SEÇİL TÜRKKAN
secilturkkan@gmail.com/@secilturkkan
29 Eylül Perşembe gününden itibaren kapatılmayı bekleyen İMC TV’nin çalışanları ile cuma akşamı farklı mülakatlar yapabildik, fakat gel gör ki bu ‘bekleme halini’ yazmaya elim gitmedi.
Kanalın çalışanlarından olan eşim Utku Zırığ ile artık evde de beklemeye başlamıştık. İster istemez.
Cuma akşamı kanaldan çıkarken herkes kişisel eşyalarını toplamış, gece bülteni için stüdyoya girecek olan arkadaşımız ise “Dün yayında veda ettik, bugün yine giriyoruz, hayırlısı” diyerek şakasını yapmıştı.
Cumartesi geçti, ardından pazar geldi, kanal kapatılmadı.
Pazartesi sabahı evden çıkarken Utku’nun cuma akşamı kanaldan ayrılırken götürdüğü takım elbiselerinden birini almak üzere evin kapısına astık ve ne tesadüf ki ikimiz de onu orada göz göre göre unuttuk.
Sanırım ‘beklemek’ böyle bir şey.
Yaptığım mülakatlardan birinde bir çalışan “Belki de yeni demokrasi kılıçları bu, tepemizde sallandırıp duracaklar, bekletecekler” demişti, ‘İyi ki’ öyle olmadı.
Cumaya dönelim. Çalıştığı kurumun polislerce kapatılacağını bilen ve aynı zamanda çalışmak zorunda olan çalışanlar ne yapar, ne hisseder, ne düşünür?
Polisleri beklerken bir mesai nasıl geçer? Bu mülakatlar hafızamızda şimdilik bir okuma olarak kalsın, ama belki ilerleyen günlerde işimize yarayabilir.
‘Burası bir tarlaydı’
Kameraman ve montaj masasından arkadaşlarla konuşmaya başlıyorum.
Özgür, beş senedir İMC’de çalışıyor. “Hemen hemen kuruluşundan beri kameramanım” diyor.
Ceyhun ise üç buçuk yıldır burada. Altı ay süreli bir stajı var, kurguda çalışıyor. İkisi de ilk önce tıpkı İMC gibi kapatılan Hayat Televizyonu’nda çalışmış.
Nasıl geçti bugün? Ne hissediyorsunuz?
Özgür: Bugün çok stresli geçti. Tamam normal günlerde de gittiğimiz bir haberin stresini yaşıyoruz. Bir basın açıklamasında değil tabii ama bazen gittiğimiz yerlerde polis müdahalesi olduğu zaman ayrı bir korku oluyor insanın üzerinde. Bugün ise yoğun bir stres vardı. Yani ne zaman gelecekler, bir müdahale olacak mı olmayacak mı? İşte, günlük rutinin dışında bir sürü insan geliyor buraya, onları görüyorsun, desteğini görüyorsun. Onlar seni motive ediyor ama ne bileyim; gözlerdeki o gerginliği illa ki birbirimizden alıyoruz.
Ceyhun: Bugün daha çok canlı yayınlarla geçti ama bu bekleyiş ister istemez geriyor. Bir de şaşkınlık var yani bir günde, bir kağıtla bir anda çalıştığım yeri kapatmaları insanı şaşırtıyor.
Özgür: Üzülmemek olamaz, hepimizin verdiği bir emek var burada. Hani derler ya ‘Burası bir tarlaydı’ diye, hakikaten öyleydi. Koltuk vardı bir tane. Her malzemeyi arkadaşlarımızla ortak taşıdık. Her şeyinde emeğimiz var bir nevi. Bunların böyle bir günde bir kararla bu hale gelmesi hepimizi üzüyor.
‘Ben kestim’
Fidel Erol/ Teknik müdür
İMC Tv’de 24 saat yayın olmadığı için geceleri kanalda tek kişi kalıyor (bu çalışma saatleri ona denk gelmiş) o da Fidel.
