelliklerini, niteliksel farkını, tüm ayrıntıları önceden konuşup, okuyucuların da desteğini alarak yola çıktık. En başta belirlenen yayın ilkeleri doğrultusunda da devam ediyor. Okuyucular da beğendiğine göre “Magma işlevini ve de misyonunu sürdürüyor” diyebiliriz.
Magma’yı ‘patronsuz dergi’ olarak tanımlıyorsunuz. Patronsuz dergi çıkarmak zor bir serüven olmalı…
KT: Türkiye’de bir örneği olmadığı ve de “Yapılamaz” diye düşünüldüğü için Magma bunu kanıtlamış oldu. Patronsuz dergi olmasının önemi hiçbir çıkara bağlı kalmadan özgürce yerine getirebilme çabası. Sermaye ya da patronun çıkarlarına bağlı kaldığınız sürece belirli sınırlamaları da kabul ediyorsunuz. Magma’nın böyle bir sınırlaması olmadı; her şey ekibin ortak kararıyla belirlendi. Bu bakımdan aslında hem rakiplerine hem de mevcut yayın anlayışına karşı alternatif oluşturdu. Bu örneğin daha da gelişmesini, başka yayın organlarının da benzer yapılanmalara gitmesini bekleriz tabi.
Oktay Uludağ (OU): Patron kâr etmek ister. Bizim önceliğimi tamamen üretim: Konuyu nasıl üretiriz, kağıda nasıl aktarırız, maliyetini nasıl karşılarız… Patronun önceliklerini baz almadığımız için gücümüzü içeriğe yansıtmaya çalışıyoruz.
Magma’nın yayın hayatında matbaadan dağıtıma herhangi bir sorunla karşılaştınız mı?
OU: Çok uzun süredir sektörün içinde olduğumuzdan insanlar bizi tanıyor. Ancak tek başına bir yayının görünürlüğü diğerlerine göre daha zor. Çünkü grup yayınlarının dağıtım noktasındaki yerleri daha belirli. Tek bir gruptan tek bir yayın çıkarınca yerinizin belirlenmesi, teşhir alanlarına çıkma sıklığınız bazen çok daha maliyetli oluyor ama bunu bütün yayıncılar yaşıyor.
Gelir büyük problem
Beş yılın ardından “Bilmek isteyen yola çıkar” diyerek başladığınız Magma yolculuğunda, bundan sonra dergiyi iki ayda bir çıkaracağınızı açıkladınız. Kararın gerekçesi sadece ekonomik kriz mi?
OU: İşin bir kaç tarafı var aslında. İçerik, üretim süreciyle ilgili bir tarafı var. Masa başında hazırlamadığımız için bir yere gitmek ve konuyu hazırlamak üç ay sürüyor; derginin hazırlanması da yoğun bir periyot gerektiriyor. Aylık olması içerik ve ekibin üretkenliği açısından sorun yaratıyordu. Ama tabi daha büyük sorun ekonomik kısmı. Tamamen döviz kuru nedeniyle yayını biten, periyodu değişen çok büyük yayınlar oldu. Bu dönemde artan maliyeti okura yansıtmak istemediğimiz için periyodu ilk dönemkine döndürme, özel sayılara çevirme kararı aldık. Eklemek lazım. Gelirimizin büyük kısmını oluşturan ilanlar uzun vadede ödeniyor. Bir holding değilseniz ya da yayın dışı gelirleriniz yoksa beş-altı ay geriden gelen ödemeler aylık bir yayını karşılamıyor.
Niteliğiniz de değişecek yani…
OU: O dönem ana temanın daha geniş işlendiği, tematik, özel yayınlar yapıyorduk. Yine öyle olacak. Sayfa sayısını artırdık; zaman zaman özel ekler de hazırlıyoruz. Dolayısıyla daha fazla sayfa demek özel eklerle birlikte konuların daha geniş ve derin işlenmesi demek.
‘Dergicilik demek Türkiye’de insanlara Avrupalı gibi olma yaşam biçimini sunmaktı’
Dolar kuru 7 liradan 5 lira seviyesine indi… Yayıncılıkta kriz bitti mi? Zira genel kanı olarak kağıt fiyatları ücretsiz olsa herkes yayın hayatının bir ucun tutacak gibi bir algı var…
OU: Bitme ihtimali yok çünkü bir çok etken var; yani sadece kağıda bağlayamayız. O sadece görünür kısmı. Genel olarak dağıtım noktalarının küçülmesi gibi sorunlar da var.
