OLGA ÜNAYDIN AZİZOĞLU
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kadına yönelik şiddetle mücadele gününde, “Kadınla erkek eşit olamaz” demesi Türkiye’de ve dünyada yankı yaptı. Ancak AKP hükümetinin uzun yıllardır kadının eşitlik mücadelesine karşı ilmek ilmek ördüğü düzenlemelere bakıldığında aslında gelinen nokta fazla şaşırtıcı değil.
Erdoğan, “Kadınla erkeğin eşitliğine inanmıyorum”, “Kadın mı kız mı belli değil”, “Her kürtaj bir Uludere’dir” diye çıkışlar sergilerken, perde arkasında da kadının toplumdaki yerini alaşağı ederek ikinci sınıf insan konumuna getiren bir devlet anlayışı elbirliğiyle inşa ediliyordu.
Bu gidişatı en iyi tespit eden örgütlerden biri, tam da kadın erkek eşitliğini izlemek amacıyla yıllardır faaliyet gösteren EŞİTİZ (Eşitlik İzleme Kadın Grubu).
Temelleri 1997’de atılan, bünyesinde zeytin yetiştiricisinden gazeteciye, avukattan akademisyene çeşitli mesleklerden kadınları barındıran EŞİTİZ’in öncelikli hedefi, saldırı altındaki eşitlik ilkesine sahip çıkmak ve kadın haklarını koruyabilmek için cinsiyetçi geleneksel rolleri tekrar etmeye ve yeniden üretmeye dayalı devlet politikalarıyla mücadele etmek.
EŞİTİZ üyeleriyle Türkiye’nin bu noktaya nasıl geldiğini değerlendirdik.
Avukat Hülya Gülbahar son bir yılda kadına karşı şekillendirilen devlet politikalarının aslında kısaca, “Sen eşit değilsin” anlamına geldiğini söylüyor.
Gülbahar örneklerle anlatıyor ne demek istediğini…
“Tayyip Erdoğan, Gazze olaylarıyla ilgili konuşurken ‘Kadın örgütleri nerede? Yazıklar olsun size!’ sözleriyle mitingde kadın örgütlerini yuhalattı.
Bülent Arınç, kadınların topluluk içinde kahkaha atmasını neredeyse yasaklıyordu.
Yerel seçimlerden önce Malatya’daki tüm billboardlar, ‘Kadına köle olma ailene reis ol’ çağrısıyla donatıldı.
Bingöl Belediye Başkanı, seçilir seçilmez, kadın başkan yardımcısı atamayacağını, toplumun bunu ‘hazmetmeyeceğini’ ilan etti.
Urfa Milli Eğitim Müdürü, kız çocuklarının yaz tatillerinde evde annelerine yardım etmelerini, erkek çocukların ise babalarının ya da erkek akrabalarının işyerlerinde çalışmaları gerektiğini söyledi.
Kültür Bakanlığı Müsteşarı, bakanlıkta çalışan ve birkaç dil bilen kadın uzmanları ‘Çay demlemeyi, dolma sarmayı’ bilmemekle eleştirdi.“
Hiyerarşik toplumu temel alan ‘adalet’ anlayışı
Kadın düşmanlığı kendisini yasama alanında da gösteriyor.
Aktivist Selen Lermioğlu Yılmaz, Erdoğan’ın, “Bazıları, yasayı hukukla karıştırıyor. Hukuk başka bir şey, yasa başka bir şeydir. Ben hukuk arıyorum, yasa benim için önemli değil” sözlerinin unutulmaması gerektiğini söylüyor. Yılmaz’a göre Erdoğan, hukuku, ‘adil bir yasa’ olarak tarif ederken, adaletin ‘hakikat duygusundan yola çıkılarak vicdanla yapılması gerektiğini’ ve ‘devletin yasalar yapıp halkına dayatmasının zulüm olduğunu’ ifade ediyor.
Yılmaz, hukuk ve yasalardan bağımsız bir adaletin, fıtrat kelimesiyle birleştiğinde ancak ilahi adalet olarak yorumlanabileceğini söylüyor. “‘Eşit’ yerine ‘eşdeğer’ demesinin de bir sebebi var. Herkese statik feodal bir toplumda görebileceğimiz kast sistemine benzer bir hiyerarşiye göre ‘hak ettiğini’ vermek istiyor. Hiyerarşik bir toplum düzeninin tuğlalarını örerek, kadınlara da burada yer almalarını öğütlüyor.”
