GÜLBEN ÇAPAN
gulbencapan@diken.com.tr
@istanbulartsnob
Geçen hafta Hilton Convention Center’da düzenlenen Istanbul Art Show’a katılan Genco Gülan, ‘duvara bantlanmış muzlardan’ ibaret eseriyle haftalardır sosyal medya, yazılı ve görsel medyada haber olan Maurizio Catellan’ın ‘Komedyen’ adlı işine referans vererek ‘bomba’ bir iş üretti.
Bu yılki Art Basel Miami’de heyecan yaratmayı başaran ‘Komedyen’den sonra, Gülan’ın İstanbul’da sergilenen, iki adet muzdan oluşan işi Galeri Baraz standında ‘Gördüm ve artırıyorum’ adıyla yer aldı.
Sanat tarihinde yer edinmiş sanatçılara ve günümüz çağdaş sanatçılarına referans vererek birçok iş üreten Gülan, Catellan’ın muzuna ilişkin, “Bu da mı sanat?” tartışmasını ve oradan yola çıkarak takındığı tavrı şöyle özetliyor: “Catellan yapıtı ile sanat dünyasına, bir anlamda, rest çekmişti. Ben de onun restini gördüm ve arttırdım; iki misli dedim. Yapıt sergiye konur konmaz ve aramızda herhangi bir anlaşma olmamasına rağmen, sanatçı Bubi geldi, izin istedi ve ilk muzu yedi. Ardından ressam Buket Aslantepe ikinci muzu yedi. Fuarda sergilenmeye devam eden işler ikinci set muz oldu. Catellan’ın muzunu çok beğendim ve başarılı bir iş olduğunu düşünüyorum. Bravo Maurizio Cattelan! Takip ettiğim ve işlerimiz arasında paralellikler görülen / gördüğüm bir sanatçı.”
Hürriyet’ten Erkan Aktuğ’un kendisiyle yaptığı röportajda, işin en beğendiği yanının gündemi değiştirmesi olduğunu vurgulayan Gülan şöyle devam ediyor: “Gündemi zaten beş para etmez, abuk sabuk bir takım adamlar dolduruyor. İnsan beyninin de bu (uzun süreli) strese ara vermeye ihtiyacı var, yoksa beyin küçülüyor. Sanat bunun için en iyi çözüm. Sanatçıya bunu gerçekleştirmesi için her yol mübah! Tabii ki Komedyen olayında David Datuna muzu yemeseydi bu kadar büyümeyebilirdi. Ama hatırlayalım, Duchamp’ın Çeşmesi (1917) sansürlendiği ve Mona Lisa’da (1503) 1911 yılında çalındığı için meşhur olmuştu. Yani yapıt ile etkileşim meselesi önemli.”
Geçen yıl İstanbul Mecidiyeköy’deki Pilevneli Galeri’de ABD’li heykeltraş Tony Matelli’nin muz kabuklarıyla kaplı heykelinin önünde de muz yiyen Gülan, “Matelli heykeli önünde bir muz yemiştim. Yaklaşık bir sene sonra Datuna, Miami’de benzerini yapmasaydı, kimse yaptığım işin bir performans (veya aksiyon) olduğuna, olabileceğine ikna olmayacaktı. Cattelan’ın bu muzla gösterdiği en önemli şey, sanatçının oyun kurucu rolünün hala devam ettiğidir” diyor.
Akademisyen ve aynı zamanda yılda en çok sergi açan sanatçı rekorunun sahibi, geçen yıl Milliyet Sanat Dergisi’nin düzenlediği ‘Heykelde Yeni Keşifler’ yarışmasında dereceye giren Gülan ile sohbete meyvelerle başlasak da kapsamlı bir şekilde gündemi değerlendirdik. Ocakta Ankara’da açacağı yeni sergisini konuştuk, Türkiyeli koleksiyonerleri ve çağdaş sanat kurumlarını çekiştirdik. Son olarak da yeni açılan müzelerin geleceği hakkında fikir alışverişinde bulunduk. Sanatçının bakış açısını anladık. Sansürsüz bir 2019 özeti ve yılın son röportajı ile mutlu yıllar!