Ona kendi korkumu bir soru haline getirip sordum: “Ya gece 3’te gelirlerse?”
Bana olabildiğince teknik bir cevap verdi: “Öncelikle burada yayını fiziksel olarak ben başlattım diye hatırlıyorum. Gece gelirlerse ben başlattım, ben bitiririm diye düşünüyorum, bunu isterim yani. Nihayetinde çocuğumuz gibi, biz büyüttük. Bir sonu varsa sonlandırmak bize düşer diye düşünüyorum. İMC duyulmayanı duyurmaya çalıştı. Roboski’den tutun Suruç, Van depremi, darbe dönemi. O zaman da hepimiz burada canla başla çalıştık.”
Hikayenin sonunu merak ediyor musunuz?
Hemen anlatıyorum; yayını Fidel sonlandırdı.
Bunu bana elinde kabloyla, peşinde polisleri varken, insanların arasından bakıp söyledi: “Ben kestim.”
Yüzünde tebessümle birlikte.
‘İMC TV sadece logo değil ki’
Candan Yıldız / Ana haber editörü
Sık sık kendi kanalının haberini yapmak zorunda olan bir editöre, “Bu hengameyi atlatmak nasıldı, şimdi en azından mesain de sona erdi?” diyorum.
Candan şöyle yanıtlıyor: “Bugün iç sesimizi dile getirmek konusunda daha istekli olduğumuz bir gündü. Çünkü biz gazeteciyiz ve aynı zamanda insanız. Yaşananlar bizi etkiliyor. Profesyonelliğin getirdiği yabancılaşmayı biraz kırmak, o yabancılaşmaya biraz yabancılaşmak bize iyi geldi. İMC Tv sadece bir mekan ya da logo değil, orada çalışanlar var, orada beklentileri olan insanlar var. Bunu görünür kıldık gibi geliyor. Tahribatı açığa çıkarmak için yaptığımız bu yayın bana iyi geldi diyebilirim.”
‘Sesimizi duyan var mı? sorusuna yanıt almalıyız’
Banu Güven / Spiker
Medyanın pek çok halini yaşamış bir gazetecisin. Bütün bunlar sana ne hissettiriyor?
“Türkiye’de medyanın durumunu acıklı buluyorum. Bir taraftan da, gazeteciler Cemaat-AKP işbirliğinin yapıldığı yıllardan başlayarak biraz daha hızlı örgütlenebilmeyi öğrendik. Plazaların birbirinden kopardığı, holdinglerin sendikasızlaştırdığı gazeteciler, artık birbirine daha yakın duruyor. O yüzden kendimizi yalnız hissetmiyoruz. Fakat izleyiciler açısından daha karanlık gibi. Şu an izleyiciler karşımızda bir açık olan ‘Siyasette arınma mümkün mü?’ başlıklı bir programda kendine cevap bulabilir mi? Diğer bir kanalda Nagehan Alçı’lar var. Ne izleyecekler ki hakikaten? Sadece biz değil onlarca kanal var erişimi engellenen.
Yine işimizi yapmaya çalışacağız. Belki internet üzerinden izlemeye devam edecekler. Kendini karanlık çukurun içinde hissedenlerin biraz gayret edip bizi internette, nasıl bulacaklarını anlamaları öğrenmeleri gerekiyor. Biz ve kapatılan takip ettikleri diğer kanalları. Hadi bugüne kadar uydu almadılar ama ‘Sesimizi duyan var mı?’ sorumuza yanıt alabilmemiz bizim için çok önemli. Bugün bu tür arkaik yöntemlerle kapatmalar çok da işe yaramıyor.”
Kısa mülakatımızın sonuna yaklaşırken “Bir şey daha diyecektim sanki” diye sayıklamaya başladı Banu ve bir süre bunu düşündü.
Cuma akşamı nasıl hissettiğine dair anlattıklarına ek olsun; “Ya ne diyecektim ben, bi’şey diyecektim…”