MURAT SEVİNÇ
‘Ya sabır’ diye diye kırklı yaşların ortasına vardık bu memlekette çok şükür.
Bakınız, muhterem sınav severler: Yüzde 10 ülke seçim barajı, 12 Eylül yaratığıdır. Darbeciler, ülkede demokratik rejim kurulamasın, yurttaş dilediğini seçemesin, seçim gerçek bir ‘seçim’ olamasın, sol/Kürt hareketler parlamentoda temsil edilemesin, memleket ‘ANAP’giller’e muhtaç bırakılsın diye getirmiştir.
Üstelik aynı yasayla ‘çifte baraj’ öngörülmüştür. 1983, 1987, 1991 seçimleri, hem ülke barajı hem de çevre barajıyla yapılmış, AYM 1995’te çevre barajını iptal edince sonraki seçimlerde yalnızca yüzde 10 ülke barajı uygulanmıştır. İki baraj varken yapılan seçimlerde de, 2002 seçimleri kadar adaletsiz sonuçlar çıkmıştır.
Örneğin ANAP, 1987 seçimlerinde çifte baraj sayesinde yüzde 36 küsur oyla, üyeliklerin yüzde 65’ini kazanmıştır. Ya da örneğin 1991’de yaklaşık yüzde 11 oy alan DSP, üyeliklerin ancak yüzde 1.5’ini elde edebilmiştir.
‘Aslan milli irade’
2002 seçimleri de tam bir skandaldır. Mütemadiyen ‘milli irade’ sayıklayan iktidar partisi, önemli partilerin yüksek oylarla baraj altında kalmasıyla yüzde 34 küsur oy ile üyeliklerin yaklaşık yüzde 66’sını elde etmiştir.
Yani bizim uzun, kumral ve sağlam irade tek başına iktidar oluşunu, milli iradenin yaklaşık yüzde 45’inin (14.4 milyon oy) çöpe gitmesine borçludur. Anlayacağınız, tam bir ‘aslan milli irade’ öyküsü!
Bu zaman zarfında Kürt siyasal hareketini temsil eden hemen tüm siyasal partiler kapatılmış, 1991’de HEP, SHP ile ittifak yaparak TBMM’ye girebilmiştir. Üyeler, girdiklerine gireceklerine pişman edilmiş ve 1994’ün ilkbahar aylarında dokunulmazlıkları kaldırılmıştır.
TBMM’deki dokunulmazlık görüşmeleri utanç vericidir. Açıkça linç edilmişleridir. Dokunulmazlığı kaldırılan Kürt vekiller, kapıda bekleyen polis araçlarına ite kaka bindirilip götürülerek yargılanıp hüküm giymişlerdir. Nasıl linç edildiklerini merak edenler, o günlerin tutanak dergilerini internetten okuyabilir.
Çatışmaların yoğunlaştığı, Kürt işadamlarının katledildiği, faili meçhullerin yaşandığı yıllar. Öcalan’ın İmralı’da olduğu, Kürt ve Türk tarafının tavrının değişmeye başladığı dönem içinde ise Kürt siyasal hareketinin mensupları 2007 ve 2011’de bu kez bağımsız adaylarla seçime girip başarılı olmuşlardır. Tabii bu arada partileri DTP, adetten olduğu üzere kapatılmaktan yine kurtulamamıştır! 2015 seçimlerine böyle gelinmiştir.
Böyle bir barajla yapılan seçim, seçim filan değildir
Önce şunu tespit ve kabul edelim. Herhangi bir demokraside eşi benzeri olmayan böyle bir barajla yapılan seçim, seçim filan değildir. Bu oranı, 1995’te anayasal ilke haline getirilen ‘yönetimde istikrar’la açıklamak, olanak ve akıl dışıdır. Putin Rusya’sı dahi yüzde 7 olan barajı yüzde 5’e indirmiştir.
