MURAT SEVİNÇ
Hiç tanışmadığınız ve ilk kez 2009 yerel seçimleri esnasında haberdar olduğunuz bir siyasetçi hakkında yazmak güç iş.
Son ‘beş yıllık siyasi performansı’ ile kamuoyu önündeki kişiliğine ‘beş yıllık tanıklık’ ister istemez iç içe geçmek zorunda. Üstelik söz konusu insanın, insani ve siyasi tepkilerini, içinde var olduğu siyasal atmosferden ve lideri olduğu partinin yapısından ayrı değerlendirmek de olanak dışı.
Ancak bu yazıda derdim, CHP’nin hatalarına vs. dair bilgiçlik yapmak değil, Kılıçdaroğlu’nun genel tavrı ve seçim sonrası tepkilerine dair bölük pörçük dertleşme isteği.
Kılıçdaroğlu’nun siyasal ve kişisel tepkilerini anlamaya çalışıyorum. Diğer parti liderleri için böyle bir hevesim yok. Birkaç nedenle…
Çokça eleştirilen biri
Öncelikle Kılıçdaroğlu, diğerlerinden farklı olarak kendi partisi içinde de çokça eleştirilen biri. Eleştirilerin bir kısmı, parti içi demokrasi gereği doğal karşılanabilir. Bir kısmı ise parlamenter sistemin gereksinim duyduğu ‘disiplinli parti’ gerçeği açısından yadırgatıcı.
Her neyse, sonuç değişmiyor: CHP, yönetilmesi zor bir parti.
Oysa AKP ‘Reis’in, MHP Bahçeli’nin, HDP Öcalan’ın iki dudağına bakıyor ve parti örgütleri, büyük ölçüde ‘tek adam’ın emir/komutasıyla iş görüyor. Üç partinin, söz konusu üç ismin sözünün dışına çıkma ihtimali yok.
‘Kurucu’ partinin genel başkanı
Kılıçdaroğlu’nun diğer genel başkanlardan ikinci önemli farkı, tüm yüküyle ‘kurucu’ partinin genel başkanı olması.
Tarihi içinde defalarca değişip çağa ayak uydurmaya çalışmış bir parti CHP. Ziraat Bankası gibi, her yerde ‘şube’si var. ‘Her’ yerden oy alamıyor oluşuysa, başka konu.
Ortanın solunda Baykal kabusuna
Çok partili yaşamda, 1950 sonlarının sert muhalif CHP’si, 1960 başlarının rejimi ayakta tutmaya çalışan CHP’si, 1965 sonrası ‘ortanın solu’ CHP’si, 1970’lerin Ecevitçi/Halkçı CHP’si, 1980 sonlarından itibaren giderek ‘sol’a çeken ve Kürt siyasetçileri TBMM’ye sokan SHP’si, ardından tekrar CHP çatısında buluşan ve ne yazık ki Baykal kâbusuna tutsak olan ulusalcı CHP… 2010 sonrasındaysa, bir kez daha değişmeye çalışan CHP.
Batı demokrasilerindeki diğer köklü partiler gibi. Kılıçdaroğlu’nun işinin çok zor oluşunun nedenlerinden biri de bu ‘kök’ ve ‘değişim’ meseleleri.
Tarihsel misyon
Tabii şunu da unutmamak gerek: Köklü partiler dönüşürken zorlanır ancak değişim için gerekli direncin kaynağı da aynı köktedir. Diğerleri dağılır gider, başka adlarla kurulur ya da kaybolur. Haliyle Kılıçdaroğlu, böyle bir tarihsel misyonun da taşıyıcısı konumunda.
Kılıçdaroğlu 2009 yerel seçimlerinde İstanbul adayıyken Radikal 2’de ‘Kılıçdaroğlu ve Bekaroğlu’ başlıklı bir yazı kaleme almış ve iki ismin kendi partilerinin başına geçmesi gereken ‘sol’ adaylar olduğunu savunmuştum. Bu dileğim, ‘malum’ hadiseler sonrasında sürpriz bir şekilde, Kılıçdaroğlu açısından gerçekleşti.
Mehmet Bekaroğlu ise çizgisini bozmadan, sol söylemle siyaset yapmayı sürdürdü. Şimdilerde adı CHP için geçiyormuş ki çok sevindirici. Bekaroğlu’nun CHP’ye gelişi, partinin sola yönelmesi demektir. Umarım gerçekleşir.
Başarısız mı!
Kılıçdaroğlu, genel başkan oluşundan kısa süre sonra, kongre kazandı; yönetim kadrosunu büyük ölçüde değiştirdi ve 2011’de Parti’nin oyunu yaklaşık yüzde 5 oranında artırdı.
