MURAT SEVİNÇ
Vapur iskelesi önünde elime tutuşturulan ‘Evet’ broşürü hakkında yazmaya devam.
Sanki Türkiye’de bir tartışma ortamı varmışçasına…
Sanki halkoylaması süreci eşit koşullarda devam ediyormuşçasına…
Sanki bu öylesine bir anayasa değişikliğiymişçesine…
Sanki…
Bir önceki yazıda son olarak cumhurbaşkanı yardımcılarının atanmasında kalmıştım. Hani şu sayısı, vasfı vs. belirlenmemiş yardımcılar! Yine, ilk satırlar broşürden, ikinciler benim yorumum:
– Cumhurbaşkanı hem yetkili hem sorumlu olacakmış. Denetim ve cezai sorumluluk gelecekmiş. Cumhurbaşkanı soruşturulup gerekirse Yüce Divan’a yollanacakmış. Eğer mahkûm olursa cumhurbaşkanlığı görevi sona erecekmiş.
Öyle mi? Yetkili ve sorumlu olacak ne demek? Parlamenter sistem sona erecek demek. Artık ülkeyi cumhurbaşkanı yönetecek demek. 1909’dan bugüne tercih edilen sistem son bulacak, bir asırlık gelenek ve uygulama deneyimi, birikimi terk edilecek demek.
Denetim ve cezai sorumluluğun gelmesi ne demek? Bugüne dek cumhurbaşkanının cezai sorumluluğu yok muydu? Vardı tabii, şimdi şekli ve içeriği değişiyor. Peki, nasıl değişiyor? Yani cumhurbaşkanı nasıl denetlenecek. Eğer bir suç işlediği iddiası varsa, önce ‘salt çoğunluğun’ yani ‘yarıdan bir fazla’nın talep etmesi gerekecek. Bu sayı 301. Yani? Eğer örneğin Erdoğan cumhurbaşkanı olur da AKP bugün olduğu gibi sandalyelerin en az yarısını elde ederse, bu soruşturma önergesi hiçbir biçimde verilemeyecek.
Diyelim ki verildi ve soruşturma açıldı. Bir ‘komisyon’ oluşturulacak. 15 kişilik komisyon, partilerin üye oranlarına göre kurulacak. Demek ki komisyonda da hâkim olan, iktidar partisi olacak. Rapor Genel Kurul’da görüşülecek ve cumhurbaşkanı, TBMM üye tamsayısının ‘üçte ikisi’nin ‘gizli oyu’yla Yüce Divan’a gönderilecek. Demek ki 400 üyenin evet oyu vermesi gerekiyor. Bu da demektir ki, şimdiki gibi bir meclis profilinde ‘imkânsız’ bir durum…
Gizli oy meselesini hiç açmayalım, zaten uydukları bir kural değil. Peki, Yüce Divan neresi? Anayasa Mahkemesi. Hangi AYM? Üyelerinin 12’si cumhurbaşkanı tarafından seçilip atanacak AYM mi? Kalan üç üye de TBMM tarafından belirleniyor. Örneğin hâlihazırdaki durumu veri sayarsak, üyelerinin tümü Erdoğan ve onun hâkim olduğu meclis çoğunluğunca belirlenmiş bir AYM. Cumhurbaşkanının belirlediği AYM, cumhurbaşkanını yargılayacak.
Hadi bir adım daha atalım: Diyebilirsiniz ki, ‘Canım görevi bitince yargılanır, ama eninde sonunda yargılanır.’ Hayır canım kardeşim, zannettiğin gibi değil. Cumhurbaşkanının görevi bittikten sonra yargılanması da, yukarıdaki yolun izlenmesine bağlı. Aynı çoğunluklar aranacak ve TBMM aksi yönde bir karar vermedikçe cumhurbaşkanı yargılanamayacak. Ömür boyu muafiyet, anlayacağınız.
– Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlara da denetim ve cezai sorumluluk getirilecekmiş.
Yaşasın! Yukarıda cumhurbaşkanı için yapılan açıklamalar, yardımcı ve bakanlar için de geçerli büyük ölçüde. Hayırdır inşallah. Bugüne dek bakanların bir denetimi ve cezai sorumluluğu yok muydu? E meclis soruşturması, gensoru vs. neydi peki? Biz yıllardır olmayan şeyleri mi anlattık? O meclis soruşturması yani cezai sorumluluk vardı da ne oldu? Hangi bakanı Yüce Divan’a gönderdiniz?
Kardeşim siz bizimle hakikaten dalga mı geçiyorsunuz? Eğer öyleyse, neden geçiyorsunuz ki? Sizin kitlenin fanatikleri zaten olup bitene pek aldırmıyor. Bakanlar yargılanmış yargılanmamış, insanlar suçlarının bedelini ödeyip ödememiş, umurlarında değil; yeter ki çıkarları zedelenmesin. O zaman ne diye o broşüre, hâlihazırda zaten var olan bir kurumu yeni bir şeymiş gibi gösterip ‘Bakanlara cezai denetim geliyor’ diyorsunuz?