Eğitim Kültür ve Araştırma Vakfı’nda (EKAV) 2014’te açtığın ‘İsimsiz!’ başlıklı sergiyi unutamıyorum. Müthiş fikirler vardı o sergide. Ankara Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde yine büyük bir sergi açıyorsun. Biraz bahseder misin?
Teşekkür ediyorum Gülben. Evet, İnci Aksoy’un pozitif enerjisiyle birleşince çok farklı bir sergi olmuştu ‘İsimsiz’. Kendimi kavramsal bir çerçeveyle sınırlamamıştım; bu da yaratıcılığı olumlu etkilemişti. Geçenlerde Getty Museum’un Twitter hesabında bahsettiği, ‘Çukulata İmparator’ (2014) isimli heykelimi de ‘İsimsiz’ sergisinde sergilemiştim. En az ‘İsimsiz’ kadar büyük bir sergiyi, ‘Soyut Arkeoloji’ adıyla, 7 Ocak 2020’de, Ankara Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde açacağım. Antik referanslı heykellerimin yanı sıra büyük ebatlı soyut resimlerim de yer alacak. Bu sergi vesilesiyle moderniteyi, post-modernle barıştırmayı deneyeceğim. Projede Belma Ersu ve Çankaya Belediyesi ile beraber çalışıyoruz.
Yılda beşten fazla solo sergi açıyorsun. En çok sergi açma rekoru sende galiba.. nakliyesi, sigortası ve üretimi bir hayli masraflı işler. Nasıl fon buluyorsun?
Sergilerin çoğu davet şeklinde oluyor. Davet edildiğim zaman maliyetleri karşı taraf karşılıyor. Bazı projelerde yeni mecralar bana inanılmaz imkanlar tanıyor. Örneğin Online performanslara başladım, birkaç sene içinde İstanbul’dan New York’a, Suncheon’dan İstanbul’a ve son olarak İstanbul’dan Örebro, İsveç’e canlı performanslar yaptım. Farklı şehirlerde, bazen eş zamanlı solo sergiler de açıyorum ve karma sergilere katılıyorum. Formül basit; ukalalık yapıp gelen teklifleri geri çevirmiyorum. Karşıma çıkan sorunları, şikayet etmek yerine, çözmeye çalışıyorum. Böylesi bir trafiğin içine girmek, girebilmek için de alternatif üretim ve paylaşım yöntemleri geliştirmek gerekiyor. Düzenli üretmek, ürettiğini paylaşmak ve bunu bir yaşam şekli haline getirmek işin sırrı. Süreci sürdürebilir hale getirmeyi becerince de çark dönüyor. Sanat yazarı arkadaşlar da, geçenlerde espri olsun diye, bir kupa yaptırıp elime tutuşturdular, sağ olsunlar.
Satış konusunu nasıl hallediyorsun? Satış işinde sanatçı ve koleksiyoner baş başa kalınca ortam dövüş sahnesine dönüşebiliyor…
Birkaç ayrı galerici ve sanat yöneticisi arkadaşımla çalışıyoruz. Örneğin bu sabah Güliz Özbek Güney Afrika’dan aradı. Kendisi Art 50 Online sanat platformunun kurucusu. Güliz ile birçok proje geliştirdik, sergi yaptık. Yapıt satışı en az üretmek kadar zor bir iş ve tamamen ayrı bir uzmanlık gerektiriyor. Ekonomi profesörü arkadaşım Aylin Seçkin’e de bahsettiğim gibi ekonomi ve sanatı birbirinden tamamen farklı ama teğet (Calvino’nun Dünya’ya yaklaşan ayı gibi) iki gök cismi veya gezegen olarak tahayyül ve tarif ediyorum. Yani aralarında direkt bir ilişki kesinlikle yok. Ama günün sonunda dökümcünün parasını nereden çıkaracağını bulmak gerekiyor.
