MUSTAFA ALP DAĞISTANLI
Bir sohbet meclisinde adamın biri osuruvermiş. Bu münasebetsiz kazayı örtmek için oturduğu sandalyeyi gıcırdatarak benzer bir ses çıkarmış. Meclistekilerden biri, “Tamam, kafiyeyi tutturdun da kokuyu ne yapacaksın?” diye sormuş.
Leş kokulu yalnızlık
Türkiye ve Hz. Cumhurbaşkanı Recep Erdoğan epey bir süre kafiyeyi tutturmaya çalışarak idare etti fakat artık kafiye bulunması gereken o kadar fazla berbat ses ve öyle fena bir koku yayılıyor ki…
Recep Erdoğan’ın ABD ziyaretini de kapsayan şu son bir haftalık performansı karşısında sadık yüzde 50 hariç neredeyse tüm dünyanın asansörde osuran adamdan uzaklaşmaya çalışması kabilinden tavırlar sergilemesi bu yüzdendi: leş kokulu yalnızlık.
Çocuk tecavüzleri, doğa katliamları, Kürt illerinin yakılıp yıkılması, oluşmasına gayretli katkılar yapılan Suriye cehenneminin dünyaya ve üstümüze sıçraması, ifade özgürlüğünün kör bıçakla boğazlanması, yolsuzluklar…
On ayın sultanı Recep’in Alman mizah programına karşı kılıç çalmaya azmedip dünyanın maskarası olması, ‘koruma’ dedikleri kadrolu saldırganlarının Washington’da gazetecilere saldırması tüy dikmişti.
Düpedüz savaş çığırtkanlığı
Fakat ABD’deki son konuşmasında dikkatlerden kaçan birkaç cümlesi, barış dininin son halifesinin konuşanı susturup silahları konuşturmaya pek hevesli olduğunu gösterdi. Karabağ’da Ermenilerle Azeriler arasındaki çatışmalar üzerine, Azeri ANS televizyon kanalına şunları söyledi Türkiye Cumhurbaşkanı: “12 Azeri kardeşimiz şehit olmuş, Ermenilerden de zannediyorum 100’ü aşkın öldürülen var. Şu anda çatışmalar Azerbaycan’da devam ediyor. Dualarımızı yaptık. İnşallah bu çatışmalarda Azeri kardeşlerimiz en az orada kayıp vermek suretiyle bu işi başarırlar. (…) Ben tüm Azeri kardeşlerime Allah’tan yardımlar niyaz ediyorum. Üzülmeyeceğiz, mahzun olmayacağız. İnanıyorsak muhakkak üstünüz.”
Kimin haklı, kimin haksız olduğu sorunuyla ilgilenmiyorum burada. (BM, Karabağ’ı işgal altında toprak sayıyor, Azerbaycan’ın toprak bütünlüğüne saygı gösterilmesini ve tüm Ermeni güçlerinin çekilmesini talep ediyor). Karabağ sorununda Türkiye’nin de Azerilerin arkasında olduğunu biliyoruz. Fakat bu durum, Cumhurbaşkanı’nın şu yaklaşımını ve üslubunu haklı ve makul kılmaya yetmez. Şu birkaç cümle ruhuyla da, lafzıyla da ayrımcılık üzerine kurulmuş.
Fakat daha önemlisi, Recep Erdoğan düpedüz savaş çığırtkanlığı yapıyor. Evet, meseleyi ele alan Minsk Grubu’nun tutumu yüzünden bu noktaya gelindiğini söylüyor, ama öyle olsa bile ‘Durun, yapmayın, konuşarak çözelim bu sorunu’ demeliyken ‘Devam’ diyor: “İnşallah … Azeri kardeşlerimiz en az orada kayıp vermek suretiyle bu işi başarırlar.” Yani Karabağ’da Ermeniler yaşadığına göre, onlar öldürülecek, öldürülemeyenler kaçacak, böylece işgal altındaki toprak fethedilecek…
Tabii, Recep Erdoğan’ın bu tavrını ‘İşte Türkiye’yi, İslam’ı pısırıklıktan kurtaran Reis, işte dünyaya, emperyalist Batı’ya meydan okuyan büyük lider’ diye yaldızlayacaklar olacaktır mutlaka. Fakat dün Azerbaycan savunma bakanlığı sözcüsü, tek taraflı ateşkes ilan ettiklerini açıklarken ne dedi biliyor musunuz? “Şiddeti sona erdirme yönündeki uluslararası çağrılara cevap olarak…”
Yani, ‘Azeri kardeşlerimiz’ de Reis Recep’i dinlememiş görünüyor ya da en azından onu savaş çığırtkanlığı yapan ‘kardeşlerini’ dinlemenin pek yakışık almayacağını idrak edemeyecek duruma düşmemişler. Uluslararası çağrılar ‘Şiddete son verin’ diyor, Reis “Savaşa devam, dualarımızı yaptık…”
Medeniyyetler diyaloğunu, ittifakını kuracak adam bu, öyle mi?
