MURAT SEVİNÇ
Demirtaş’ın ‘Bir cumhurbaşkanı düşünün…’ ile başlayan seçim propaganda sürecindeki konuşmalarını dikkatle izlemeye çalıştım. Diğer adaylardan farklı olarak Demirtaş, Türkiye’nin temel ve can yakıcı sorununun bir tarafını temsil ediyor. On yıllardır devam eden silahlı mücadelenin siyasal ayağının, en göz önündeki temsilcilerinden birisi. Haliyle ülkenin bütününe dair yaklaşımı ve propaganda dili, ayrıca merak konusuydu.
Tüm kampanyası aklı başındaydı
Demirtaş (hayli Amerikanvari) ‘Bir cumhurbaşkanı düşünün’ çağrısının sıkça tekrarlandığı ‘seçim vizyonu’nda, son derece aklı başında sözler sarf etti. Vaatleri, bir anayasa dersinin ‘temel haklar’ kısmında örnek gösterilebilecek düzeydeydi. Etnik, dinsel, dilsel ayrımcılığa, MGK ve benzeri kurumlara karşı olduğunu, güçlü devlet örgütünü değil güçlü yurttaşı savunduğunu, yurttaşın ‘yönetime katılma hakkının’ yanında olduğunu ilan etti.
Diyanet İşleri Başkanlığı’na karşıydı. Nefret söylemini reddediyordu. Zorunlu din dersleri ve YÖK’ün karşısında, kadının kamusal yaşamda görünür olmasının ise yanındaydı. Yönetim, çoğulcu olmalıydı. Demirtaş’ın bu taleplerine, memleketteki aklı başında insanların bir itirazı olabilir mi? Nefes almak isteyen hemen herkes benzer ilkeleri savunuyor.
Demirtaş yalnızca bu vaatleri sıralamakla yetinmedi. Cumhurbaşkanı seçimini kastederek, şunları da ekledi: “Adına demokratik seçim demedik, demeyeceğiz. Halk tarafından seçilir olması süreci demokratik ve şeffaf kılmıyor maalesef… Sadece parlamentonun tekelinde olan aday gösterme süreci demokratik değildir…” Konuşmasını yaparken salonda Rakel Dink, Gülten Kaya ve Berkin Elvan’ın ailesi de vardı.
Berkin’in annesini alkışlatmak uygun değildi
Demirtaş, Berkin’in annesini alkışlattı. Bu değerli bir jest olarak görülebilir, nitekim çok takdir edildi. Bana kalırsa, bir aday tanıtımında, pek uygun değildi. Şunu sormak isterim: Adaylık toplantısında, Berkin Elvan’ın annesi için CHP’liler alkış isteseydi, nasıl yorumlar yapılırdı? Demirtaş’ı takdir edenlerin çoğu, CHP’yi Gezi ve Berkin Elvan’ı kullanmakla itham edeceklerdi. Kuşku duyan var mı?
Üstelik Demirtaş, Gezi’ye yarım ağız sahip çıkmış, daha doğrusu ‘sahip çıkıyormuş gibi’ yapmışken. Demirtaş’ın o dönemde, Gezi’nin ‘ilerleyen aşamaları’ için yaptığı ‘darbecilik’ tespitleri, AKP’lilerle karşılaştırıldığında ‘iç güveysinden hallice’ydi. Her neyse, ben Demirtaş’ın o anneyi alkışlatmasının ‘sömürü’ olmadığı kanısındayım. Alkışlatan CHP olsaydı da bu düşüncem değişmeyecekti.
Allah’ın sevgili kuluymuş!
Demirtaş, propaganda sürecinde bölgecilik yapmayıp düzgün, sol bir dil kullanmaya gayret ederek, kemikleşmiş oy oranına şu ya da bu gerekçelerle yaklaşık bir milyon civarında ‘seçmen’ ekledi. Bu elbette önemli bir başarı. Tabii seçim eğer ikinci tura kalıp HDP ‘boykot’ kararı alsaydı, Demirtaş’ın başı üzerindeki sevgi ve sempati halesi dağılacaktı. ‘Ne yani, MHP adayına mı oy verelim?’ deme olasılıkları çok büyüktü ve bu tavır, Erdoğan’a destek olacağından, yeni kırılmalara yol açacaktı. Demem o ki, Demirtaş Allah’ın sevgili kuluymuş!