Birlikte çalıştığın birileri olsa da konu dönüp dolaşıp pazarlığa geliyor. Bu noktada ne yapıyorsun? Sanatta pazarlık olur mu?
Pazarlık geleneksel bir Türk sporu. Ülkemizde ise insanlar yapıtı edinmek kadar fiyatını düşürmekten zevk alıyor. Nokta. Fakat sert tecrübeler de sert işlerin çıkmasını sağlayabiliyor. Örneğin ‘Para Kafa’ (2017) adlı büstte tanrı Apollon’un kafası tamamen paradan oluşacak şekilde yeniden kurguladım.
Kasım ayında sanat ve hukuk başlıklı bir panel vardı. Orada Moiz Zilberman ve Haldun Dostoğlu gibi Türkiye’nin iki önemli galericisi galeri ve sanatçı arasında sözleşme konusunda zıt fikirler savundu. Sen de seyirciler arasındaydın. Çalıştığın Piramid Sanat ve arada proje bazlı çalıştığın diğer galeriler ve galericilerle sözleşmeli mi sözleşmesiz mi çalışıyorsun?
Siyah Beyaz, 450 Broadway, Karşı Sanat, Daire Sanat, Galeri Artist, Antonina, Lang Photo Gallery, The Hallows. Birçok galerici dostumla da iş yaptık; Pırıl Güleşçi, Mine Gülener, Yahşi Baraz gibi. Piramid Sanat ile çalışıyorum ama başka galeriler ile de iş gösteriyorum. Çalıştığım galerilerle nikah masasına oturmuyorum. Galeriler ve / veya kurumlarla nadiren sergi / proje bazında sözleşme yapıyoruz.
Bu sözleşmeler çoğunlukla karşı tarafın haklarını koruyan / koruyacak türde oluyor. Sanatçı haklarını düşünen tek kurum benim de üyesi olduğum, Unesco AIAP’a bağlı Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği ama onun da (hukuksal hal) taleplerinin işlev kazanması / kazanabilmesi kolay değil. Türkiye’deki sergilerde yapıtlar çok nadir olarak sigortalanıyor. Taşınma esnasında kırılması işin fıtratında var! Eser ancak yurt dışına çıkacaksa sigorta söz konusu oluyor. Orada da sigortacıların yapıtımın ne olduğunu kavrayamayıp, sigortalayamadığı durumlar mevcut. Yapıt sigortalı olsa ve tahrip olsa / edilse de sigortayı istemediğiniz / isteyemediğiniz durumlar da var. En çok da, Türkiye’yi dünyanın bir ucunda temsil ettikten sonra, dönüşte yapıta gümrük ödemek zorunda kalmak adama koyuyor!
Yılın son günlerini yaşıyoruz. 2019 yılı Türkiye sanat ortamına iki adet müze kazandırdı. Birinin arkasında bir vakıf diğerinin ise arkasında tek bir kişi var. Bu müzelerde gelecek görüyor musun?
Türkiye’de vakıflar şirket gibi hatta patron şirketi gibi çalışıyor. Dolayısıyla vakıf, şirket ya da kişi fark etmiyor. Özel müzeler, kamuya açık şahıs koleksiyonları, özerk birer yapıya kavuşup, profesyonelce yönetilip, düzgünce (bağımsız olarak) denetlenirlerse gerçek birer sanat kurumuna/ kuruluşuna dönüşebilirler. Türkiye’de bugüne kadar edindiğimiz tecrübe bunun tam tersi yönünde. Amerika’da bir iki kez ziyaret ettiğim müze (Whitney Museum of American Art) bile bana mail atıp fikirlerimi soruyor. “Neler düzeltebiliriz”, “Bir sonraki programda ne yapalım” diyen anketler yolluyorlar.