İşte böyle oluştu bu lağım çukuru
Kabul etmek gerekir ki Türkiye denen şu ülke tahammül edilemeyecek kadar çok osuruk sesi ve ancak 783 bin kilometrekarelik bir lağımdan yayılabilecek koku saçıyor. Bu meşum üretimi sağlayan temel yaklaşımlardan biri, Karaman’daki çocuk tecavüzleri dolayısıyla devletluların, AKP tayfasının verdiği tepki: Kuruma, burada Ensar Vakfı’na halel gelmesin diye rezaleti örtmeye çalışma, küçümseme, pisliği temizlemeye çalışma yerine ‘Hepimiz Ensar’ız’ pişkinliğine sarılma. İşte böyle böyle oluştu bu lağım çukuru.
Benzer bir yaklaşımı Erdoğan ABD’deki konuşmalarından birinde daha büyük boyutlarda sergiledi: “Osmanlı İmparatorluğu’nun gayrimüslimleri yok etme amacıyla tüm Ermenileri katlettiği yalanını ortaya atan odaklara bakıldığında, bu kesimlerin esasen İslam karşıtlığında da birleştiğini görürsünüz. Yoksa Osmanlı’da insanları katletmek, yok etmek gibi bir şey söz konusu değildir. Biz ecdadımız için böyle kara bir lekeyi de kabul edemeyiz.”
Trajik olanla, rezaletle, erdemsizlikle ilgilenmek yerine (ne güzel yüzleşme lafları ediyorlardı zamanında!), tecavüzler karşısında protesto edenleri polise dövdürüp Ensar Vakfı’nın korumayı seçmek gibi, Osmanlı’ya toz kondurmayarak pislikleri biriktirmiş, muhafaza etmiş, içselleştirmiş olursunuz. Bu şekilde kurumlarınızı korumuş, temiz tutmuş olmazsınız; tam tersine, pisliği her tarafa bulaştırmış, iliklerinize kadar işletmiş olursunuz. Türkiye denilen varlık zaten budur.
Bütün imparatorluklarda, devletlerde olduğu gibi Osmanlı’da da insanları katletmek, yok etmek gibi şeyler vardı. Ermeni soykırımından önce de.
İçeride şehirleri tankla, topla dümdüz ederek, Suriye’de bir cehennem yaratmak için elinden geleni ardına koymayarak, Karabağ’da savaş kışkırtıcılığı yaparak da insanları katletme diye bir şeyin hala söz konusu olduğunu kanıtlamış oluyorsunuz işte.
Kulağa küpe olması gereken bir söz
Bu kadar pis kokulu laftan sonra kulağa küpe olması gereken bir sözle bitireyim….
Eyyy Erdoğan, peygamberin Muhammed ne diyor dinle (yüzde 50 sen de dinle): “En kutsal savaş, insanın kendisini yendiği savaştır.”
Kendini yenmenin, büyük bir beladan kurtuluş anlamına geldiğinin farkında olmadığın görülüyor. Bilmediğin şeylerden biri de şu: Barış isteyen akademisyenleri içeri atarak, itiraz edeni sopalayarak, tecavüzleri protesto edenleri döverek, kadınları coplayarak, doğa savunucularını sürükleyerek yenilmekten kurtulamayacaksın. Kimse kurtulamadı.
Ama bizim asıl, lağım üreten bu düzenekten kurtulmaya ihtiyacımız var.