MURAT SEVİNÇ
AKP Genel Başkan Yardımcısı ve Konya Milletvekili Leyla Şahin Usta, geçen gün bir konuşmasında, ‘Türkiye’de insan hakları ihlali olduğunu dile getirmenin abesle iştigal olduğunu’ buyurmuş. Ardından, eklemiş: “İnsan hakları ihlali deyince akla somut söylenebilecek bir iki tane olay bile gündeme getiremiyorlar.”
İsim çok tanıdık geldi: Leyla Şahin Usta. Tabii o zaman ‘Usta’ değildi, acep 28 Şubat sürecindeki Leyla Şahin mi, diyerek internete şöyle bir baktım. Yanılmamışım. O meşhur türban kararlarına konu olan Leyla Şahin imiş hanımefendi.
Ah Leyla Hanım…
Yanılmıyorsam tıp fakültesinde okuyordunuz. Herhalde bitirmişsinizdir. Ne güzel, 2015’te milletvekili seçilmişsiniz ve hekimlikten olsa gerek, sizi insan haklarından sorumlu genel başkan yardımcısı yapmışlar. Hayrını görün.
Leyla Hanım, ne günlerdi o günler değil mi? 28 Şubat günleri. Sizin türbanla derse, sınava girmenize izin vermiyorlardı. Bazı mahkeme kararlarını ve üniversitelerin idari kararlarını, yönetmeliklerdeki disiplin hükümlerini gerekçe göstererek. Mahkeme kararlarını. Hatırladınız mı? Hani Türkiye Cumhuriyeti’nin, ‘millet adına karar veren’ mahkemeleri. Hatırlarınız tabii, çok iyi hatırlarsınız.
Ah Leyla Hanım, neler söyleniyordu sizlere. İkna odası icat etmişti kimi yarım akıllılar. Bunu ‘Atatürkçülük’ adı altında yapıyorlardı. Hatırlarsınız Leyla Hanım, kampüs kapılarında gencecik insanların peruk takmasını izliyorlardı. Hatırladınız mı Leyla Hanım? “Bunlar dindar değil, terörist” diyorlardı, Leyla Hanım. Ah Leyla Hanım, neler söylüyorlardı size.
Kimler yapıyordu bunları Leyla Hanım? Hatırlıyor musunuz?
Türkiye Cumhuriyeti’nin mahkemeleri yapıyordu. Türkiye Cumhuriyeti’nin üniversite yönetimleri yapıyordu. Hani bugün akademisyenleri barış metnine imza koydukları için atan üniversite yönetimleri var ya, neredeyse aynı isimler, o devirde sizleri derse sokmuyordu Leyla Hanım. Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetenler yapıyordu bunları.
Devlet, yapıyordu Leyla Hanım. Devlet yapıyordu. Hani milletimizin ölesiye sadakat duyduğu, ne yaparsa yapsın hikmet aradığı, hikmetinden sual olunmaz ‘devlet’. Türkiye Cumhuriyeti’nin muhtelif organları, sizin kılık kıyafetinize müdahale ediyor ve size eşit yurttaş muamelesi yapmıyordu Leyla Hanım. Hatırlıyor musunuz?
Ah Leyla Hanım, birileri de o devletin uygulamalarına karşı çıkıyordu. O devleti eleştiriyordu. Eleştirdiği için terörist, vatan haini, devlet düşmanı diyorlardı o insanlara, hatırlıyor musunuz Leyla Hanım. Misal, Leyla Hanım, genç bir akademisyen sıfatıyla işitmediğim laf kalmıyordu benim de. Biri, “Hayırdır sen de mi dinci oldun” beriki, “Liberal yahu” öteki “Size mi kaldı bunların hakkını savunmak” diyordu!
Ah be Leyla Hanım ne günlerdi değil mi? O dönemin medyası ne şaklabanlıklar yapardı. Nasıl da terörist filan gibi gösterirdi sizleri, arkadaşlarınızı. Ah ne kötü günlerdi. Türbanlıların üzerine giderdi devlet, Kürtler’in, solcuların… Ah ne kötü günlerdi…
Ah Leyla Hanım, ben o yıllarda 28 Şubat süreci ‘belgelerini’ anlatan, eleştiren ilk (ve muhtemelen son) ‘anayasa makalesini’ yayınlamıştım. Yine eğer yanlış bilmiyorsam, o makale yayınlanırken sizin Davutoğlu hocanız Harp Okulu’nda derse girerdi. Ah Leyla Hanım, ne günlermiş hakikaten!
Leyla Hanım, ders anlatmaya başladığım yıllarda konu laiklik ve türban meselesine geldiğinde AYM’nin özellikle 1991 kararını, sonrasındaki Danıştay kararlarını, üniversite yönetmeliklerindeki ilgili disiplin hükümlerini eleştirir, bunun yanlış bir laiklik yorumu olduğunu söyler ve kararların hukukiliğini tartışırdım. Ah ne büyük ihanetti vatana Leyla Hanım, bir mahkeme kararının hukukiliğini ve meşruluğunu tartışmak, itiraz etmek. Ah Leyla Hanım. Ben kim oluyordum da, Türkiye Cumhuriyeti’nin mümtaz yargı organlarını ve idaresini eleştiriyordum.