‘Dergi Nişantaşı ve Şişli kültürünü vermek üzere hazırlanıyordu’
25 seneyi aşkındır dergicilik yolculuğunuz devam ediyor. Geçmiş yıllara nazaran bugünkü dergiciliği nasıl değerlendiriyorsunuz?
Özcan Yüksek (ÖY): Çok temel bir sorun vardı: Dergicilik demek Türkiye’de insanlara Avrupalı gibi olma yaşam biçimini sunmaktı. Dergi aslında Nişantaşı ve Şişli kültürünü vermek üzere hazırlanıyordu, Beşiktaş bile değildi! Hepsinin adlarının yabancı olmasının sebebi oydu. İsmi ‘bride’ olur çünkü ‘gelin’ dediğiniz zaman başka bir imgeye dönüşüyor. ‘Girl’ demekle ‘kız’ demek arasında da fark var. Sadece Magma olarak değil daha evvel çıkardığımız Atlas olarak da söylüyorum, biz bunların hep dışındaydık.
KT: Özcan’ın sözünü ettiği, 1990’larda kendisine alan bulan dergicilik anlayışı buydu. Türkiye’nin ekonomik politikalarıyla da bağlantılıydı. 1980’le beraber Türkiye’de yayın hayatı da değişti. Döneme ayak uyduran yayıncılık daha çok kâr amaçlı, belli bir kesime hitap eden ve Avrupai yaşam örnekleri sunan dergiler oldu. 2000’lerden beri dergi dünyası değişimlerle karşı karşıya. Süreç halen de devam ediyor.
‘Dijital dünya, dergilerin yüksek satışlara ulaşamamasındaki önemli engellerden birisi’
Ne gibi?
KT: İnternet: Dijital yayıncılık gazetelerden ve ana akım medyadaki yayın organlarından farklı olarak en çok dergileri etkiledi. Aylarca uğraşıyorsunuz tek konu hazırlıyorsunuz ama o konuya ilişkin internette binlerce şey bulabilirsiniz. Bu çok sağlıklı bir şey değil. Ama okuyucu daha kolay ulaşılabilir ve ücretsiz olduğu için interneti tercih edebiliyor. Bu nedenle dergilerin okuyucu kaybettiği bir gerçek. Dijital dünya, dergilerin eskisi kadar yüksek satışlara ulaşamamasındaki önemli engellerden birisi.
Siz bu krizi nasıl aşmayı planlıyorsunuz?
OU: 2000’lerin başında bir firmanın 100 liralık reklam bütçesi varsa internet belki bunun beşiydi. Dergi önemli bir reklam alanıydı. Ancak mobil cihazlar geliştikçe başka türlü reklam modelleri çıktı. Biz sayfa reklam sunarken, diğer tarafta inanılmaz bir reklam çeşitliliği çıktı ve basılı mecra bununla baş edemedi.
KT: Meselenin aslı sadece dergilerle de değil. Çok iyi bir dergi yapmış olabilirsiniz ama genel olarak yayın dünyası çok kötü durumdaysa çok fazla etkili olma şansınız yok. Bir de her gün bir şeyler oluyor, yeni bir gündem belirleniyor. Dolayısıyla bizim gibi coğrafya, kültür, tarih konulu yayın yapan dergilerin gündem yoğunluğu içerisinde kendisine alan bulması ve okuyucuya ulaşması zorlaşıyor. Ama bütün bu olumsuz koşullara rağmen dergiler yine yapılabilir.
‘Yayın dünyasının hem ekonomik hem de idari bakımdan yeniden yapılanması lazım’
Yayıncılık bu krizi nasıl aşabilir?
KT: Zor çünkü yayın dünyasının hem ekonomik hem de idari bakımdan yeniden yapılanması lazım. Pek çok gazeteci işsiz kaldı ve içlerinde çok iyi gazeteci, fotoğrafçı var. Onlara alan yaratılamıyor. Mesela siyasetle ilgilenen gazetecilerin bir araya gelmesi gibi bu potansiyelin belli mecralarda bir araya gelmesi lazım.
