MUSTAFA ALP DAĞISTANLI
Özellikle bu memlekette ve başka ülkelerde de gazetecilik prensiplerine, etiğine uygun iş yapmak gazetecinin başını belaya sokar, sokuyor; biliyoruz. İşsiz kalırsınız, aforoz edilirsiniz, takibata uğrarsınız, mahkemeye düşersiniz, sizi çürütmek için hapse atarlar…
Gazetecilik etiğine, ilkelerine uygun davranmamanın topluma ve gazeteciliğe nasıl zararlar verdiğini de görüyoruz, yaşıyoruz. Ama gazetecilik etiği ve ilkeleri aslında gazetecileri koruyabilir de.
Dün mahkemeye çıkan Doğan Holding Ankara Temsilcisi Barbaros Muratoğlu’nun duruşmadaki lafları ibret verici bir örnek mesela. Muratoğlu gazeteci değil, ama yine de gazetecilikle ilgili konuşmamızı boşa çıkarmayacak bir durum var.
Muratoğlu 2012’de bir davetle ABD’ye gitmiş ve beraber gittiği heyet Pensilvanya’da Fetullah Gülen’i de ziyaret edip fotoğraf çektirmiş. Davetin kimden geldiğini, söylemediği için, bilmiyorum. Davet aslında o zaman Hürriyet’in Ankara temsilcisi Metehan Demir’e gelmiş. Demir gidemeyeceğini söylemiş ve “Sen ABD’yi görmediysen sen git istersen” demiş.
Kural şu: Gazeteci, gazetesinin verdiği parayla gitmeli. Fakat bir sürü şirketin bir sürü gazeteciyi yakın veya uzak diyarlara gezilere götürdüğünü ve sonra bu gazetecilerin oralardan ‘haber’ler yazdıklarını biliyoruz. Bu çok yaygın ve çok yanlış bir uygulama. Paranı başkası (şirket vs) veriyorsa yazdığın habere güvenemeyiz.
Evet, şimdi ‘FETÖ’ soruşturması kapsamında ‘örgüte yardım etmek’ suçlamasıyla tutuklu olarak yargılanan Muratoğlu gazeteci değil ama, anlattıkları bu ‘ahlaksız teklif’lerin ve uygulamaların normalleştiğini gösteriyor. Gazeteci Metehan Demir’in cümlesi bunu gösteriyor. Bir kere, gazeteci olmayan bir yönetici gazeteci yerine gidiyor! İkinci ‘kriter’, daha önce ABD’yi görmemiş olmak. Demek bir tür piyango olarak bakıyorlar böyle davetlere.
Fakat işte, yöneticinin buna tevessül etmesi de gidilen yerle, davet sahibiyle, bu durumda artık zehirli hale gelmiş, şeytanlaştırılmış biriyle kurum arasında yine uygunsuz bir ilişki kurmuş oluyor. (Hoş buraya gelene kadar gazete patronlarının ne pis ve uygunsuz ilişkileri var…) Ama Muratoğlu ‘neticede geziye gitmekte bir sorun görme‘miş.
Üstelik, gezide “Bütün gazetelerin İzmir temsilcileri var”mış; Hürriyet’in İzmir temsilcisi Deniz Sipahi de. Dahası, gezi, Muratoğlu ve Sipahi için ‘tamamıyla turistik’miş.
Başkasının parasıyla turistik gezinin bir bedeli her zaman olur. Doğan Medya Grubu’nda, Hürriyet gazetesinde gazetecilik etiği ve ilkeleri hakim olsaydı, Muratoğlu şu anda, çok büyük ihtimal, içeri düşmemiş ve yargılanmıyor olacaktı (Muratoğlu’nun da Fetöcülükle ilgisi yok anlaşılan, ama bizim konumuz bu değil).
Gazetecilik etiğinin nasıl kurtarıcı olabileceğine çok iyi bir başka örnek de Can Dündar’ın meşhur MİT TIR’ları haberi. Zaten pek de iyi yazılmamış bu haberde çok temel bir eksik, yanlış, ilke ihlali var.
29 Mayıs 2015 tarihli Cumhuriyet gazetesinin manşeti şu: “İşte Erdoğan’ın yok dediği silahlar.” Üstbaşlık da şöyle: “İçişleri Bakanı Ala ‘İçindekileri biliyor musunuz’ demişti. Artık biliyoruz.”
Artık? İşte!?
