LEVENT GÜLTEKİN
acikcenk@gmail.com
@acikcenk
Büyükşehir belediye başkanları AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın daveti üzerine sarayda toplandı.
Toplantıya AK Partili başkanların yanısıra CHP’li ve MHP’li başkanlar da katıldı.
Muhalefete mensup belediye başkanlarının toplantıya katılmasına yönelik iki görüş söz konusu.
Bir tarafta “İyi oldu Erdoğan’a kutuplaşma fırsatı verilmedi, uzlaşma ortamı yaratıldı” diyenler; diğer tarafta ise “CHP’li belediye başkanları bu toplantıya giderek Erdoğan’ın politikalarını, pozisyonunu meşrulaştırıyorlar” türü eleştiriler yöneltenler var.
Toplantı çıkışı açıklamadaki “Biz de çok mutlu olduk. Bir kez daha sayın cumhurbaşkanımıza bu toplantıyı tertiplediği, gergin havanın ortadan kaldırılmasını sağladığı için teşekkür ederiz” cümlesine bakılırsa muhalefete mensup belediye başkanları da bu görüşmeden bir hayli memnun.
Belediye başkanları açısından bakıldığında toplantıya katılmanın izah edilir bir tarafı var gibi gözükebilir.
Çünkü var olan sorunların çözümü için iktidarla diyalog kurmak gerektiğini düşünüyorlar.
Fakat bütün bir muhalefet açısından ciddi bir sorun var ortada.
Bir taraftan “Hukuku, özgürlüğü, demokrasiyi, insan haklarını yok eden, ülkedeki rejimi değiştiren, laikliğe dayalı yönetim anlayışını tahrip eden diktatör bozuntusu” deyip diğer taraftan aynı partiye mensup belediye başkanlarının davete katılıp “Gerginliği azalttığı için sayın cumhurbaşkanımıza çok teşekkür ederiz” türünde açıklama yapmaları pek tutarlı, sağlıklı bir politika değil.
Gerginlik?
Hangi gerginlikten bahsediyorlar acaba? O gerginlik niçin var?
Benim bildiğim gerginliğin temel nedeni iktidarın tek adam rejimini tesis etmesiydi.
Yani hukukun ayaklar altına alınması, demokrasinin işleyişinin aksatılması, özgürlüklerin kısıtlanması, şeffaf bir yönetim anlayışının olmamasının yarattığı bir gerginlik var.
Peki ne oldu da o gerginlik bitti?
Bütün mesele Erdoğan’ın muhalefeti adam yerine koyup görüşüp görüşmemesinde mi yatıyor yani?
Nereden bakarsanız bakın muhalefet açısından zayıflık, dirayetsizlik, kararsızlık olarak görülecek bir durum var.
Ya ‘diktatör’ demeyeceksiniz ya da her çağırdığında davetlerine koşa koşa gitmeyeceksiniz.
Ya partili cumhurbaşkanlığının sorun olduğunu söylemeyeceksiniz ya da davet geldiğinde partili kimliği olmayan bir cumhurbaşkanıymış gibi davranmayacaksınız.
Ya “Rejim sorunu var”, “Ülke büyük bir yıkıma sürükleniyor” gibi büyük laflar etmeyeceksiniz ya da bu lafları ediyorsanız bunun ağırlığına uygun bir tutum içinde olacaksınız.
Her ikisi bir arada olmaz.
“Belediye başkanlarının toplantıya katılması iyi oldu, uzlaşma ortamı sağlandı, Erdoğan’ın elindeki kutuplaştırma kozu alınmış oldu” diyerek bu çelişkili durumu normal göstermeye çalışanlara da bir çift sözüm var:
Ülkede kutuplaşma niçin var?
Erdoğan muhalefete mesafe koyduğu, onlarla diyalog halinde olmadığı için mi var yoksa demokrasi, özgürlükler, hukuk, insan hakları bütünüyla rafa kaldırıldığı için mi?
Erdoğan her gülümsediğinde, her barışçı mesaj verdiğinde kutuplaşma ortadan kalkacak mı?
Rejimin değiştirilip tek adam rejimi kurulmuş olması, bağımsız yargının bütünüyle yok edilmiş olması, özgürlüklerin kısıtlanması…
Bütün bunların hepsi duruyorken, dahası Erdoğan’da bu politikalarından en küçük bir geri adım havası yokken hangi uzlaşmadan bahsediyorsunuz?
Uzlaşma demokraside olur.
Uzlaşma adalette, özgürlükte, eşitlikte, insan haklarında, şeffaflıkta, dürüstlükte olur.
Neyin uzlaşması bu ve kiminle yapılıyor?