Bizim dergi modelinin de iyi bir model olacağını düşünüyoruz. İnsanlar herhangi bir sermaye grubu ya da patrona ihtiyaç duymadan, ortak güçlerini kullanarak bir şeyler yapabilirler. Kağıt krizi, dövizdeki yükselişler ve dolayısıyla basılı yayın çıkarmak zor olabilir ama işte bunun için de çok büyük avantajlara sahip dijital dünya diye bir şey var. Gazetecilerin özgün işler yapmak şartıyla dijital dünyadaki avantajları çok iyi değerlendirmesi lazım.
‘Gazetenin gücü gazetecilerdendir’
Yolu dayanışmadan ve özgürlükten geçiyor yani…
KT: Dayanışma ve bir araya gelmeden olmaz. Şu anda işten ayrılan gazetecilerin tamamı köşesine çekiliyor ya da sadece sosyal medyada etkinlik göstermeye çalışıyor. Bu da aslında gazetecilerin örgütlenme geleneğinin eksik olmasından kaynaklanıyor. Geçmişte gazetecilerin sendikası vardı ama patronlar istemediği için bir anda sendikasızlaşma yaşandı. Ancak gazetecilik bir kamu hizmeti; haber yapmak bir kamu görevi. O görevin en sağlıklı şekilde yerine gelmesi için gazetecilerin örgütlenmesi lazım.
ÖY: Gazete patronu değil, gazeteci güçlü olursa ülkenin yararına olur. Patron kendisinin güçlü olmasını önemsedi; sendikaları kaldırdılar; paralara hakim insanlar gazetelerde yönetici olunca ‘ne kadar kâr edebiliriz’e baktı. Evet, gazete zarar etmesin ama sadece kâr odaklı bakılabilecek bir şey de değil. Çok büyük paraları olan patronlar çok güçsüz hale geldiler. Çünkü gazetenin gücü gazetecilerdendir. Bunu fark etmediler.
KT: Yayın organı patronun çıkarlarına göre şekillenince, yayın patronla anılmaya başlanıyor. Okuyucunun yayına karşı güven duygusunu zedeleyen bir şey bu. Yayın dünyasının önemli problemlerinden biri, okuyucunun yayın organına karşı güven duymaması. Okuyucuların güveni yıkıldığından çok iyi bir şey de yapmış olsanız genel anlayış ‘yayın dünyası böyle’ oluyor.
‘Aydın Doğan gazetecilik yapıyor olsaydı gazetesine dokunulmazdı’
Yayın hayatının bu hale gelmesinde sendikaların hiç mi suçu yok?
KT: Var tabii. Çünkü gazeteciler örgütlü olsaydı ve gerçek anlamda gazetecilik yapabiliyor olsalardı iktidarların istediğini yaptırır pozisyonda olması mümkün olmazdı. Eğer Aydın Doğan gazetecilik yapıyor olsaydı gazetesine dokunulmazdı ve dolayısıyla Aydın Doğan’a da dokunulamazdı. Ama o gazeteciliği bırakıp başka işlerle uğraşmaya başlayınca zaten dokunulabilir hale geldi. 1990’lı ve 2000’li yılların başında bu mesele tartışılıyordu. Patronların yönetici olarak getirdiği ‘CEO’lar duyulmaya başlandı. Mesela Zafer Mutlu Sabah grubunun başındaydı. Ertuğrul Özkök Hürriyet’teydi. O zaman açıkça gazetelerin birer ticari işletme olduğunu, kâr etmesi gerektiğini ve ona göre yayın yapmasının doğal olduğunu savundular. Ama bir şeyi unuttular; yayın organları Türkiye’de anayasa ile korunma altına alınmış bir meslek. Anayasal korunma altına alınmış bir sektörün başka sorumlulukları olduğunu düşünmeleri gerekiyordu. Bunu atladıkları için bence gazeteciliğe ihanet orada başladı. Çünkü basın özgürlüğünün işlevsel bir vaziyette kendisine alan bulması demek aslında iktidarların denetlenmesi demek.