O zaman 15 ay önce, 21 Ocak 2014’te Aydınlık’ta yayınlanmış şu habere bir bakalım: “İşte TIR’daki cephane.”
Haberin iç sayfadaki sunumu da şöyle:
Derdim gazeteleri yarıştırmak değil. Olay 19 Ocak 2014’te cereyan etmişti. Aydınlık da iki gün sonra bir fotoğraf bulup asıl önemli şeyi yapmış, yani TIR’ların içinde silah/mühimmat olduğunu belgelemiş. Cumhuriyet ek olarak görüntü bulmuş. Güzel iş tabii. Ama bu haberi iyi bir gazete/gazeteci ilk kez kendi veriyormuş sunamaz; ‘işte’lerle, ‘artık biliyoruz’larla…
Üstelik, yine Can Dündar’ın haberinde hiç değinilmeyen daha önceki silah yüklü TIR haberleri de var; yani daha önce de fotoğraflarla belgelenmiş Suriye’ye giden silah yüklü TIR’lar. Mesela biri bu son olaya yakın bir tarihte, 10 Kasım 2013’te, medyaya sergilenmiş, fotoğrafla.
İlk ben yaptım sevindirikliğiyle meslektaşlarınızın hakkını yememeniz gerekir, önce yapılan haberlere atıfta bulunmanız gerekir, haberinizi daha dolgun ve zengin kılar bu zaten ve okurunuzu da daha iyi bilgilendirmiş olursunuz, ayrıca okurdan daha önce yapıldığı bilgisini de saklamamış.
Bu haber yüzünden Can Dündar ve Erdem Gül’ün casuslukla falan suçlanması tam saçmalık ve suçu örtme çabası (MİT TIR’larının durdurulması ve aranmasıyla ilgili dava sürüyordu bu haber yayınlandığında da). Bu haberi yayınlamak, kendine gazeteci diyen herkesin boynunun borcudur. Hukuk tamamen lağıma bulanmış paspas haline getirildiği için memlekette hiçbir garantisi yok tabii ama Can Dündar ve Cumhuriyet gazetesi bu basit ilkeyi, sadece gazetecilik etiği olarak değil, sade bir dürüstlük olarak da koruyup hareket etselerdi belki de yargılanmayacaklardı.
Abarttığımı düşünüyor olabilirsiniz, ama Can Dündar abarttığımı düşünmüyor galiba, bana hak veriyor sanırım. Çünkü bakın savunmasının ilk argümanı şu: “Peki bu görüntüler bir ‘SIR’ teşkil ediyor mu? Önce buna bakalım: Bizim bu haberi ilk veren gazete olduğumuz zannediliyor. Büyük hafıza kaybı… Olayın ilk kez kamuoyuna yansıması, bizim haberimizin çıkmasından 14 ay önce, TIR’ların çevrilmesinin hemen ertesi günüdür. 20 Ocak 2014 tarihli gazeteler MİT’in kontrolündeki TIR’ların jandarma tarafından durdurulduğunu manşetten vermişti.”
Can Dündar haberini yazarken, savunmasında sözünü ettiği ‘büyük hafıza kaybı’na kendi de uğramış. Bunun yanlış olduğunu kavramış olmalı kendisi için de ki mahkemeye de kavratmaya çalışıyor.
Şimdi hapiste olan Cumhuriyet İçra Kurulu Başkanı Avukat Akın Atalay, Can’la Erdem tutuklandıklarında CNN Türk’te birkaç AKP’li avukatın karşısına çıkmış ve en temel savunma argümanlarından biri olarak bu haberin daha önce gazete ve internet sitelerinde çarşaf çarşaf çıktığını söylemişti.
Tabii, ‘devletin gizli kalması gereken bilgilerini açıklama’ suçundan yargılandıkları için daha önce açıklanmış olduğunu söylemeleri doğru ve kuvvetli. Ama haberi verirken de bu doğru ve kuvvetli unsuru atlamasalardı daha doğru ve kuvvetli durumda olurlardı.
Ama ilke dediğimiz, işimize yaramasa da gözetmemiz gereken şeydir. Gazetecilik ilkeleri o anda size ayak bağı olarak görünse de toplumu korur. Aslında gazeteci olarak sizi de korur. Ama en temel kural şudur: gazetecilik etiği, gazeteciliğin ta kendisidir. O etikten taviz verdiğiniz ölçüde gazeteciliği de eksiltirsiniz.