Ya makbul olacaksın ya yok
‘Eşit değil eşdeğer olma’ meselesinin cinsiyet eşitliğini aşan bir boyutu olduğunun altını çizen EŞİTİZ üyeleri, Erdoğan’ın, 1 Mayıs öncesi, “Ayaklar baş olursa kıyamet kopar” demesinin de, vizyonundaki hiyerarşik toplumun bir başka ifadesi olduğunu vurguluyor.
EŞİTİZ üyelerine göre bu anlayışla Erdoğan ve diğer AKP’li yöneticiler kadınların giydiği kıyafetten attığı kahkahaya kadar tüm davranış kalıplarını kodluyor. Sonra da kadınların bu davranış kodlarına uygun davranmasını, erkeklerin de bunun bekçisi olmasını bekliyor. Bu durumda da kadınlara yalnızca iki seçenek sunuluyor. Ya bunu içselleştirip ‘makbul kadın’ olacaksın ya da erkek şiddetiyle tanışıp yok olacaksın.
İktidar katilleri cesaretlendiriyor
Türkiye’de her gün en az beş kadının erkekler tarafından öldürüldüğü tahmin ediliyor. Tahmin ediliyor çünkü kadın cinayetleri ve kadına karşı şiddetle ilgili resmi rakamlar dünyanın gözünden kaçırmak için açıklanmıyor.
Avukat Gökçeçiçek Ayata, Erdoğan ve diğer politikacıların, söylemleriyle katilleri cesaretlendirdiği görüşünde: “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam ‘Kadın cinayetlerinde artış var mı?’ sorusuna verdiği yanıtta, ‘İnsan kabahat işleyebilir, suç da işleyebilir ama hiçbir suçun cezası ölüm değildir’ derken, kadınların kahabatli ve suçlu olduklarını, bu yüzden erkeklerin kadınları cezalandırabileceğini ancak bu cezanın ölüm olmamasını tercih ettiğini söylemiş oluyor.”
Ayata, bu açıklamadan birkaç gün sonra bir adamın karısını öldürdüğüne dikkat çekiyor: “Sonra da, ‘Öldürme hakkımı kullandım’ dedi.”
Hedefleri tek tip kadın modeli
EŞİTİZ grubunun, Erdoğan’ın “Cennet annelerin ayakları altında. Feministlere bunu anlatamazsınız” yaklaşımına da itirazları var.
Aktivist Efsa Kuraner, Erdoğan’ın sözlerinin ‘Anne olmayanı kadından saymayız‘ anlamına geldiğini vurguluyor.
EŞİTİZ üyeleri, iktidarın kadını annelik üzerinden tanımlayan yaklaşımını şöyle açıyor: “İktidarının ilk yıllarında kadın konusunda ılımlı mesajlar vermeye özen gösteren AKP, ikinci Erdoğan hükümeti döneminden başlayarak kadın erkek eşitliği ilkesine savaş açmıştı.
Kadını toplumun eşit haklı bir bireyi olarak değil, sadece ‘annelik’ üzerinden tanımlayan, ‘en az üç, mümkünse beş çocuk’ propagandalarıyla kürtaj ve sezaryeni fiilen imkansız hale getiren, tüm kadınları gebelik fişlemesine tabi tutan, kreşleri kapatıp çocuğa sadece annenin bakması gerektiğini söyleyen, çalışan kadınları ise esnek/yarı zamanlı ve sadece ‘annelikle bağdaşır’ işlere mahkûm etmeye çalışan bu muhafazakar politika, devletin tüm ideolojik aygıtları kullanılarak tek tip bir kadın ve erkek modeli yaratmaya girişti.”
EŞİTİZ kadınları söylendiği gibi annelik önemliyse çalışan annelere destek sunacak sosyal politikaların hayata geçirilmemesi, emzirme odalarının, kreşlerin açılmaması olgusu üzerinden giderek, kadınları eve hapseden yaklaşımların benimsendiğinin örneklerini paylaşıyor.