Ardından malum gelişmeler. Reis’in birkaç görevi aynı anda sürdürmesi, Resmi Gazete’nin seçim sonucunu, muhtemelen bu kez matbaasına giren kediler nedeniyle günlerce yayınlamaması ve tartışılan yemin töreni… ‘Bir cumhurbaşkanı düşünün’ sloganının kahramanı Demirtaş, seçim sürecinde savunduğu ilkelerin tümünün anti tezi olan bir ‘kişiliği’ ayakta alkışladı. Protesto eden bir vekilin davranışını, ‘nezaketsizlik’ olarak tespit etti.
Tabii bu davranışlarına kızanlar, eleştirenler oldu. Kişisel olarak yadırgamadım, çünkü etnik kimliği ne olursa olsun bu toprakların ‘siyaset tornasından’ geçen hemen herkesin, çok benzer davranış kalıplarına sahip olduğu kanısındayım. Örneğin bu satırlar yazılırken Kılıçdaroğlu Kongre konuşmasında, ‘Türkiye’yi, rakı sofralarında kurtaranları’ eleştiriyordu! ‘Torna’ derken anlatmak istediğim bu.
‘Milli irade’ sloganını tekrar ediyor!
Okuduğunuz yazıyı kaleme almamın nedeniyse, Demirtaş’ın Ezgi Başaran’la yaptığı söyleşi. Değil mi ki kendisi siyasetimizin ‘yeni yıldızı’ olarak tanıtılıyor; bu durumda yıldızın ne ölçüde ışık verdiğini görmek ve anlamakta yarar var. Çünkü her sözcüğüyle Türkiye halkının yakın gelecekte ‘umması gerekenler’ hakkında bolca fikir veriyor.
Demirtaş’ın sözcükleriyle: “Ben Recep Tayyip Erdoğan’ı değil, onun seçen iradeyi alkışladım… Yüzde 52 oy almış bir kişi yemin ederken, onların iradesine duyduğum saygıyı gösterdim.” Başaran, ‘Ayağa kalkmak ile alkış arasında bir mesafe yok mu?’ sorusunu yönelttiğinde Demirtaş, “Erdoğan Türkiye’nin yarısından oy aldı. Biz siyasetçiler olarak oy vermiş bu kişileri düşman olarak göremeyiz… siz oy verdiniz ben de sizin verdiğiniz oya saygı duyuyorum demektir benim tavrımın tercümesi…”
Demirtaş bir ‘yıldız siyasetçi’ midir, bilemem. Ancak bu ifadeleri, 1950’lerden bugüne başa bela olmuş, günümüz Batı demokrasilerinde geçerliliği kalmamış ve bugün en güçlü şekilde AKP tarafından dillendirilip kullanılan ‘milli irade’ sloganın tekrarı. Tekrar olduğu ölçüde de vahim. Çok vahim.
En çok sıkıntıyı Kürtler çekti…
Türkiye sağı on yıllardır her saçmalığını, her anti demokratik eylemini, milli irade olarak adlandırdığı ‘oy oranı’ ve ‘sandalye sayısına’ dayandırır. Eleştirel yaklaşımları ve yasama çoğunluğu üzerindeki her denetimiyse, ‘milli iradeye ortaklık’ olarak adlandırıp düşmanlaştırır.
Üstelik bunun sıkıntısını en çok yaşayanlardan biri de hiç kuşkusuz Kürt siyasal hareketidir. O milli iradenin temsilcileri, DEP’lilerin dokunulmazlıklarını kaldırmış, Kürt siyasetçilerini TBMM’de adeta linç etmiştir. Bugün, idam cezasının yeniden kabulü için bir anayasa değişikliği önerisi verilse, sizce ‘milli irade’ hangi oranla kabul eder?
