MİNEZ BAYÜLGEN
Oyuncu, yönetmen ve müzisyen Fırat Tanış, toplumsal meselelere duyarlı az sayıdaki sanatçıdan biri. Ancak buna rağmen kendini ‘muhalif’ olarak tanımlamaktan da kaçınıyor.
Tanış ile Twitter’da, hükümete yakın bir gazeteci tarafından ‘terörist’ ilan edilişini, sanatçıların maruz kaldığı siyasi baskıları, Türkiye sinemasının kırmızı çizgilerini ve dahasını konuştuk…
Kısa süre önce Sabah gazetesi yazarı Melih Altınok, Twitter’daki görüşlerinizden ötürü sizi ‘terörist’ ilan etti ve sordu: ‘Bugün terör için ne yaptın?’ Bu tutum sizi şaşırttı mı?
Bugün teröristler için ne yaptın? https://t.co/FKj1ZhkXsQ
— Melih Altınok (@melihaltinok) March 20, 2016
Şaşırmadım çünkü tarafların manyakça kutuplaştığı bir süreçten geçiyoruz. Ama o köşe yazarına cevap vermeye tenezzül ettiğim için kendime de kızdım.
1 sabah gazetesi aldım.https://t.co/qgRDoiY9e5
— Fırat Tanış (@firattanis) March 20, 2016
‘Sanatçılar Tweet’leri nedeniyle fişleniyor’
Ama verdiğiniz bu cevap muhalif basın tarafından alkışlandı, haber yapıldı ve epey paylaşıldı…
Ortam kutuplaşmaya çok müsait. İnsanlar da akli davranmak yerine duygusal hareket ediyorlar. Burada iki şey çok önemli; birincisi muhalafetin yayın organı Twitter mı? İkincisi, benden muhalif olur mu?
Olmaz mı?
Kendimi muhalif ya da başka bir şey olarak tanımlamam. Ben sadece ıslık çalıyordum, onlar gereksiz yere ateş ettiler. Beni muhalif olarak tanımlamak, bana hakarettir.
Niye?
Türkiye’de muhalefet çok kolay manipüle ediliyor ve ben bunu yapay muhalefet olarak niteliyorum. Bu yüzden kutuplaşmanın her iki tarafından da haber ve görsel paylaşmaktan imtina ediyorum. Mesela Twitter’da Cübbeli Ahmet Hoca’nın bir videosuna denk geldim. Hani şu “Nişantaşı kaşarları” dediği video. İzleyince, 20 saniyelik videonun montajlanmış olabileceğini düşündüm. İşte bu yüzden sosyal medyada çok dikkatli davranıyorum. İki tarafın da manipülasyon yaptığını düşünüyorum.
‘Seyirci arkadaş gibidir; bir küser bir barışır’
Ama öyle bir süreçteyiz ki, gazetelere kayyum atanıyor, haber sitelerine erişim engeli getiriliyor… Bu durumda tek haber kaynağımız Twitter değil mi?
Tamam da Anadolu’nun her yerinde internet yok. Belli ki oradaki insanlar, gündemi televizyondan takip ediyorlar. Yani internetten yapılan muhalefet sadece metropollerde geçerli. Zaten siyaset de öyle bir pislik ki…
Siyasetin bir pislik olduğunu söylüyorsunuz ama HDP için bir şarkı seslendirmiştiniz. Tepki aldınız mı?
Şarkı çok güzel yahu. Kaldı ki seyirci de arkadaş gibidir, bir küser bir barışır, sıkıntı olmaz.
Bu dönemde özellikle sanatçılara çok büyük baskı yapıldığı ve sindirmeye çalıştıkları görülüyor. Bu korku bugüne mi has? Mesela 80’leri yaşamış sanatçı büyüklerinizle iki dönem arasında bir kıyaslama yaptığınız oluyor mu?
Niye korkuyorlar anlamıyorum ki… Daha zor ya da değil, Türkiye hangi evreden geçiyorsa geçsin, korkmadan konuşmalı ve tartışmalıyız.