Yolsuzluklara, usulsüzlüklere, insan hakları ihlallerine karşı en etkili güç basın yoluyla habercilik. Ama yayın organlarının, hem anayasal güvenceden yararlanıp kendilerini dördüncü güç olarak konumlandırıp hem de basın özgürlüğünü kendi kendilerine ihlal eden kuruluşlara dönüşmesi, muhabirlerini haber yapamaz hale getirmeleri, iktidarların müdahalelerine açık hale gelmeleri demekti. Nitekim öyle de oldu. Şu an ana akım medyada iktidarın müdahalesi dışında kalabilen tek bir yayın organı yok.
Siz nasıl ayakta kalmayı planlıyorsunuz? İnternet mi?
OU: İşin ekonomisi orada döndüğü için internet tarafından bir şeyler yapıyoruz. Turkcell Dergilik, App Store ve Google Play’de Magma satılıyor örneğin. Onun dışındaki kısım; satışta nasıl kalacağız? O da dayanışmadan geçiyor. Okur okuduğu sürece şirketler reklam verecektir. Magma’nın sadece Türkiye’de değil, dünya çapında da ses getirecek projeleri var. Bazı keşif projeleri ve bunları sunduğumuz markalar var. Özel kitaplar hazırlıyoruz, bunlardan biri ‘dağ yürüyüşü’ kitabı. Bunlar da Magma’nın ekonomisi açısından önemli projeler.
‘Bu yayınlar biterse doğaya yabancılaşan kuşak yaygınlaşacak’
Kötü senaryoyu düşünelim: Devlet ya da sermaye destekli dergiler nasıl yön verecek Türkiye’deki yayıncılığa?
KT: Bizim gibi dergiler birisi para koydu diye çıkmaz. Ama dediğiniz varsayım hesaba katılırsa ne olacak? Türkiye’nin kültür hayatının en önemli eksiklerinden biri haline gelir. Türkiye’de insanların özellikle yeni kuşakların bu tür dergiler üzerinden dünyaya bakması, tanıması lazım. Düşünün ki lise çağındaki çocuklar daha yeni dünyaya açılıyorlar. Onlar dünya halklarına, doğaya nasıl bakacaklar, doğayla nasıl ilişki kuracaklar? En önemlisi doğayla ilişki kurma meselesi. Bunlar eskiden doğal yollarla aktarılabiliyordu. Artık doğayla insanın nasıl ilişki kuracağını öğreten ya da masallar aracılığıyla veren herhangi bir bilgi alanı ya da kurum da yok. Yani insanların Magma’ya ilgi göstermesinin nedeni aslında bu tür yayınlar üzerinden doğayla, başka halklarla ve kültürlerle ilişkiye geçebilmesi. Bu yayınlar ortadan kalkarsa insanlar hem kültürel olarak çok donanımsız bir hale gelecek hem de doğaya yabancılaşan bir kuşak yaygınlaşacak.
‘Yaşayan Mayaların yaşamlarına, kültürlerine, geleneklerine ve özgürlük mücadelesine odaklandık’
İki aylık periyodun ve 2019’un ilk sayısı çıktı. Teması Mayalar. Yeni sayıda okuyucuları ne bekliyor?
KT: Mayaları tema konusu olarak ele almamızın çeşitli sebepleri var. Magma olarak bu tür kültürleri, insanlığın bilgi birikimine ve uygarlık tarihine büyük katkılar yapmış halkları özel olarak ele alıp inceliyoruz. Mayalar için de Orta Amerika’da beş ülkeyi dolaştık; Meksika, Honduras, Guatemala, El Salvador ve Belize. Bu beş ülkede Mayalarla röportajlar yaptık; fotoğraflarını çektik. Hem kültür ve uygarlık tarihine hem de bugünkü Mayaların yaşamlarına, mücadelelerine tanık olduk ve derginin sayfalarına taşıdık.
Yaşayan Mayaların yaşamlarına, kültürlerine, geleneklerine ve özgürlük mücadelesine odaklandık. Maya takvimi ve benzeri konular olmak üzere oldukça geniş, ayrıntılı, Mayalar hakkında okuyucuların başka hiçbir yerde bulamayacağı özel bir yayın hazırladık. Umarım okuyucular da beğenir.