Ne dediğinizin farkında mısınız?
Erdoğan’ın kendi yanlış politikalarında gösterdiği kararlılığın, dirayetin, onda birini muhalefet kendi doğrularında gösteremiyor ne yazık ki.
Bu da her seferinde Erdoğan’ın kazancı olarak yazılıyor.
Ortada ciddi bir rejim sorunu var. Yönetim sorunu var. Anlayış sorunu var. Felsefe sorunu var.
Yüzlerce aydın yazar, akademisyen hapislerde çürüyor.
Daha geçtiğimiz hafta millet iradesi hiçe sayılarak üç büyükşehir belediyesine kayyım atanmışken, “Dindar nesil yetiştireceğiz” gibi gerçeklikten kopuk bir anlayışla eğitim sistemi felç edilmişken, tek adam rejimi inşa edilmiş, adalet, eşitlik, özgürlük, demokrasi, liyakat, gibi değerler bütünüyle tahrip edilmişken, TBMM devredışı bırakılıp koca bir ülke KHK’larla yönetilirken neticesinde ekonomide ağır bir yıkım varken, milyonlarca insan yoksulluk sınırındayken, milyonlarca genç işsizlikle boğuşurken, üstelik tüm bunlara neden olan politikalarda milim değişiklik yokken bu politikaların sahibi, uygulayıcısıyla uzlaşmaya çalışmak ülkeyi düşünmek değil, kendi koltuğunu, kendi pozisyonunu sağlama almaktır.
Böyle bir ortamda uzlaşmaktan bahsetmek bu politikalara, bu gidişata teslim olmaktan başka bir şey değildir.
Dirayet yoksunluğudur, kendi doğrularına, yaklaşımına inançsızlıktır, dahası karakter zafiyetidir.
Ya “Bütün bunları sorun olarak görmüyoruz” deyip ona uygun politika ve söylem geliştireceksiniz ya da bu politikaların uygulayıcısına meşruiyet kazandırmaktan uzak duracaksınız.
Bunun ortası yok.
Diğer taraftan muhalefet Erdoğan’la iyi geçinmeyi, o davet ettiğinde gitmeyi AK Parti tabanıyla iyi geçinmek, onlarla uzlaşmak sanıyor.
Kutuplaşma yaratmamak için söze, tavra politikalara dikkat etmek, AK Parti tabanını dışlayacak, ötekileştirecek, yaklaşımlardan uzak durmak gerekiyor, yoksa ülkemizi ağır bir faturayla karşı karşıya bırakan politikaların sahibi mevcut iktidarla iyi geçinmek onu meşrulaştıracak davranışlarda bulunmak değil.
Muhalefet bu kararsızlıkla, bu ikircikli tavırla, bu alttan alan, zaman zaman geri adım atan tavrıyla, ülkede temel, yapısal, hayati sorunlar yokmuş, tarafsız bir cumhurbaşkanı varmış gibi davranmakla AK Parti tabanında da hem inandırıcılığını yitiriyor hem de Erdoğan karşısında zayıf kişilik, karakter olarak görülüyor.
Üstelik bu yanlışlarını da “Mesele vatansa gerisi teferruattır” gibi sakat bir anlayışla izah ediyorlar.
Oysa bilmeleri gerekiyor ki bir ülke ancak demokrasiyle, bağımsız yargıyla, özgürlüklerle, dünyayla uyumlu bir eğitim sistemiyle, şeffaf, denetlenebilir bir yönetim anlayışıyla vatan olabilir.
Bu değerlerin olmadığı ülkelerde vatan zaten tehlike altındadır.
Tam da böyle yaparak esasında vatanı teferruat, koltukları, elde edilen pozisyonları korumayı ise esas mesele gördüklerini göstermiş oluyorlar.
Muhalefet bu yaklaşımıyla tavır alma fırsatını da kararlı duruş hakkını da tutum belirleme inisiyatifini de ne yazık ki Erdoğan’a veriyor.
“Diktatör bozuntusu” deyip “Ülke büyük tehlike altında” gibi cümleler kurup sonra da her davete koşa koşa gitmek…
Biraz ciddi, biraz kararlı, biraz dirayetli politikalara, tutuma, tavra ihtiyaç var.
Böyle kimin ne yaptığı, kimin nerde durduğu, kimin tam olarak neyi dert ettiği, neye karşı olduğu belli olmayan tavırsızlıkla ne ülke ne de muhalefet bir yere varabilir.
Erdoğan’a kazandıran, kendi yanlışlarının arkasında, muhalefetin kendi doğrularının arkasında durduğundan daha kararlı, daha dirayetli, daha istikrarlı durması.