SANEM GÜVEN
Sinemaseverlerin kalbinde ayrı bir yeri bulunan İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın (İKSV) düzenlediği ‘Filmekimi’ İstanbul ve Ankara’da son bulurken İzmir’de 22 Ekim’de bitecek. Ancak festival filmlerinden bazılarını vizyonda görmek mümkün. Şiddeti özendirdiği gerekçesiyle tartışılan ‘Joker’ bugünlerde vizyonda. ‘Parazit’ kasımda, ‘Tavşan Jojo’ ise Ocak 2020’de salonlarda izleyiciyle buluşacak.
Bu üç filmin yanına ‘Yanık Portakal’ı ekleyip festivalin öne çıkan dört filmi yazdım.
TAVŞAN JOJO
İkinci Dünya Savaşı Almanyası’nda annesiyle birlikte yaşayan 10 yaşındaki Jojo, Hitler’e hayrandır; hatta Hitler onun can ciğer dost olduğu hayali arkadaşıdır. Jojo bir gün, annesinin tavan arasında bir Yahudiyi sakladığını keşfedecek ve tabii ki hayatı altüst olacaktır.
‘Tavşan Jojo’, Nazi soykırımını ve savaşın dehşetini anlattığı halde insanı boğmuyor; hatta filmde çoğu yerde kıkır kıkır gülüyorsunuz. Çok acı bir durumla mizaha sığınarak baş etmeyi seçmiş filmlerden ‘Tavşan Jojo’. Bu yönüyle biraz ‘Hayat Güzeldir’i andırıyor.
Filmin esprileri ardı ardına sıralaması ilk anda itici gelebiliyor. Bu kadar trajik bir duruma gülmek insanı mahcup ediyor ve hoşunuza gitmiyor açıkçası. Ama hikaye o kadar naif anlatılmış ve denge o denli güzel kurulmuş ki, o mahcubiyetin yarattığı sıkıntı, çok kısa sürede yerini keyifli bir seyir sürecine bırakıyor.
Çokça eğlenip, bolca duygulanıp, finalde de her şeye rağmen içiniz umutla dolu olarak sinemayı terkediyorsunuz. Oyunculuklar iyi, hikaye merak uyandırıcı. Scarlett Johansson o seksi sesiyle anneyi, filmin yönetmeni Taika Waititi de Jojo’nun hayali arkadaşı Hitler’i oynuyor.
‘Tavşan Jojo’yla ilgili söylenebilecek en olumsuz şey, “İyi Naziler de vardı” gibi bir mesajı çok üstü kapalı da olsa kulağımıza fısıldaması. Fakat filmin naifliği içinde bu mesajı görmezden gelmek çok mümkün. Çünkü bütün kıkırdamalara rağmen savaşın getirdiği yıkımı ile Nazizmin yarattığı korku ve dehşet ortamını iliklerinize kadar hissediyorsunuz. Dolayısıyla film soykırım kabusunun üzerini mizah sosuna bulayarak örtmeye kalkmamış, sadece anlatırken mizahtan yararlanmış.
‘Tavşan Jojo’nun Ocak 2020’de vizyona gireceği söyleniyor, bence kaçırmayın. Vizyona girdiğinde filmin yaş sınırını kontrol ederek son kararı siz verin ama bana kalırsa 12 yaş üstü çocuğunuzla birlikte de izleyebilirsiniz.
Taika Waititi’nin yönetmenliğini yaptığı filmde, Roman Griffin Davis, Thomasin Harcourt Mckenzie, Scarlett Johansson, Rebel Wilson, Sam Rockwell oynuyor.
JOKER
Joker hakkında hemen her şey yazıldı, söylendi. O yüzden çok kısa geçeceğim.
Bu kadar konuşulmuş ve belli ki bundan sonra da konuşulacak olan bu filmi izlemelisiniz. Oyunculuklar çok iyi. Film teknik olarak çok iyi. Hikayeye gelince… Açıkçası Joker’in içinden çıkan şiddetin yöneldiği kişiler tereddüt yaratıyor, “Bunlar mı kötü şimdi?” diyorsunuz.
Ayrıca Joker’in izinden gidip sokağa dökülen kalabalıkların, tam olarak neye karşı olduklarını bile sorgulamadan ortalığı yakıp yıktıklarını düşünüyorsunuz. O kadar değil tabii ama hani neredeyse akıl hastası bir güruh şehri ateşe veriyor ve seyircinin empati yapması bekleniyor. Bütün bunlar filmin sağlam bir sistem eleştirisi olmasını ne yazık ki engelliyor, filmin mesajını tartışmalı hale getiriyor.
Ama işte yine söylüyorum; kaçırmayın.
Todd Philips’in yönettiği filmde Joaquin Phoenix, Robert De Niro, Zazie Beetz, Frances Conroy oynuyor.
PARAZİT
Güney Kore’nin Oscar adayı olan filmi, çok yoksul Kim ailesinin her bir ferdinin, ultra zengin Park ailesinin yanında çalışmaya başlamasıyla yaşanan olayları anlatıyor.