Demem o ki 32 yılda yapılan sekiz genel seçim, yurttaşın ‘seçebildiği’ birer seçim olmaktan uzak, hadi adını koyalım, garabettir. İki ay sonra, adı seçim olan dokuzuncu garabette oy kullanacağız. Çünkü demokratik seçim, halkın önüne kemik atar gibi sandık koymaktan ibaret değildir. Yurttaş tercihlerinin, o sandığa olabildiğince doğru yansıması için gerekli hukuksal düzenlemelerin yapılmasını ve ayrıca uygun siyasal atmosferin yaratılmasını gerektirir.
HDP’nin aldığı karar riskli
HDP 2015 garabetine, pardon seçimine, parti olarak girmeye karar verdi. Kişisel olarak bu seçimler özelinde bir sol ittifaktan yana olduğumu, söz konusu ittifakın ülkedeki gerilimleri ve özellikle 7 Haziran gerilimini azaltacağını düşündüğümü daha önce yazmıştım.
Bir iki baraj altı partiyi saymazsak partiler tek başlarına girmeye karar verdi. Kürt siyasal hareketinin önceki seçimlerdeki ve Demirtaş’ın 2014’teki oy oranları düşünüldüğünde, HDP’nin aldığı karar riskliydi.
Parlamentoda bulunması çok önemli olan bir partinin, garanti bağımsız adaylık yerine böylesi bir tercih yapması, muhtelif eleştiri ve kaygılara neden oldu/oluyor. Barajı geçememesi durumunda, AKP’nin bölge vekillerini alarak daha az oy oranıyla daha çok üye çıkarma olasılığı, tartışmayı alevlendiriyor.
Kesim kesim fikir
Bir kesim, HDP için kaygılı. Bir kesim, HDP’nin AKP ile başkanlık üzerine anlaştığını ve bu nedenle kendisini feda ettiğini düşünüyor. Bir kesim ise, ‘Neden güvenmeliyim?’ sorusunu yöneltiyor. Tabii bir de Deniz Baykal var! O, ‘kesimler üstü’ matrak bir siyasi figür ve her zaman olduğu gibi ülkede herhangi bir şey olmasın, hiçbir şey değişmesin istiyor anlaşılan. Antalya mebusluğu, forever…
Bu ‘kesimler’in ana argümanlarının her biri üzerine bir araba dolusu laf etmek mümkün. Ancak gerek yok.
Demek ki birinin baktığı yerden, 2015 Nisan ayında AKP ve HDP uzlaşmış görünüyor. Bir diğeri Özal’ın, Akbulut’un, Demirel’in, Çiller’in, Erbakan’ın, Erdoğan’ın başbakanlık yaptığı memlekette, HDP’ye hiç güven duyamıyor. Koşa koşa gidip Kenan Evren’e ve 1982 Anayasası’na yüzde 90’ın üzerinde oy vermiş necip halkımız, iş Kürt siyasal hareketine geldiğinde güvensizlikten güvensizliğe savruluyor. Ama örneğin milliyetçi oyların artışıyla vs. hiç ilgilenmiyor, bundan pek kaygı duymuyor!
Türkiye’de demokratik seçim ilkeleri ve onlardan biri olan ‘serbest oy’, 1950 yasasıyla güvence altına alınmıştır. Memlekette hiç kimse bir diğerine oy baskısı yapamaz.
Okuduğunuz satırların yazarı tavuk olmadığı için, elbette bir ideolojisi var. Ancak bu yaşına dek, destekledikleri/oy verdikleri dahil herhangi bir siyasal partiye gönül vermedi. Yüzde 10 barajla yapılan ve adına hiç arlanmadan seçim denilen bu periyodik oylama etkinliğinde kullanılan oyu, büyük ölçüde ‘taktik’ olarak görmekte. Taktik oyun, hele ki bizimki gibi rejimlerde değerli ve gerekli bir siyasi yöntem olduğu kanısında.
Partiler birer düşünce topluluğu değil
Bu bakış açısıyla her parti ve siyasal hareket, yaşama bakılan yerden eleştirilebilir ve mutlaka eleştirilmeli. İnsanı ve kurumları geliştiren, eleştiridir. Ölçüsüz övgü, mutlak olarak aptallaştırır.
