ERAY ÖZER
@ErayOzer
erayozer@gmail.com
Şampiyonlukla biten bir önceki sezonun ekmeğini yemek Beşiktaş’ın ligi ikinci sırada tamamlamasına yetti. Ama hazıra dağ dayanmaz derler. Forvetteki becerisizlik devam eder, savunmadaki takviye çözüm olmazsa, ikinci yarıda Kartal’ı o sağlam orta sahası bile kurtaramaz.
Siyasete Süleyman Demirel’in hediye ettiği bir söz vardır, hatırlarsınız: Şapkamı koysam seçilir. Kendi gücünü göstermekten çok siyasi rakiplerinin basiretsizliğini öne çıkarmak için söylerdi bunu. Demirel sonrası siyasiler şapkayı bir aksesuar olarak kullanmadıklarından ötürü deyim zaman içerisinde ‘ceketimi koysam seçilir’e doğru evrildi.
Şampiyon olan kadronun hayaleti bile yetti
Aslında Beşiktaş’ın geride kalan devrede gösterdiği performans Demirel’in hayatımıza zerk ettiği bu sözü hatırlatıyor. Önceki sezon şampiyon olan kadronun hayaleti bile bu sezonun ilk yarısını ligde ikinci sırada tamamlamaya, Şampiyonlar Ligi’nde gruptan çıkma şansını son maça kadar kaybetmemeye ve nihayetinde bir UEFA Kupası bileti kapmaya yetti.
Yetti diyorum, zira bu durum kağıt üzerinde fena bir başarı gibi görünmese de takımın kazandığı maçlarda, aldığı puanlarda ortaya koyduğu futbol ile önceki sezon oynanan oyunun uzaktan yakından alakası yok.
Hatta gelin eli artıralım, Beşiktaş geçen sezon kaybettiği pek çok maçta bile bu sezon vasatı aşamayan oyunundan kat kat üstün bir futbol zekasıyla sahadan başı dik ayrılmayı biliyordu.
Yenilmiyor diyorduk, meğer yenemiyormuş
Bu sezon ise takımın Şampiyonlar Ligi’nde ısrarla yenilmemesi, hele hele Benfica karşısında gerilerden gelerek elde edilen epik beraberlik ve ligde arka arkaya beraberlikler derken spor kamuoyu ‘bu takım yenilmiyor yahu, öyle bir inanç, öyle bir hırs var’ cümleleriyle kendisini kandırma oyununa girişti.
Lakin kazın ayağı öyle değildi ve maalesef kral çıplaktı.
Beşiktaş istediği futbolu oynayamıyordu ve fizik gücüyle bize bunu çaktırmamaya çalışıyordu. Oyunun önemli bir kısmında topa sahip olmayı başardığı maçlarda bile (bknz. ligde ilk mağlubiyeti aldıkları Kasımpaşa maçı) takımın bütününe yayılmış olan o dağınıklık buram buram hissediliyordu.
Ve tabii huzursuzluk…
Huzursuzluk kısmına sonra geliriz ama bu dağınık oyun anlayışını Talisca ve Caner gibi iki önemli ismin sezon başında gelen uzun süreli sakatlıklarına bağlama kolaycılığına kaçmayalım derim.
Onların sahada olduğu maçlarda da gördük ki, Talisca’nın varlığı Sosa’nın boşluğunu doldurmaya yetmiyor. Caner ise sakatlanana dek, henüz istenen katkıyı yapacak kadar takıma alışmış değildi ve vasatın üzerinde bir oyun oynamadı.
Ve bir de forvet hattı var tabii… Aboubakar’ın yeterli olmadığı kesin. (Bu arada adamın adı Ebubekir, niye ısrarla batı fonetiğine uygun yazılışı kullanıyoruz hiç anlayamıyorum.) Hele Sosa-Mario Gomez ikilisi arasındaki uyumu düşünecek olursak, Talisca’nın yokluğunda Kamerunlu golcü ne Oğuzhan, ne de Tolgay’la böyle bir ilişki kurabildi.
Diğer alternatif Cenk’ten ‘ama o Milli Takım’ın da golcüsü’ diye bahsetmemiz ise kimseyi üzmek istemem ama Beşiktaşlılar’ı sevindirmek şöyle dursun, Milli Takım’ın ayıbı olarak bir kenarda duruyor.
Tosic ile Fabri ruh ikizi sanki
Savunmaya dair de bir-iki cümle ederek işin teknik kısmını sonlandıralım.
Stoper mevkii Ulvi-Kadir, hadi tamam abarttım, Zago-Ronaldo döneminden beri sorunlu. Hırvatistan’ın Dubrovnik’in gölgesinde kalan sevimli bir sahil kenti olan Rijeka’dan gelen (inanmazsınız bir Gençlerbirliği maçı için gitmişliğim var vaktiyle) Mitrovic’le çözülür mü göreceğiz.
Tosic ile kaleci Fabri lüzumsuz topla oynama, gereksiz yerde risk alma gibi konularda ruh ikizi, bu artık anladık. Onlara Marcelo’nun ağır kalışı ve Rhodolfo’nun savunmanın ABC’si olan yer tutma konusundaki eksiklikleri de eklenince Beşiktaş’ın en yumuşak karnı savunması haline geliyor.
Bir de Güneş Hoca’nın sağ kanatta ligde Gökhan, Avrupa’da Beck formülünü bir türlü anlayamıyorum. Orta saha ve hücum hattı tamam ama savunma hafta sonu-hafta içi temposuna önlem amaçlı rotasyonu kaldıracak bir bölge değil.
Penaltı tartışması buzdağının görünen yüzü
Bitirmeden bir de yukarıda bahsettiğim huzursuzluk meselesine gelelim. Takımı sahada çıplak gözle izlediğinizde bir huzursuzluk olduğunu hissediyorsunuz. Belki ekranlara bu denli yansımıyor ama örneğin Quaresma-Oğuzhan gerginliği inanılmaz boyutta. Birbirlerine müsait durumlarda pas vermeme aşamasına geldiğine bizzat şahidim. Keza en son bu ikiliye Cenk’in de dahil olduğu bir penaltıyı sen atarsın, ben atarım tartışması yaşandı ki, bu buzdağının görünen yüzü belli ki.
Şimdi bu ekibin içine Babel gibi yine kariyerli, ona bağlı olarak egosu yüksek bir ismi de dahil ettiler. Fakat belli mi olur, deli deliyi görünce sopasını saklarmış misali, uyumlu bir ileri dörtlü de olabilirler.
Peki hep eleştirdik, hiç mi hayırlı bir laf etmeyelim. Edelim tabii. Beşiktaş’ın savunma önündeki orta saha oyuncuları ligin en sağlam isimlerinden oluşuyor. Gökhan İnler’i bile yedek bırakacak genişlikte bir ekip bu. Zaten takımın sarsıldığı maçlarda devrilmemesinin ardında da bu ekibin gücü yatıyor.
NOT: Uzun bir aradan sonra ilk kez spor yazıyorum. Neredeyse iki yıl oldu. Diken Spor’da bundan sonra da yazılarımı okumaya devam edeceksiniz sanırım. Tilki kürkçü dükkanında yani… Hadi bakalım.