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Fakültesi’nde Müzecilik Bölümü’nde ders verirken bile yerli müzelerden herhangi bir konuda fikir soran bir mail almadım. Yaklaşım farkı bu. 1990’ların sonlarında, naif bir şekilde, ülkemizdeki sanat alanındaki en büyük eksikliğin, sanat müzelerin olmaması olduğunu düşünüyorduk. Fakat 2000’lerin başında, ülkemiz özel müzelerle tanışınca, o günlerdeki özgün, özgür ve özerk sanat ortamının, bu ortamda yaptığımız ve sonu hiçbir yere varmayan (veya öyle zannettiğimiz) tartışmaların değerini anladık.
Peki yine bir vakıf tarafından yönetilen İstanbul Bienali. O da 2019 yılının en çok konuşulan sanat haberleri arasında yer aldı. Nasıl buldun Nicolas Bourriaud küratörlüğündeki edisyonu?
İstanbul Bienali iddialı küratörü ve ilginç başlığına rağmen zayıftı. Nicolas Bourriaud gibi bir isimden ve Antroposen gibi ilginç bir kavramdan bu kadar sönük bir bienal nasıl çıktı bilemedim. Serginin son anda yer değiştirmesi büyük şanssızlık, ülkenin politik durumu problemli ama bunlar bahane değil. Kanımca en büyük sorun, projenin öncelikle İstanbul ve kentin sanat ortamıyla organik ilişkilerini yitirmiş olması: Pre-fabrik malzemeyle değirmen dönmüyor. Bu arada unutmadan, bireysel işlerden çok iyi olanlar vardı. Örneğin; Hale Tenger’in adadaki işini çok beğendim. Unutmadan kendisini de buradan tebrik edeyim.
Yurt dışında bienallerde yer almana, yıllardır sanat pratiğine İstanbul’da devam etmene rağmen bugüne kadar hiç İstanbul Bienali’nde yer almadın. Bienallerdeki sanatçı seçimlerinde sence yapıtlar mı ilişkiler mi daha önemli?
İstanbul Bienali’ne hiç katılmadım ama ilginçtir Tiyatro Festival’inde iki kez yer aldım. Yurt dışında birkaç bienale katıldım. Bu seçimlerde ilişkiler yapıtların önüne geçebiliyorlar. 2000’lerin başında ben de yeni bir bienal formatı oluşturdum: Web Bienali (WB), şehirsiz, sponsorsuz online bir bienal. (Bkz. webbiennial.org/) WB alanında ilklerden biri ve ciddi katılım oldu. Her seferinde yüzlerce sanatçıya ev sahipliği yaptı ve akademik tartışmalara girdi, makalelerde yer aldı. Proje, internet ortamında yaşadığımız içerik devriminde öncü rol oynadı. WB artık aktif değil ve fikri dönüşmeyi bekliyor.
Web Bienali fikrini çok sevdim. Belki hep bu şekilde alternatifler üreterek sistemde sağ kalmaya çalışmak gerekiyor. Bugün Türkiye’de sanat sisteminin en büyük eksiği nedir?
Kanımca bugün Türkiye’de sanat alanında yaşadığımız en büyük problem tartışma ortamının ortadan kalkmış olmasıdır. Hatta ne yazık ki, ‘tartışma’ kelimesi, artan toplumsal gerilime paralel olarak, dilimizde anlamını değiştirmeye, dönüşmeye başladı: Sopaları alıp nereye gidiyoruz? Kamplaşma toplumda kangren etkisi yaratırken ilk kaybedilen uzuv kültür sanat ortamı olmamalıdır. Kaygan bir zeminden ve kırılgan bir iklimden bahsediyoruz ama tartışma ortamı bir olmazsa olmaz.
‘Gatekeepers’ meselesi, yani kurumların sürekli ve tekrar halinde aynı isimlerle çalışması hakkında ne düşünüyorsun?
Toplumumuzda yükselen takım tutma modası (takım, parti, cemaat, tarikat vb.), yansımasını kendisini liberal olarak tarif eden kesimde de bulabiliyor: Bizden misin, onlardan mı? Aynı soruyu bu ekibe de sormalı: özgürlükçü müsünüz yoksa değil mi?
