HÜRREM SÖNMEZ
Geçtiğimiz günlerde her gün onlarcası yaşanan bir iş kazası yaşandı. Urfa Viranşehir’de iki katlı evde işçilerin çalıştığı sırada çökme meydana gelmiş, Aslan Durman enkaz altında kalmış. Olayın ardından haber ajansları “Kalıp ustası Aslan Durman’ın cansız bedeni enkaz altından çıkarıldı” demiş, Gazete Duvar’da Hacı Pişkin’in haberi ile öğrendik kalıp ustası Aslan Durman’ın hikayesini. Aslan Durman 14 yıllık bir öğretmen iken KHK ile mesleği elinden alındığı için inşaatlarda çalışmaya başlamış. Sol görüşlü, laik ve bilimsel eğitimi savunan aydın bir öğretmen, Eğitim-Sen’li olduğu için işinden edilen bir öğretmen, Eylül ve Adar’ın babası. Onuru ile ailesinin geçimini sağlamaya çalışırken ‘kalıp ustası’ olarak son buldu hayatı. Babası da aynı kazadan yaralı kurtulmuş Aslan öğretmenin, kimbilir ne zorluklar içinde “Ceketimi satar seni okuturum” diye diye belki okutup öğretmen yaptığı oğlu enkaz altında ölürken.
Saz çaldığı bir videosu var Aslan Durman’ın ‘töresi batası dünya, kahpe kalır şahan gider’ ağıdını çalıp söylüyor videoda, bir taş oturuyor insanın yüreğine dinlerken… “Ağaç kökü yesinler” denilenlerden biriydi, ekmeğini kazanmak için inşaat işçisi oldu. Evinde reçel yapıp satan, garsonluk yapan, pazarda tezgah açan, hayatta kalmaya çalışan pek çok KHK’lıdan biriydi. Devlet dersinden bir inşaat enkazında kalıp ustası olarak göçüp gitmek düşmüş ise de payına, biz hesabı doğru tutalım, ondört yıl boyunca öğrenci yetiştirmiş bir eğitim emekçisi olduğunu, nice insan gibi devlet eli ile hayatının karartıldığını hatırlatarak ifa edelim Aslan öğretmene karşı son görevimizi.
Aslan öğretmen gibi medeni ölüme terk edilen, işleri, ekmekleri bir KHK ile ellerinden alınan binlerce kişi ile ilgili olarak AKP genel başkan yardımcısı şahsiyet oy da kullanmasınlar diye buyurdu dün. “KHK ile kamu hizmetinden atılanlar bence oy da kullanamamalı. Bunun illa mahkeme kararıyla alınması gerekmiyor. Bence KHK’lılar oy kullanmamalı” demiş ya, sevgili Murat Sevinç çok güzel anlatmış yazısında o cümlede geçen ‘bence’nin neye karşılık geldiğini. Ben de mesela bu mühim siyasetçi hakkında ‘bence’ ile başlayan pek çok arzumu ve temennimi dile getirebilirdim ama hukuka inanmış insanlarız neticede bir kere. Hukuk düzeninin bizim şahsi kanaatlerimizle teşekkül edemeyeceğini, en temel yurttaşlık haklarından biri olan seçme hakkının da beyefendilerin paşa gönlü öyle istedi diye insanların elinden alınamayacağını bilecek kadar şuurluyuz lakırdıyı edenden farklı olarak.
KHK’lılar oy kullanmasın diye ferman salan zat, İstanbul seçimleri ile ilgili de “Hiçbir şey olmadıysa da bir şey oldu” demiş. Biz söyleyelim kendisine ne olduğunu hakkı olan ana sütü gibi helal olan hakkını aldı. Oy verdikleri insan mazbatasını alsın diye 17 gün bekleyen, uykuları kaçan yurttaşların iradesi yerine geldi. O mazbata çok şeyin cevabıydı aslında, “Simit çaya talim etsinler” denilenlerin, market çöpünden soğan, patates toplayanların cevabıydı, aylar boyunca hain, düşman ilan edilenlerin, sabah akşam aşağılanıp hor görülenlerin cevabıydı. Cezaevi duvarları ardından “Biraz hatırım varsa” diyen Selahattin Demirtaş’a “Hatırın bizde çok büyük” diyenlerin cevabıydı. O mazbata hakkı olmayana kırk türlü hile dalavere ile el uzatmakta bir saniye tereddüt etmeyenlere karşı hakkı olanı almak için günler, geceler boyunca emek verenlerin, o mücadeleden vazgeçmeyeceklerinin ilanıydı.
Aslan öğretmen enkaz altında kaldı, “Çocuklar ölmesin” diyen Ayşe öğretmen bir yaşında bebeğini bırakıp hapse girdi, devlet erkanı gelecek diye yol kapatılan zengin düğününde, “Yol niye kapalı” diye soran avukat işkence ile hastanelik edildi, bilgisayar mühendisliği öğrencisi Mahir Mete, hapse girmemek için Yunanistan’a gitmeye çalışırken Meriç nehrinde boğuldu, bütün bunlar seçimden sonraki şu iki haftada oldu. Ama “Bir şey oldu” demiş ya AKP genel başkan yardımcısı biz söyleyelim kendisine ne olduğunu, bu ülkenin yetişmiş, pırıl pırıl insanlarının hayatları paramparça edilirken, akademisyeni hapse atılır, öğretmeni inşaatta ölür, avukatı dövülürken, bir seçim oldu, her türlü gücü elinde tutarak, seçime girenlere karşı, yok sayılmak istenenlerden bir cevap yükseldi, bütün bu hesapların mahkeme-i kübraya kalmayacağına dair bir umut doğdu. Mazbata sadece bir mazbata değildi, bir mazbatadan çok daha fazlasıydı kısacası.
Şimdi müsaade ederseniz biraz bahardan konuşacağız, bekle bizi dediğimiz, derin bir aşkla sevdiğimiz şehrimizden, hayallerden, ümitli şeylerden konuşacağız. Başımıza gelenleri, kimlerle karşı karşıya olduğumuzu hiç unutmadan elbette…