ERAY ÖZER
erayozer@gmail.com
“Rüya mı bu?” Şu sıralar en sık yaşadığım duygu bu. Durmadan, tüm bu yaşananların gerçekten yaşanmakta olup olmadığını sorgularken yakalıyorum kendimi. Sanki zihnime izin versem orada saatlerce takılabilir, deliliğin sınırlarını zorlayabilir gibi. Hemen değiştiriyorum odağımı, tabii elimden geldiğince ve gündelik işlere veriyorum kendimi.
Sokaktan bir tanıdık geçiyor. Yok, çöp poşetinde değil. Normal. Yürüyerek. Camdan sohbete başlıyoruz. Hiç gitmesin istiyorum. Uzun zamandır birkaç kişi dışında kimseyle yüz yüze konuşmamışım. ‘Yüz’ özlüyor insan demek ki… Yüz yüze iletişimin önemi dedikleri bu olsa gerek.
“Kızgınım” diyor, bir tanıdığım. “Tüm bu olan bitene kızgınım. Üzgün değilim, kızgınım” diye özellikle altını çiziyor. Hayır, iktidara, bütün bunlara sebep olduğu için insanlığa, doğaya filan değil kızgınlığı. Konuşunca anlıyorum. Hedefi olmayan bir kızgınlık duygusuna hapsolmuş. Yani aslında şöyle: “Neden her şey eskisi gibi değil, neden hayat olması gibi akmıyor, neden akışa müdahale edemiyorum” kızgınlığı onunkisi…
Lachesism. Bu kelimeyi hiç duymuş muydunuz? Yunan mitolojisindeki kader tanrıçalarından birinin ismi aslında. Bir yandan da sonradan kendisine başka bir anlam yüklenmiş bir kelime: Bir felakete maruz kalma arzusu. Bir uçak kazası atlatıp sağ kalma. Bir yangında her şeyini kaybetme. Yumuşak yumuşak ama hissiz akıp giden hayatının bir anda bir macera filmine, bir bilimkurguya dönmesini isteme hali. Uydurulmuş bir kelime evet ama insanın hayatının bir yerinde birkaç saniyeliğine de olsa böyle bir hisse kapılmışlığı vardır sanki. Şimdi işte o felaketin orta yerindeyiz. Fakat bu defa sağ çıkıp çıkmayacağımız belli değil. Evet, bir bilimkurgu bu sanki. Ama sanki bir yandan değil de.
Yemek. Varsa yoksa yemek. Yapması, yemesi. Ev demek yemek demekmiş de haberimiz yokmuş. Birbirimize yemek fotoğrafları gönderiyor, tarifler alıyoruz. Beyaz yakalı orta sınıf Yemeksepeti’nden sonra yeni bir gıda kaynağıyla tanışıyor: Mutfak! Bu satırların yazarı bir süredir mutfağa merak salmıştı, karantina günleri de tuzu biberi oldu. Orijinal bir tarifiniz varsa alırım!
E, hani insanlık her şeyi biliyordu? Hani aşmıştık? Uçuyorduk, kaçıyorduk. Mars’a koloni inşa ediyorduk hani? Işınlanmaya ramak kalmıştı? Kandırıldık mı? Allayıp pullayıp etinden sütünden faydalanalım da sizler de ceplerinizi doldurun diye bizlere ittirmeye çalıştığınız bu modern dünya viral bir enfeksiyonun sabah düşüymüş meğer… Altın varaklı kalorifer gibi bir şeymiş bu medeniyet dediğiniz. Ayıplı mal satmışsınız bize Trump abi, kime şikayet ediyoruz?
Korona Kafası’nda dünya çapında bir salgının ne zaman bizim kapımızı çalacağı korkusuyla yaşamanın ve günlerdir evde olma halinin bizlerde yarattığı duygunun peşinde kalem oynatmaya çalışıyorum. Dağınık, dengesiz, savruk bir dille… Tıpkı şu sıralar kafamızın içinde dönüp duran düşünceler gibi… İki-üç günde bir, yepyeni dellenmelerde buluşmak üzere…