Hiç uzatmayayım… Bu satırların yazarı, tüm olumsuz koşullara ve iktidarın akla gelebilecek her yolu denemesine karşın ‘dört seçmenden biri‘nin oyunu alan bir partiye ‘başarısız’ diyecek ve burjuvazinin bir kanadını temsil eden CHP’den ‘sosyalizm’ bekleyecek ölçüde şuur kaybı yaşamıyor henüz!
Siz bakmayın sabah akşam CHP eleştirisi yapmayı marifet sayan, her gün üç kez söze “Yav şu CHP” diye başlamazsa işlerinin ters gideceğini düşünen memleket münevverine. Çoğu ne parti yapıları okumuştur ne partiler hukuku ne de partiler tarihi.
Unutmamak gerek: Bu memleket, yaşamında bir kez dahi anayasa kitapçığı karıştırmamış ve anayasa hukukuyla hiç ilgilenmemiş onlarca ‘okumuş’un, anayasa değişikliği pazarladığı bir toprak.
Bazı dilekler
Kişisel olarak, CHP gibi bir partiye akıl verecek halim yok. Milyonlarca oy alan bir parti, iktidar için yapması gerekenleri, herhalde benden iyi biliyordur. Ancak bir yurttaş olarak elbette bazı ‘dileklerim’ var.
CHP’nin daha ‘solda’ olmasını dilerim. CHP içindeki solcuların seslerinin az sayıdaki ulusalcıdan çok çıkmasını dilerim. Rıza Türmen çapındaki bir demokratın sesini, Süheyl Batum gibi sağ siyaseti tavaf ettikten sonra kapağı CHP’ye atan ve muhtemelen sağını solunu bilmediği için kendisi solcu zanneden birinden daha çok işitmeyi dilerim.
Temel haklar konusunda daha cesur adımlar atılmasını, eşit yurttaşlığı gözetmesini dilerim. Her gün ‘ölen‘ ve necip devlet açısından böcek kadar değeri olmayan emekçilerin yaşama tutunmaya çalıştığı bir memlekette, sınıf siyasetine ağırlık verilmesini dilerim. Bu satırlar yazılırken birkaç sigortasız işçinin daha can verdiğini, katledildiğini iyice görmesini ve emekçi haklarını, avazı çıktığı kadar dillendirip daha fazla kazanç için her türlü yasa dışılığı yapmaya hazır haysiyetsizlere bu toprakları dar etmesini dilerim.
Gezi hareketini gerçekten anlamasını, yurttaşın yönetime katılma talebini fark etmesini dilerim.
Milletvekili adaylıkları ve parti örgütünde, kadın erkek eşitliğini gözetmesini dilerim.
Ve daha pek çok dilek…
Olmazsa kral ile soytarılarını izlemeye devam
Kuşkusuz daha solda bir ana muhalefet, hem iktidara talip hem de çok daha güçlü bir muhalif olacaktır. Olursa ne ala; olmazsa, ne yazık ki kral ile soytarılarını izlemeye devam. Öyle görünüyor.
Başlıktaki ‘eleştiri’ sözcüğü, yukarıdaki ‘dilekler’ halihazırda yalnızca birer dilek olabildiği için kullanıldı.
Sözün özü, ‘güçlü ve solda’ bir CHP bu memleket için gerekli
‘Sitem’ sözcüğü ise memleketin aklı başında insanlarının solcu olduğunu varsayan bir partiyi, sola yönelmeye ikna etmeye çalıştığı için! Çünkü herhalde hemen tüm solcular dile getirse de getirmese de, kızsa da kızmasa da, oy verse de vermese de, dört seçmenden birinin oyunu alan bu denli köklü bir partinin göz ardı edilemeyeceğinin farkında.
Ve ayrıca, görünür gelecekte umut vadeden bir başka ‘büyük parti’ yok. Fikir kulübü olarak çalışan ‘okumuş çocuk partilerini’ ve bilinen nedenlerden dolayı oy oranının çok üzerinde etkisi olan Kürt siyasal hareketini, bir yana koyuyorum.
Sözün özü, ‘güçlü ve solda’ bir CHP, bu memleket için gerekli. Dolayısıyla Kılıçdaroğlu’nun omuzlarındaki yük hayli ağır. Ne yapacağını, hep birlikte izleyeceğiz.
Teşekküre gelince
Gelelim başlıktaki ‘teşekkür’e. Türkiye, ‘güce’ ve nasıl ulaşıldığı önemli olmayan ‘başarı’ya tapanların ülkesine dönüşmüş durumda.
