H. AYHAN TİNİN
Sanat da var / Sinema
insanatinart@gmail.com
69’uncu Berlin Film Festivali’nden Altın Ayı ödülüyle dönünce merak etmiştik.
İlk kez İsrailli bir yönetmen alıyordu ödülü.
Nadav Lapid aslında ödüllere alışık bir yönetmen. Her filmine mutlaka bir ödül dokunuyor. ‘İsrail’in Nuri Bilge Ceylan’ı’ mı desek?
Alışılmış senaryo akışının dışında, belgeselci bir kamera kullanımıyla çekilmiş (etkili de olmuş) film günümüz insanlığının en büyük dramına dokunuyor; sığınmacı ya da göçmen olma eşiğinde kimlik sorunu…
Lapid bu sorunu en bilinen çatışma üzerinden, yeni ve etkili bir sinema diliyle anlatmış; Ortadoğulu ve Avrupalı olmanın yüksek gerilimli çelişkisi…
Üstelik kolaycılığa kaçmadan, Ortadoğu’dan Müslüman bir kimlik seçmek yerine İsrailli bir profil seçmiş, filmin baş karakteri Yoav.
Askerlikten ayrılmış, ülkesiyle bağlarını kesmiş, Fransa’ya hayran Yoav kimliğinden öylesine sıyrılmak istiyor ki, Paris’e geldikten sonra tek kelime İbranice konuşmayı reddediyor.
Bu yaklaşımı ona kendini beğenmiş Avrupa’nın kapılarını açacak mıdır?
Hayır!
Bir oryantalist duyguyla merak edilse de, ‘Uygar Fransız’ın gözünde ilginç bir nesne olmaktan öteye gidemeyecektir.
Günümüzde kimlik şemsiyesinin altında insanlığını yitirmiş olan insanlık, ahlak dışı savaşlar ve düşmanlıklarla birbirini yok ederken, kimlik çizgilerini ayıran dikenli tellerin ne kadar aptalca olduğunu görmemek adına gözlerini kapatarak, katliamların suç ortağı olmaya devam ediyor.
Nadav Lapid de bu meselenin altını koyu karanlık, yağlı kara bir atmosfer ile çizmiş.
Filmde Yoav karakterini canlandıran Tom Mercier’nin kendi ülkesinden uzaklaşırken, kaba, iğrenç diye nitelediği kimliğine her adımda biraz daha yaklaşıp dönüştüğünü görüyoruz.
Eski acılarını ve anılarını üst kimlik olarak kabul eden her yaralı toplumun üyesi gibi Yoav da intikamını, öykündüğü toplumun öykündüğü bireylerinden almaya çalışıyor. Hatta en başta onunla çıkarsız sevişen Caroline’den…
Ancak Caroline’in de Avrupalı ukalalığının içinde Yoav, yalnızca ilginç bir nesne, o kadar!
Hollywood göçmen dramlarını genellikle bir tarafı ‘aklayarak’, haklı çıkartarak çekmeyi çok sever. Nadav Lapid bu tuzağa düşmemiş, her çelişkiyi seyircisine yudum yudum tattırıyor.
Böylelikle insan ruhunda işlenen bazı cinayetleri haklı, bazılarını da haksız bulma sığlığına kapılmadan köklerinden kopmuş insanlarla, uygarlığa imzasını atmış toplumların insanlarının eşit derece vahşi ve acımasız olabileceğini bize gösteriyor.
Globalleşen dünya!
Hala bu yalanı duymaya devam ediyoruz.
Birileri diğerlerinin özgürlüklerini yasalarla kısıtlarken, diğerleri birilerinin yaşam konforlarını ellerinden almakla tehdit ediyor.
Her tehdit baskıyı ve göçmen suçlarının tanımını geliştirirken, her baskı öfkeyi büyütüyor.
Robinson uşağı Cuma’dan korkuyor, Cuma öykündüğü Robinson’dan nefret ediyor.
Göçmen, sığınmacı ya da misafir eden…
Her kesim kimliklerin altını çizip üstünü oyarak ayrım ve uzlaşmazlıkları derinleştirirken, oyuna konu olan bütün figüranlar da yeni yeni kimlikler ve düşmanlıklar devşirmekle öğünmeye devam ediyorlar.
Sonuç insanlık bir gün Babil Kulesi’ni anımsayana kadar, fareler birbirini yer!