Türkiye’de ekonomi iç siyasetin belirsizlik girdabına kapılırken dünyada ekonomik dengeleri etkileyen gelişmeler var. Önümüzdeki hafta 30 Mart 2014 yerel seçimlerinin sonuçlarını değerlendiriyor olacağız. Seçim sonrasında oluşacak yeni siyasi durumun ekonomiye yansımaları da ilerleyen günlerde gündemdeki yerini alacak. Ekonomi politikası aslında her durumda iç siyasi dengeler ile dünya ekonomik koşullarınca belirlenen ikili bir yapı üzerinden şekilleniyor.
Dünyayı doğru okumak şart
Buna göre öncelikle dünyadaki gelişmeleri doğru okumak, ardından bu gelişmelere Türkiye ekonomisi açısından olumlu sonuçlar doğuracak bir politika bileşeniyle cevap vermek gerekiyor. Siyasi iktidar bunu sağlayacak bir irade ve kabiliyet ortaya koyduğu ölçüde başarılı ekonomi politikasından bahsedebiliyoruz. Bu yöndeki politika uygulamasının sonucu kontrol altındaki enflasyonla sürdürülebilir bir büyüme ve mali piyasalarda istikrar olarak alınıyor.
Türkiye olması gereken yapıdan uzak
Siyasi iktidarın hükümet etme irade ve kabiliyetinin tartışıldığı bugünlerde Türkiye’nin böylesi bir yapının çok uzağına düştüğü açık. Dünyada meydana gelen bir dizi gelişme ise önümüzdeki bir-bir buçuk yıllık döneme damga vuracak nitelikte. Hepsi de Türkiye’yi de doğrudan ilgilendiren ABD’nin değişen para politikası, AB’deki ekonomik toparlanma sinyalleri ve Rusya başlıkları altında toparlayabileceğimiz bu faktörler ekonomi politikasının cevap vermesi gereken dış koşullar üzerinde belirleyici olacak.
ABD geleneksele dönüyor
ABD para politikasında değişim (normalleşme): ABD Merkez Bankası’nın (Fed) yeni başkanı Janet Yellen faiz artışına 2015 yılında başlayabileceğini açıkladı. Yellen, Fed’in geçen hafta faizlerin sabit tutulduğu toplantısında bankanın tahvil alım programını muhtemelen bu yıl sonbaharda sonlandıracağını ve ardından altı ay kadar sonra da faiz oranlarını yükseltmeye başlayabileceğini söyledi. Bu açıklama aslında para politikasında geleneksele dönüşü ve normalleşmeyi de ifade ediyor.
Türkiye’de dalgalanma riski
Ancak Türkiye için kısa vadede döviz kuru ve faizler üzerinde yukarı yönlü bir baskı yaratacak. Ama belki daha da önemlisi Fed’in faiz politikasında belirleyici olarak kullandığı yüzde 6.5 işsizlik oranı eşiğini de kaldırdığını ve daha geniş bir gösterge demetinden faydalanacağını açıklaması. Büyüme beklentileri ABD’nin bir toparlanmaya girdiğine işaret ediyor. Yine de işgücüne katılımın azalmasıyla işsizliğin belirli bir seviyeye inmesi tek başına ekonomik toparlanma emaresi sayılmayacak. Bu durum pratikte Fed politikasın öngörülebilirliğini azaltırken Türkiye gibi piyasalarda dalgalanma potansiyelini dolayısıyla riski artırıyor.
AB’nin durumu ABD kadar iyi değil
AB’de ekonomik toparlanma: Geçen hafta Fed’den gelen açıklama Almanya ve Fransa belli başlı AB ülkesi bonolarına ilk anda satış getirdi. Zira faizlere ilişkin artış beklentisi tahvil piyasalarında talebi azaltarak en azından uzun vadeli (10 yıl) tahvillerde yükselen bir getiri beklentisi yaratacak nitelikte. AB’de gösterge niteliğindeki euro bölgesi ekonomik toparlanması ABD’deki kadar güç kazanmış görünmüyor. Avrupa Merkez Bankası (AMB) yine de iç talepteki toparlanmayla tedrici bir büyüme artışı bekliyor.