2015 seçimlerine parti olarak girmeye karar veren HDP’nin de gerek bu kararı gerekse pek çok eylemi, eleştirilebilir. HDP de eleştiriden bağışık değil. Çünkü aynen yaşamın geri kalanında olduğu gibi, bir partide de ne görmek isterseniz, onu görürsünüz. Bunun sonu yok.
CHP ve HDP eleştirisi bir sonraki yazının konusu olacağından, uzatmıyorum. Sonuç olarak partiler birer düşünce topluluğu değil, oy almayı ve bu nedenle ilkelerinden fazlaca ödün vermeden, toplumun olabildiğince geniş kesimlerine ulaşmayı hedefleyen örgütlenmelerdir.
Akıl ve izan dışı baraja karşı yürekli bir girişim
Hâl böyleyken, Kürt siyasal hareketinin onlarca yıllık ve her açıdan acı dolu bir maceranın sonunda, bu kez parti olarak TBMM’ye girmeyi istemesinde anlaşılmayacak bir yan yok. Evet, bu tercih, akıl ve izan dışı barajı yıkmanın bir yolu. Açıkça, baraja karşı girişilmiş ve demokrasiyi hedefleyen son derece yürekli bir girişim.
Şimdi kimi muhteremler, HDP’nin barajla, aslında açıkçası ‘12 Eylül’ ile mücadelesini görmezden gelip ‘Neden güvenelim?’ sorusunu yöneltiyor. Güzel kardeşim, sizin idrak yollarınız tıkalıysa HDP ne yapsın?
Katledilirlerken, muhterem devlet köylüsüne/yurttaşına dışkı yedirirken, failleri meçhul bırakılıyorken, köyleri boşaltılıyorken, ormanları ve tarlaları yakılıyorken sen ne yapıyordun da şimdi ‘güven’ duygusundan söz ediyorsun? Hadi sana da soralım o zaman: HDP’liler sana neden ve nasıl güvensin peki? Üstelik velev ki HDP ‘anlaşmış’ olsun. Ne üzerine anlaşmışlardır, bizlerin sabun yapılması üzerine mi? Nedir bu ‘anlaşma’ denilen? Ya da, bu anlaşmış halleri mi gerçekten!
Çok ayıp
Israrla partileşmeye, batıya açılmaya, siyaset yapmaya çalışan bir hareket HDP. Siyaset yapmak ve ülkenin geri kalanına bir şey anlatmak, seslenmek zorunda olduğunun bilinciyle davranan bir hareket. Deniyorlar. Çok zor bir şey deniyorlar üstelik. Bir arada kalabilmek, barışabilmenin yollarını bulabilmek için. Eşit yurttaşlığın yolunu inşa etmek için.
Kimse kimseye bir şey bahşetmiyor. Bahşedemez. Memleket kimin babasının malı ki Kürt’e bir hak bahşedecek. Eşit yurttaşlığı, yani halihazırda hakları olanı, bıkıp usanmadan mücadele ederek ediniyorlar. İsteyen oy verir istemeyen vermez, bu başka mesele.
Buna mukabil, Türkiye’nin içinde bulunduğu hayli tedirgin edici koşullarda, baraja ve muktedire karşı verilen böylesi bir hak mücadelesini görmezden gelip bir siyasi hareketi mütemadiyen ‘dürüstlük’ testine tabi tutmak, kabul edilebilir değil. Ve hatta, çok ayıp.
Üstelik söz konusu testi yapan da ‘Çalıyorlar ama çalışıyorlar’ gibi mide bulandırıcı ifadelerin mucidi olan Türkiye toplumunun bir kesimi. Bu omurgasızlık ve riyakârlık cehenneminde, işlerini güçlerini bıraktılar HDP’yi güvenilirlik sorgusuna çekiyorlar.
Allah akıl, fikir ve izan nasip etsin. Başka ne denilebilir, bilemiyorum ki…