Ardından AİHM’ye başvurdunuz Leyla Hanım. Haklı bir başvuruydu. AİHM, sizin başvurunuzu reddetti. O karar yanlış ve kötü bir karardı Leyla Hanım. Derslerde çok eleştirdim. Bana kalırsa o dönemde Batı’da yükselmeye başlayan İslam antipatisinden etkilenen, yanlı ve AİHM hâkimlerinin çoğunluğunun çuvalladığı bir karardı. Bir yönetmelik hükmünü ‘kanun’ gücünde kabul etmişlerdi ne yazık ki. Hatta Leyla Hanım, o AİHM kararı çıkınca Mülkiye’den iki hukukçu meslektaşım (Altıparmak/Karahanoğulları), yabancı dilde de yayınlanan bir makaleyle kararı eleştirmişti.
Ben de söz konusu makaleyi ‘kaynak okuma’ olarak önerdiğim derslerde diyordum ki, “Bu karara sevinenler var. Oysa hem hukuken sakat hem de hiçbir toplumsal/siyasal sorun mahkeme kararıyla çözülmez. Bu iş bitti diyenler saçmalıyor.” Tarih bizleri haklı çıkardı. Sorun mahkemede değil, çözülmesi gereken yerde, siyasetin araçlarıyla çözüldü.
Ben ve benim gibi düşünen meslektaşlarım, bir ‘ilkeyi’ savunduk. Bir ilkeyi, Leyla Hanım. Kara kaşınız kara gözünüz için değil. Eşit yurttaşlık için. Size haksızlık yapıldığı için. Yoksa, ben bilmez, tanımaz mıyım sizin ideolojinizi!
Sizin dünyanızda büyüdüm çünkü. Bu yüzdendir ki, partinizi ve ‘dava’ dediğinizi iyi bildiğim gibi, mütedeyyin kesim içinde, sizler gibi düşünmeyen, olup bitenin farkında ve mutsuz insanlar olduğunu biliyorum. Siz de biliyorsunuz.
Ben ve bizler, sizin hakkınızı, ideolojinizi/zihniyetinizi bilmediğim(iz)den ya da aptal olduğum(uz)dan değil, adalet ilkesi için sahiplendik Leyla Hanım. Genç insanlara o kampüs kapılarında yapılanları aşağılayıcı bulduğum, bulduğumuz, içimize sindiremediğimiz, kendimize yediremediğimiz için. Bir ilke. Bir ilke. Bir ilke. Bir ilke. Bir ilke, Leyla Hanım.
Eğer o ilkeleri, hakkınızı savunmazsam, öğrencinin karşısına çıkacak yüzü kendimde bulamayacağımı düşündüm. Öğrenci, ‘yapılan yanlıştır’ demekten aciz bir insana hoca muamelesi yapmaz ve yapmamalı. Sizin ya da diğerlerinin ne düşündüğü beni hiç ilgilendirmedi Leyla Hanım. Bugün de ilgilendirmiyor.
Ah Leyla Hanım, şimdi kalkmış, memlekette insan hakkı ihlali örneği yok diyorsunuz. Ziyade olsun! Size hangi örneği vermeli, neyi tartışmalı. Yüzlerce örnek yeter mi? Binlerce? Hangisini anlatalım? Hangi birini anlatsın insanlar?
Beni/bizi boş verin, sizin tayfadan bir hukukçuya sorun, çay içerken anlatsın aykırılıkları. İddianame olmaksızın cezaevinde tutulanları. Gazetecileri. Kürt siyasetçileri. KHK’lileri. Anlatırlar size.
Bu yazıyı, size bir şey ifade edeceğini düşündüğüm için kaleme almıyorum kuşkusuz. Benim sizden, siyasi hareketinizden, partinizden, hiçbir beklentim yok Leyla Hanım. Hiç olmadı, bundan sonra da olmayacak. Fakat belki sizin dünyanızdan kimi gençler, tarihin kendileriyle başlamadığını fark eder de, biraz kafaları karışır diye umuyorum. Umut fakirin ekmeği değil mi?! Yoksa onu da mı aldığınızı düşünüyorsunuz! Yok hayır, alamazsınız Leyla Hanım. İşte onu alamazsınız.
Ah Leyla hanım, neler söylüyorum! Bir KHK’li olarak! Türkiye Cumhuriyeti’nin Resmi Gazetesi’nde adımı gördüm bir gece, meslektaşlarımla birlikte. Koskoca devletin resmi gazetesi yanılacak değil ya. Ne zaman haksızlık yapmış ki bu devlet, şimdi yapsın, öyle değil mi Leyla Hanım.
Ah Leyla Hanım…
Hocası ve hocasının hocasına 12 Eylülcüler ile 12 Martçılar tarafından eziyet edilmiş biri olarak ben, attığınız için en küçük bir üzüntü, pişmanlık duymuyorum. Kuşkunuz olmasın. Çünkü hiç ekşi yemedim, yemedik Leyla Hanım. Haklıyız. Siz bunun ne büyük bir konfor olduğunu bilirsiniz. Haklı olmanın. Bir ilkeyi savunmanın. Her adaletsizliğin bir gün sona ereceğini, o adaletsizliğin sorumlularının nasıl anılacağını, çok iyi bilirsiniz.
Ah Leyla Hanım, ben yirmi küsur yıldır yazdığım her satırın, her noktanın, her virgülün ve derslerde sarf ettiğim her sözcüğün arkasındayım. Size de, yıllar sonra, bugün sarf ettiğiniz her sözün ve her yaptığınızın arkasında durmak nasip olsun. Olur mu dersiniz?
Yazı burada bitsin en iyisi Leyla Hanım.
Bu yazı, burada, bitsin…
Bisiklet sevenlere yazı önerisi: Önümüz yaz. Ola ki dikkatlerinden kaçmıştır, bisiklet ve tur meraklıları için Kartal Kendirci’nin iki güzel yazısını buraya bırakıyorum.