Korkmadan konuşan gazetecilerin çoğu ya işsiz ya da hapiste. Sizin sektörünüzde durum nasıl? Yapımcı, yönetmen ve kanal yöneticileri bir oyuncu için karar verirken sosyal medyadaki paylaşımlarını baz alıyor mu, fişleniyor musunuz?
Aynen öyle oluyor. Bu da bir çeşit ‘Mobbingdir’, tacizdir, hatta tecavüzdür! Bir insanın gelecek planına maddi açıdan atılmış çalımdır. Bu ülkede oyuncu sadece siyasi nedenlerden değil cinsel yönelimlerinden dolayı da bu ayrımcılığa maruz kalıyor.
‘TRT, Twitter paylaşımımdan ötürü işime son verdi’
Peki, Melih Altınok ile Twitter’da yaşanan tartışmanın ardından hükümete yakın kanalların kapıları size kapanır mı?
Ben zaten daha önce buna benzer bir şey yaşadım. İlk kez anlatıyorum. Çocukluğumdan beri tanıdığım bir yapımcı, TRT’de çalışıp çalışmayacağımı sormuştu. Ben de ‘Uyarsa, çalışırım’ dedim. Çekimlere başladıktan bir hafta sonra kanal, Twitter paylaşımlarımdan ötürü işime son verdi. Ben de sözleşme gereği tazminatımı alıp ayrıldım.
Hikayeniz, ‘Bir gerillayı ya da annesini oynamak isterim’ demeciyle işini kaybeden Fusün Demirel’inkine benziyor…
Füsun ablanın sözleşmesinde hangi maddeler var bilmiyorum ama yapmış olduğu açıklama; çalıştığı iş ve çalışanların haysiyetini kıracak nitelikte değildi. Eğer gerilla annesi rolü ‘haysiyetsizlik’ ile bağdaştırılıyorsa; bu ülkede Lady Macbeth de oynanıyor…. Al sana daha haysiyetsiz bir karakter. Demek ki problemin kaynağı politik nedenler.
Türkiye’de sanatın niteliği iktidarın siyasi görüşüne göre değişiyor mu yani?
Elbet bir gün devran dönecek. Tabiat ana hiçbir şeyi karşılıksız bırakmaz. Bırakmadığını da görüyoruz… Edebiyat tarihi bunun örnekleriyle dolu. Bakın Macbeth’e, Kral Lear’a, zorbaların tarihine; hepsinin sonu hüsran. Üstelik hesaplarını da bu dünyada verdiklerini görüyoruz.
Siyasetçinin, gazeteciden korktuğu söylenir. Sanat için de aynı şey geçerli mi?
Evet, siyaset sanattan ve sanatçıdan çok korkar. Siyasetçi çıkar meydan meydan dolaşır, bense bir buçuk saat bir filmde oynar, her şeyi anlatırım.
ABD’de, Katolik rahiplerinin çocuklara cinsel istismarda bulunduğunu anlatan Spotlight, Yılın En İyi Film Oscarı’na değer görüldü. Türkiye’de de bazı İslamcı dernek ve vakıflarda aynı şeyi çocuklara reva gördüğü ortaya çıktı. Bizde de bu insanlık suçu beyazperdeye aktarılır mı?
Burada bir kere önemli olan kimin çekeceği. Çekilse de yayınlanır mı bu film? Günlük gazetelere bakmıyor musunuz? Mahvederler valla bu filmi çekeni. Ama manyağın biri para verip çekerse o zaman internetin gücüne başvurmak, dağıtımını da oradan yapmak gerekir.
Tamam, peki kim çeker sizce bu filmi?
En önemli soru bu. Aslında isteyen çekebilir. Herkesin elinde yüksek çözünürlüklü kameralar ve cep telefonları var, çeksinler. Üstelik uzun metraj olmasına da gerek yok, kısa film yap, yayınla. Bak, baskı altındaki İran sineması tüm engellere karşı ne işler yapıyor.
