Bizim evin ufak tefek “tamirat ve tadilat” işlerine koşan bir usta vardır, İsmail… Selim Usta’nın yamağı… Laf darbeden açıldı. Anısı çok tazeydi.
İsmail dedi ki: “Biz o gece abdestimizi aldık, karımızla çocuğumuzla helalleştik, evden çıktık, köprüye koştuk.” Gönüllü olarak ölüme gitmişti.
“Peki hiç korkmadın mı?” dedim. Gülerek gözlerimin içine baktı. “Sıkıntı yok” dedi.
İsmail bana hep Kartallı Kazım’ı hatırlatıyor. Nâzım Hikmet’in Kuvayı Milliye Destanı’nda anlattığı, hani şu İngilizler’e çalışan işbirlikçi tercüman Mansur’u öldüren halk kahramanını… Nâzım onu şöyle anlatır:
“Ve kavga bittiği zaman
Ne çiftlik sahibi oldu ne apartman.
Kavgadan önce Kartal’da bahçıvandı,
Kavgadan sonra Kartal’da bahçıvan.”
İsmail o gece şehitlik şerbetini içmedi. Yaşıyor. Türkiye’yi kurtardı. Ne mevki istedi ne mansıp… Ne para istedi ne pul, ne de bir madalya… Darbeden önce İçerenköy’de tamirat ustasıydı, darbeden sonra İçerenköy’de tamirat ustası. Bu insanların hakkını ödeyemeyiz. Ömer Halisdemir’in türbesini yapıp üstüne nur yağdırsak gene borçlu kalırız. Bu memleket onların yüzü suyu hürmetine ayakta duruyor. Korkma küçük hanım, İsmailler senin ırzına geçmezler. Fetullah kazansaydı, asıl o zaman görürdün kısa bacaklı ve kıllı adamları…