Bu muhtemel ‘kabul’ü alkışlamak, ne zamandır demokrasinin gereği? Demirtaş, seçmen iradesinin/sandığın, demokratik sistemin ‘olmazsa olmaz’ özelliği olduğunu; ancak ’yalnızca tek bir’ özelliği olduğunu bilmez mi? Elbette bilir. Peki o zaman, iliklerine kadar ‘sağ’ ve ‘sığ‘ temsil söylemine sığınmasının gerekçesi nedir? Seçmeni olsun ya da olmasın aklı başında insanlar, Demirtaş’ın AKP’ye oy veren yurttaşı yok saymasını, küçümsemesini mi istiyorlar ki?
Yüzde 50+1 oy, alkışa yeterli mi?
Demirtaş için, seçimin hangi koşullarda, ne tür adaletsizliklerle, nasıl bir yasa düzeni içinde yapıldığının, yönlendirmelerin vs. hiçbir önemi yok mu? Hangi yolla olursa olsun % 50+1 oy almak, alkış ‘hak etmek’ için yeterli mi? Bu nasıl bir ‘çoğulcu demokrasi’ anlayışı ve nerede kaldı vizyon konuşmasındaki ilkeler?
Söyleşinin sonrasında Demirtaş kendi seçmeninin durumu yadırgamadığını, bu tartışmaları kendisine oy vermeyecek CHP’lilerin yürüttüğünü, insanların gerilim siyaseti istemediğini, AKP seçmeninden de oy almak gerektiğini vs. dile getiriyor. Tek tek üzerinde durma imkânı yok ne yazık ki.
Ancak “AKP alkışlanarak bitirilir, bunu anlamıyorlar” ifadesi gerçekten takdire şayan! Varlığını/etkisini, Batı’daki başkaca örneklerde olduğu gibi ‘silahlı mücadeleye’ borçlu olan bir siyasal hareketin mensubu olarak, AKP’nin alkışlanarak bitirileceğini düşünmesi, bu düşüncesini diyalog gereksinimiyle temellendirmesi ve tepki gösterenleri neredeyse ‘öfkeden/kinden yana olanlar’ şeklinde tanımlaması, Türkiye’de artık havuz medyasına fazlaca gereksinim kalmadığını düşündürüyor.
AKP son bir yılda güç kaybettiyse eğer, başlıca gerekçeleri Gezi ve yolsuzluk ‘iddialarıdır,’ Demirtaş’ın alkışı değil. Hani şu, HDP’nin bir ‘siyasal parti’ olarak bir türlü gür bir sesle dillendirip üzerine gitmediği, gündemde tutmadığı iddialar.
‘Demokratik olgunlar’ mertebesine erişmiş
Demirtaş, Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’la görüşme koşulu olarak, ‘en uç örnek’ olan Anayasa’daki ‘savaş durumunu’ göstermesini dahi, olabildiğince kötüye kullanmaktan çekinmiyor: “Savaş olmasın diye her gün… Erdoğan’la görüşürüm. İkimizin duruşundaki farklılık budur.” Bu yorum, Demirtaş’ın, memlekette mebzul miktarda bulunan ve fazlasına hiç de ihtiyaç duymadığımız bir ‘demokratik olgunlar’ mertebesine eriştiğinin delili gibi. Mübarek olsun. Tabii bir de, eğer ‘barış’, ‘o alkışın’ ucundaysa, eyvahlar olsun…
Bir HDP’linin Reis’i, ‘sıcakkanlılıkla’ belediye başkanı olduğu şehre davet etmesi, diğerinin resepsiyondaki esprileriyle Reis ve eşini kahkahaya boğması, Demirtaş’ınsa bir iki hafta önce kendisine ‘satılmış’ diyerek etnik kökeniyle uğraşan kişiyi alkışlaması, bu satırların yazarını ilgilendirmez.
Kendileri buna ‘siyaset’ ve ‘müzakere’ diyor ve ‘siyaset’le ‘müzakereden’ bunu anlıyor olabilirler. Ancak Demirtaş, yerelliği destekleyen bir partinin ‘sol’ iddiasındaki adayı olarak, 60 yıllık sağ/sığ milli irade zırvalarına sığınmak yerine, açıkça, ‘bizimkinin tepesi atınca İmralı’ya giden koster arıza yapıyor’ deseydi, çok daha inandırıcı olurdu…