Neden aklınıza yönetmenlerimiz gelmiyor da halk çeksin diyorsunuz?
Çünkü çekeceğine inandığım bir yönetmen yok, aklıma kimse gelmiyor.
Türkiye sinemasının kırmızı çizgileri var mı?
Kırmızı halı var mesela, Antalya’da gördüm, üzerinde de yürüdüm. Ay valla benim kırmızı çizgim, kırmızı halılardır. Şaka bir yana Türkiye sinemasının en büyük sorunlarının başında, telaş ve içerik sıkıntısı geliyor. Sıfır ön hazırlık ve daracık zamanda üç haftada film çekiliyor çünkü para bulmakta zorlanıyorlar.
‘Hangi sanatla anlatırsan anlat; hırsız hırsızdır, katil de katil’
Bir konuşmanızda kimliğimi kaybetmiş bir insanım demişsiniz. Kimliğinizi buldunuz mu?
Buldum, yüklükteymiş.
Eminönü’nde 2005- 2006 yılları arasında çekilen Aşka Sürgün adlı dizinin çekimlerinden bir sahne anlatıyorsunuz: ‘Rol gereği kız kardeşimin saçından sürükleyerek pasajdan dışarı çıkartıyorum ve sahnenin sonunda tüm iş hanı bizi alkışlıyor.’ 2016 Türkiye’sinde de aynı sahne çekilse insanlar yine alkışlar mı?
Daha çok alkışlarlar. Demek ki bizim izleyenler böyle sahnelere prim veriyor.
Peki, muhafazakar sanat dedikleri böyle bir şey mi?
Ben bu muhafazakar sanat meselesini gerçekten merak ettim. Bu sanatın örneklerine de baktım. Minyatür de çizsen, bir pirincin üstüne de nakşetsen ibiş de anlatsa, meddah da konuşsa; hırsız hırsızdır ulan! Katil de katildir ulan! Bunu hangi sanatla anlatırsan anlat; bu böyledir.
Öyleyse yanlış nerede yapılıyor?
Bence yeni biçimlere ihtiyacımız var. Örneğin 600 kişilik bir salonda Othello öyle bir oynanıyor ki, seyircide ne kadına yönelik şiddet, ne taciz, ne de cinsel istismara dair tek bir ışık yanmıyor. 600 kişinin kültürel kodlarıyla ilgili hiçbir araştırma yapmazsan, böyle olur. İktidarın da haklı olduğu bazı konular vardı.
Ne gibi?
Mesela ‘Ey siz sanatçı elitler’ söylemi… Az önce söylediğime denk düşüyor iktidarın bu söylemi. Evet, doğru ama tabii sen bunu bu uslüpla söyleme, söylediğinde biz hedef haline geliyoruz. Bir de devletin şöyle bir huyu vardır; gider Anadolu’ya “Biz buraya sanat getirdik” der. Halbuki orada beş bin yıldır kilim dokunmaktadır, sanatın da tillahı vardır.
Siz festivallere de çok kızıyorsunuz, ‘Kahrolsun festivaller’ demişsiniz. Oysa siz de festival tarafından ödüllendirilmiş bir oyuncusunuz…
E, olmadılar mı işte; bakın hepsi kahroldu. PKK gerillalarını anlatan Bakur adlı belgesel, ‘kayıt tescil belgesi olmadığı’ gerekçesi bahane edilerek, Uluslararası İstanbul Film Festivali’nden çıkarıldı. “Kahrolsun” dedim çünkü anlam ve içeriğin olmadıği mekanlar bunlar. Evet, ben de ödül aldım, takdir edene de beni eleştirene de eyvallah. Rahmetli Tomris İncer ablamız bir keresinde şöyle demişti: “Türkiye’deki sinema oyunculuğu pişmanlık sanatıdır.” İşte bu kadar.