Bol ödüllü ve birçok eleştirmenin göklere çıkardığı filme büyük beklentilerle gidiyorsunuz. Bu durum sonuçta “Güzel film ama çok da şaşırtmadı” gibi tuhaf bir tepkiye yol açabiliyor. Öyle ki, neredeyse beklentiniz ancak film size bir ‘tokat atarsa’ karşılanacak.
Oysa türler arasında gezinen ve komediden drama, gerilimden korku filmine geçişler yapan ‘Parazit’te sürprizler ya da beklenmedik olaylar pek yok. Her şey aşağı yukarı tahmin edebileceğiniz şekilde ilerliyor. Buna rağmen merak duygusu kaybolmuyor ve film akıp gidiyor. Zaman zaman gerilimi azaltmak için mizaha başvurulmuş olsa da, filmin seyir zevkinin yükseldiği sahnelerin gerçekten gerildiğimiz sahneler olduğunu düşünüyorum.
‘Parazit’, gelir eşitsizliğinin vardığı noktanın nasıl iki farklı uç yaratabileceğini ve bu iki ucun birbirini anlamasının imkansızlığını çok güzel anlatıyor. Film, ‘ayrı dünyaların insanları’ kavramını somutlaştırırken, yoksulluğun nasıl dehşet verici bir acımasızlığa ve bencilliğe yol açtığının altını iyice çiziyor.
Öte yandan zengin ailenin neredeyse aptallık derecesine varan ‘farkında ol(a)mama’ halini ve sevimsiz kibrini görünce, zenginliğin de matah bir şey olmadığını düşünüyorsunuz. Bu film, böyle dengesiz ve adaletsiz bir dünyada kimsenin mutlu olamayacağına dair bir hikaye.
Gerçi zaman zaman “Bu kadar da olmaz” diye düşündürten, izleyici açısından filmin inandırıcılığını sarsabilecek unsurlar da var. Bazı önemli durumlar (mesela hiperaktif çocuğun yeni hocasıyla nasıl sakinleştiği) tam açıklanmıyor. Fakat gündelik hayatımızda ‘olmaz’ dediğimiz şeylerin hepsinin ‘olduğu’ düşünülürse, filmin bu ‘eksiğini’ gözardı etmek mümkün. Çünkü gelir eşitsizliği, sonuçları ve açtığı yaralar çok gerçek ve tüm dünyayı ele geçirmiş durumda.
‘Parazit’ Güney Kore sinemasına adım atmak için iyi bir seçenek. Bu sene Cannes Film Festivali’nde ‘Altın Palmiye Ödülü’ ve Sydney Film Festivali’nde ‘En İyi Film Ödülü’nü alan film kasımda vizyona giriyor. İzleyin.
Bong Joon-Ho’nun yönettiği filmin oyuncu kadrosunda Song Kang-Ho, Lee Sun-Kyun, Yeo Jeong-Cho, Choi Wo-Shik, Park So-Dam, Lee Jeong- Eun, Jung Hyeon-Jun yer alıyor.
YANIK PORTAKAL
ABD’li yazar Charles Willeford’un aynı adlı romanından esinlenen film çok etkileyici bir bölümle açılıyor. Son zamanların favori kavramlarından olan ve plazalarda personele eğitimi verilen ‘hikayeleştirme’nin ne olduğunu, sadece filmin ilk on dakikasını izleyerek bile öğrenebilirsiniz.
Sanat eleştirmeni James, bir grup sanat meraklısına bir tabloyu ve ressamının hikayesini anlatmaktadır. Ressamla ilgili anlattıkları o kadar ilginçtir ki, tabloyu ilk etapta son derece sıkıcı bulan insanlar bile hikayeyi dinledikten sonra tablonun bir kopyasını almak isterler. Siz de onları çok iyi anlarsınız çünkü filmi izlerken neredeyse birebir aynı aşamalardan geçmişsinizdir.
Büyük çoğunluğu İtalya’da Como Gölü civarında bir malikanede geçen film sizi hemen içine alıyor, bir an bile düşmeyen temposuyla merak duygunuzu canlı tutuyor ve olan bitenle hem şaşırtmayı hem de inandırıcı olmayı başarıyor. Üstelik paha biçilmez sanat yapıtlarının, sanat efsanelerinin nasıl oluşabileceğine dair çarpıcı bir hikaye anlatıyor.
Finalde buzdolabının kapağında gördüklerimiz bu hikayeyi öyle buruk bir dokunuşla taçlandırıyor ki, gözlerinizin dolmasına engel olamıyorsunuz. Mick Jagger’ı ve Donald Sutherland’i izlemek de cabası…
‘Sanatçı kimdir, eseriyle nasıl ilişki kurar, ve bir sanat eseri nasıl değerlenir’ gibi sorular sorduran ‘Yanık Portakal’ hırs üzerine düşündüren Hitchcockvari bir polisiye. Sürükleyici bir film, gördüğünüz yerde izleyin.