Yılmaz, kadın ve erkek arasındaki doğal farkların kimi biyolojik özellikler olduğunu, ama onun ötesindeki farkların toplum tarafından farklı araçlarla şekillendirildiğini belirterek, “Farklı olmak eşit olmamak demek değildir ki. Farkların eşitsizliğini getiren toplumsal düzendir, sistemdir ve bu düzeni yasalarla somutlaştıran devletlerdir. İktidarın görevi esasında o farklara göre fiili eşitliği sağlayıcı önlemler almaktır” diyor.
Eşit vatandaşlık yerine ‘narin’ kadın
Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ayşen Candaş, Dünya Bankası’nın 2009 yılında kadının iş hayatına katılımına dair yayınladığı Türkiye raporunu hatırlatıyor: “OECD’ye üye ülkelerde bu oran en az yüzde 63’lerdeyken, Türkiye’de yüzde 29’da kaldı.”
Hal böyleyken, Erdoğan’ın, “Kadınları erkeklerin yaptığı her işte çalıştıramazsınız. Olmaz böyle bir şey. Onun narin yapısına bir defa bu ters düşer” demesi, sorunu daha da derinleştireceğe benziyor.
Doç. Candaş, Türkiye’nin köy toplumundan yeni çıkan bir ülke olduğunu vurgulayarak, ‘narin’ söylemine de itiraz ediyor: “Kadınların bütün gün tarlada çalıştığı, erkeklerin kahvede oturduğu bir düzenden bahsediyoruz. Tarlada çocuğunu doğuran kadından bahsediyoruz. Şimdi nereden çıktı bu ‘narin, eli sıcak sudan soğuk suya değmez kadınlar’ lafı?
Tarım toplumundan kent toplumuna geçilirken olacak sosyal değişime karşı şimdiden önleyici önlem alınmak isteniyor, kadınların özgürleşmesinin önüne geçmek için ataerkil sistem dağılmasın diye onu güçlendirecek, sosyal değişimin aileye uğramamasını, kadının eşitsiz konumunun düzeltilmemesini hatta aksine sabitlenmesini sağlayacak önlemler alınıyor sosyal politikalar yoluyla.”
Yapılması gerekenler belli
EŞİTİZ kadınlarına göre eşitsizliğin ayrımcılık/hiyerarşi manasına gelen halini kural olmaktan çıkaran, toplumsal ve yasal normu toplumsal cinsiyet eşitliği olarak belirleyen politikalara ve anlayışa acilen ihtiyaç var.
Bu hedefe ulaşılması için yapılması gerekenler çok belli.
Tarih boyunca ayrımcılığa uğramış kadınlara kurumsal destek vererek, kreşler, sığınmaevleri açarak, şiddete karşı caydırıcı önlemler alarak, toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda başta devlet kurumlarında görev alanları eğiterek, kotalar gibi metodlarla kadının eşit vatandaş statüsünü fiiliyata da geçirmesini sağlayan politikalar uygulanmalı. Anayasa da bunu söylüyor zaten.
Bu politikaların oluşturulmasında GONGO’larla değil (devlet destekli sivil toplum kuruluşları), bağımsız kadın örgütleriyle işbirliği yapılması ve evrensel standartlara uygun düzlemde tartışmalara girilmesi gerekiyor. Ne de olsa Türkiye kadın erkek eşitliği konusunda pekçok uluslararası anlaşmanın ve sözleşmenin imzacısı. Eşit vatandaşlık normuna aykırı söylem ve politika üretildiğinde, sadece anayasa ve yasalar değil uluslararası hukuk da çiğnenmiş oluyor.
Tam da günü
Erdoğan’ın kadınlara meydan okuduğu 25 Kasım gününün, kadına yönelik şiddetle mücadele günü olduğunu söylemiştik. 25 Kasım 1960’da, Dominik Cumhuriyeti’nde Trujillo diktatörlüğüne karşı mücadele eden Clandestina Hareketi’nin öncülerinden Patria Mercedes, Minerva Argentina ve Maria Teresa isimli üç kardeş hunharca katledilmiş, kadın hakları savunucuları da her yıl 25 Kasım’da şiddete karşı mücadelenin ivmesini artırmıştı. Öyle ki Birleşmiş Milletler de 1999 yılında bugünü kadına yönelik şiddetle mücadele günü olarak resmileştirdi.
Türkiyeli kadınlar da, işte böylesine bir günde gelen, “Eşit olamazsınız” söylemine karşı mücadelenin ivmesini artırmakta son derece kararlı.