Ayrıca, bakanların ‘siyasal somluluklar’ı artık TBMM’ye değil, cumhurbaşkanına olacak. Üstelik bu kişilerin bakanlıkları sona erdikten sonra yargılanmaları için de ‘aynı koşullar’ aranıyor. Ezcümle, bakanlar da eğer ‘feda edilmezlerse’ yargılanmayacak. Daha doğrusu, zaten yargılanmıyorlardı, değişen bir şey olmayacak. Hadi yine iyiler, ne diyelim!
Aynı ölçütler, cumhurbaşkanı yardımcıları için de geçerli. Ayrıca bakanlar ve cumhurbaşkanı yardımcıları, görevleriyle ilgili olmayan suçlarda ‘milletvekili dokunulmazlığı’ndan yararlanacak. Diyelim ki Erdoğan cumhurbaşkanı seçildi ve yine diyelim ki bir akrabasını ya da Egemen Bağış’ı cumhurbaşkanı yardımcısı atadı. Malum, istediğini atayabilir. İşte bu durumda o kişi de milletvekili dokunulmazlığına sahip olacak.
Bak heyecanlandım şimdi. Acep yardımcı olarak atanır mıyım ki? Vallahi belli mi olur, muazzam bir iş imkânı! Peki, acaba beni yardımcı atamak isterse, OHAL KHK’siyle atılmış olmak, cumhurbaşkanı yardımcısı olmaya engel teşkil eder mi? Hadi buyurun bakalım, bir ‘hukuk’ sorusu daha!
O durumda şunu yaparlar sanırım. Hemen bir OHAL KHK’si daha çıkarıp şöyle bir hüküm koyarlar: ‘45-48 yaş arası olup kelleşmeye meyyal orta boylu doçentlerin OHAL KHK’siyle atılmış olması, başta cumhurbaşkanlığı yardımcısı olmak üzere bazı kamu hizmetlerine kabul edilmelerine…’
Olur mu olur! Ardından tüm havuz medyası bu KHK’yi savunmaya geçer. O yaş grubundaki kelleşen erkeklerin ‘milli irade’ düşüncesiyle bağını kurarlar. Menderes’in, Bayar’ın, Demirel’in de aynı durumda olduğunu, Özal’ı görmezden gelerek anlatırlar. Mutlaka biri çıkar ve saçı gür olanların ‘üst akıl’ın oyunlarına kanma olasılıklarının, kelleşenlere göre daha fazla olduğunu söyler. Beriki, saç ektirmenin bir Siyonist komplosu olabileceğine, en akil ve sakallı olanları ise ‘kellerin de muhterem insanlar olduğuna’ dair yorum yapar.
KHK’nin yayınlandığı gün, Türkiye’nin en çok okunan gazetesinin uyanık yazarı, ‘Saçı gür olmak hakikaten bu kadar önemli mi demokrasilerde? Sadece soruyorum!’ başlıklı bir paragraf yazar. Ve akşam CNN Türk ekranlarında karşılıklı sıralanmış parlak takım elbiseli sevimsiz herifler ‘bilimsel’, ‘hukuksal’, ‘siyasal’ görüşlerini aktarıp örneğin ‘bu uygulamanın kellere pozitif ayrımcılık anlamına geleceğini ve 10.maddedeki eşitlik ilkesine aykırılık teşkil etmediğini’ açıklarlar.
Hatta belki, gür saçlı 110 vekil konuyu AYM’ye taşır ve AYM, OHAL KHK’lerini incelemeyeceği yönündeki kararı yineler, kelleşen üyelerinin mutluluk gözyaşları eşliğinde…
Hiç gülme sayın okuyucu. Çıkarılan KHK’lerin önemlice bir kısmı ‘hukuk’ kavramıyla işte bu kadar ilişkili. Ve Türkiye’nin hali de üç aşağı beş yukarı bu. Bizler, böylesi KHK’lerin göz göre göre çıkarılabildiği bir memlekette, anayasa değişikliğinin içeriğini yazıyoruz. Hayret bize, hakikaten hayret!
Hâl böyleyken, ben de yazıya bir anayasacı vakar ve ciddiyetiyle başlayıp sonlara doğru sanırım sinirim bozulduğu için darmadağın oluyorum, farkındayım. Aman canımız sağolsun!
Sonraki yazıda ‘broşür’ hikâyesine devam…
Yazı önerisi: Aydın Selcen’in ‘halkoylaması sonrası’na ilişkin ‘iki’ yazısını öneririm. Buraya bırakıyorum.