‘Milletimizin hasletleri’ ifadesiyle başlayan zırvaları boş verelim, her şey meydanda. 1980’lerin ‘Özalizm’i meyvelerini bugün veriyor. Tabii, ‘Yeni Türkiye’ el artırıyor. Özal “Anayasayı bir kere delmek’le bir şey olmaz” dediği için yıllarca eleştirilmişti. ‘Reis’, baktı ki anayasa, yasalar, güçler ayrılığı vs. fuzuli şeyler, toptan askıya aldı!
Küf kokan milli irade
Aynı malum öyküyü yazıp durmanın alemi yok.
Aklı başında, dürüst, dünyadan haberdar, demokrat ve AKP’ye kul köle olmamış, satırlarını nakde tahvil etmemiş yazar çizerler böyle bir figürün herhangi bir Batı demokrasisinde aday dahi yapılmayacağını bilir. Ama Türkiye ilkelliği ve az gelişmişliğinde, oldu. Küf kokan milli irade saçmalıkları, her rezalete paravan yapıldı. Bunları geçelim.
Kılıçdaroğlu neler yaptı
Kemal Kılıçdaroğlu, anayasaya uygunluk, yasallık, hukuk devleti vurgusundan vazgeçmedi. İlk günden bugüne ırkçılık yapmadı, nefret söylemi kullanmadı. Meydanlarda ve TV’de kadın ve erkek yazarlara hakaret etmedi. Kimseyi aşağılamadı.
Hükümeti suç makinesine dönüşmüş bir toprakta, ‘tıpış tıpış’ demenin dahi faturasını ödedi.
Israrla ve haklı olarak yolsuzluklara vurgu yaptı. O kadar ki, bir programda dayanamayarak, yolsuzluk iddialarını umursamayan yurttaş kesimini ahlak anlayışları üzerine düşünmeye davet etti. Çok da iyi yaptı.
Kılıçdaroğlu, bas bas bağırıp hakaret etmenin ‘karizma’ olarak tanımlandığı zavallı memleketimizde, ‘düzgün’ olmaya çalıştı.
Bir ‘insan’ olarak tahammülsüzlüklerini sergilemekten çekinmedi. Belki de, saklamayı beceremedi. Siyasetçilere duyguları, kızgınlıkları, ilkeleri olan insanlar değil de kaşarlanmış mahluklar muamelesi yapılan toprağımızda, “Gitmeyeceğim”, “Mecbur olmadıkça görüşmeyeceğim” diyebildi.
Sevsinler sizin demokratik olgunluğunuzu
Tabii çok yadırgandı. ‘Devletin memuru’ yazarlar, ‘olgun’ kalemler, ‘Reis’in devlet başkanı olabildiği memleketimizde yüzleri hiç kızarmadan Kılıçdaroğlu’na teamülleri hatırlatabildi. Sevsinler sizin demokratik olgunluğunuzu…
Kılıçdaroğlu, ‘Anıtkabir’de, Aslanlı Yol’un başında herkesin tokalaştığı gibi tokalaşmış’ Erdoğan’la… Kendisine Aleviliği üzerinden yüklenen, anayasayı çiğneyen, Resmi Gazete’ye dahi müdahale etmekten çekinmeyen ‘Reis’ ile muhtemelen ileride de tokalaşmak, iletişim kurmak zorunda kalacak. Devlet işleri gereğince…
Ama sanıyorum, o acemi ve tepkisel ruh hali, yani her birimizde olan ‘insanlık durumları’ hiç bitmeyecek Kılıçdadaroğlu’nun. O haller her birimizde olduğu için de, bu ‘sıradan insan‘ ve ‘karizmatik olmayan lider’, yerli yersiz, acımasızca eleştirilmeye devam edilecek.
Demirtaş kadar dahi ‘olamadığı’ için…
Ben bir yurttaşım. Yönetmek zorunda olduğum bir partim yok. Dolayısıyla, hiçbir ahlaki kaygı taşımayan ‘başarılar’dansa, böylesi ‘başarısızlıkları ve acemilikleri’ takdir etme, sevme hakkımı kullanıyorum.
Kılıçdaroğlu’na, kızabildiği, bir siyasetçi için çocuksu sayılabilecek tepkiler gösterebildiği, ‘Reis’in elini mecbur kalmadıkça sıkmak istemediği ve hatta TBMM’ye gidip ayakta alkışlamadığı, ezcümle, ‘bağlamadan başka bir şey çalmayan’ Selahattin Demirtaş kadar dahi ‘olamadığı’ için, teşekkür ederim.