Bu, özgürlükçülük meselesinin gündelik hayata yansıması, yavanlık ve sıkıcılık diyebileceğimiz ve monotonluk olarak tarif edebileceğimiz bir sendrom. Papaz da her zaman pilav yemez. Vaktiyle Selanik Müzesi için bir sergi yaparken ekipteki sanatçı arkadaşlarımdan Memed Erdener’e demiştim ki: “Fikirlerine katılmıyorum ama yapıtının, izninle, kesinlikle bu sergide yer alması gerektiğini düşünüyorum”
Tabii, sanatın iyi olması esas. Fakat bazı örnekler var, mesela bir sanatçı kendine adeta düğün yaptı. Türkiye, kötü sanatı ne zaman idrak etmeye başlar?
Sanat başka bir şey, sanat adı altında gösterilen, pazarlanan şeyler başka şeylerdir. Bunlar çakışsa ne güzel olur ama bunun hiç bir garantisi yok. Manhattan sokakları, çöplerin kenarına dizilmiş tablolarla doludur. Bugün satın aldığınız şeyin yarın çöp haline gelmeyeceğini önceden bilemeyiz. Aynı şekilde, öyle bir iş bulursunuz ki, o parça yirmi sene sonra evinizden daha değerli hale gelebilir. İyi sanat, kötü sanat meselesini genellikle spor metaforu üzerinden açıklamayı tercih ediyorum. Herkes koşu ayakkabısı giyebilir, koşabilir, bu moda da olabilir, bunda sorun yok. Hatta spor faydalı bir şey. Ama sonuçta çok az insan Olimpiyatlar’da yarışıp, dünya rekorları kırıyor ve/ veya tarihe geçiyor.
Fakat işin ne kadar iyi pazarlandığıyla işin gelecek riski de aynı oranda artıyor. Bu gibi örneklerde bence ‘sanatçı’ işi üreten değil de pazarlayandır. Bu pazarlama balonu patlarsa ilk kim ölür?
Pazarlama balonu patlarsa pazarlamacılar/ pazarlayanlar ölür. Biz sanatçılar her gün asit testinden geçiyoruz zaten.
2019 yılında kültür-sanat üzerine yazan gazeteciler tarafından çokça tartışılan bir diğer konu da robotlardı. Üniversitede dijital medya dersi veren bir öğretim görevlisi olarak gelecekte boya ve fırçanın yerini robotların alacağını düşünüyor musun?
Yaklaşık yirmi yıldır robotlarla çalışıyorum. Son on senedir de yapay zeka kullanıyorum. Robotları kullandığım bir projeyle European Media Art Festival ödülü almıştık. Yapay Zeka’yı da farklı şekillerde kullanıyorum; bir Akademik makale yazdım ve bu makaleyle Wikipedia’ya girdim. Yine yapay zeka kullanarak bir tiyatro oyunu yazdım ve hala resimler yapıyorum. İleride makine aklı hayatlarınızda kesinlikle standart haline gelecek.
2019’u özetlediğimizi varsayarsak.. Genco Gülan 2020’de nerelerde olacak?
Yakın gelecekteki en ilginç proje, ocak ayı başında Salvador Dali anısına yapacağımız gala yemeği. 10 Ocak’ta Selda Güleç’in İmalathane’sinde olacak bu yemek ve kısa süreli sergi. Selda, üstadın sevdiği yemekleri yapacak, ben de bir süredir çizimleri üstünde çalışıyorum. Bir seri eskizini yorumlayarak yeniden ürettim.
Bahar ayları için Ege Üniversitesi benden bir sergi istedi. Corpus ve Revolver yayınlarından Hasan Bülent Kahraman’ın kaleme aldığı yeni kitabım çıkmak üzere. Son okumaları yapıyoruz. Genco Gülan ve Antik Gelecek başlıklı bu kitabı, pek yakında bir sergi ile beraber sunacağız.