AB’deki toparlanma henüz kuvvet kazanmadı ve büyüme beklentisini ayakta tutan bir iyimserlikle desteklenecek gibi. Geçen hafta kreditörleriyle kurtarma kredisinin yeni bir diliminin serbest kalması için anlaşan Yunanistan’ın dört yıl aradan sonra tahvil piyasasına dönmesi ve Mayıs’a kadar piyasadan borçlanması bekleniyor. Ne olursa olsun Şubat 2014’te yüzde 0.8 olan euro bölgesi yıllık gösterge enflasyon oranı yüzde 2 seviyelerine tırmanmadan Türkiye’nin başlıca ihracat pazarı AB’de kalıcı bir ekonomik toparlanmanın geldiğini söylemek zor.
Batı’nın amacı Rusya’nın canını yakmak
Rusya: Bu başlık son dönemde akla Kırım’a ilişkin gelişmeleri getirse de bunun da ötesinde Türkiye’nin bölgesindeki jeopolitik risklerin tümüyle yükselişe geçtiğini ifade ediyor. Geniş anlamda Ortadoğu ve Suriye anlaşmazlıkları da buna dahil. Geçen hafta Rusya’nın Kırım’ı ilhakı ardından AB ve ABD öncülüğünde Batı dünyasının açıkladığı yaptırım paketi içerdiği seyahat sınırlamaları, G8 grubundan dışlama ve seçilmiş bazı şirketlere ambargolarla dışarıdan ilk bakışta çok şiddetli görünmüyor olabilir. Ancak Batı dünyası bu tarz yaptırımlara küçük adımlarla başlayıp dozunu tedrici biçimde artırarak muhatap ülkenin canını gerektiği yerde gerektiği kadar yakmayı hedefliyor.
Kısa vadede Rus Hazinesi’nin net dış borcun olmaması ve altın dahil 500 milyar dolar civarındaki resmi rezervleri ülkeye bir esneklik sağlıyor. Rusya Merkez Bankası rakamlarına göre Aralık 2014’e kadar ödenmesi gereken 103 milyar dolarlık kısa vadeli özel sektör borçlarını karşılamak sorun teşkil etmeyecek. Türkiye ise önemli bir ticaret partneri ve nükleer enerji gibi alanlarda işbirliği yaptığı stratejik ortağının sıkıntısına bir noktadan sonra ortak olacak. Dış Ticaret Müsteşarlığı rakamlarına 2013 yılında Türkiye Rusya’ya 7 milyar dolar ihracat gerçekleştirdi. Rusya’dan 2012 yılında yapılan ithalat ise 25 milyar doları buldu, bu ithalatta yıllık doğalgaz ihtiyacının yüzde 50 ile 60 arasında değişen oranlarda bu ülkeden sağlanmasının rolü büyük.
“Türkiye Demokrasiyi Kurtarmak İçin Twitter’ı Yasakladı”
Bir tarafta her gün meydanlarda en az iki öğün temsili sistem, demokrasi ve sandıktan bahseden bir başbakan diğer tarafta ise yüzde yüz güvenilirliği olmasa da bilgi alışverişi ve serbest tartışma fırsatı veren bir mecranın ortadan kaldırılması piyasa gözlemcilerinin kafasını karıştırmış olmalı. Bu gibi gelişmeler aslında Türkiye’de son üç aydır birlikte yatıp kalktığımız telefon dinlemeleri içeriklerinin ve yolsuzluk iddialarının dünyada daha geniş biçimde yayılmasına imkan sağlıyor. Yasaklama her zamanki gibi yasaklanana ve ardında sakladıklarına ilgiyi artırıyor.