• 9 SORUDA
  • DİKEN ÖZEL
  • GÜNÜN 11’i
  • DİKENLİK
  • AKŞAM POSTASI
  • VPN HABER
  • ENGLISH

Diken

Yaramazlara biraz batar!

  • VİTRİN
  • AKTÜEL
  • ANALİZ
  • DÜNYA
  • MEDYA
  • KEYİF
  • AGORA
  • SANAT
  • GÜNÜN ESERİ

Değerli Ayşenur Arslan ve diğer değerli basın mensuplarına mektup…

29/12/2016 21:46

 

MURAT SEVİNÇ

Bir süre internette aradım ancak yeteneksizlikten olsa gerek bulamadım. Yıllar önce televizyonda bir komedi programında izlemiştim.

Bir köyün ahalisi en son 1960’lı yıllardan birine girdiklerini (diyelim 1967) söylüyorlardı. Sonrasına girmemişler. Az gelişmişliği, yoksunluğu anlatıyordu hikâye.

Reklam

Bu sabah derse girmeden önce gazeteci Ahmet Şık’ın gözaltına alındığını okuyunca, bu skeç düştü aklıma. Acaba 2017’ye girmesek mi, kaygısı.

Yapacak bir şey yok, zaman bize aldırmadan, hiçbirimize sormadan akıp gidiyor. Yaşadığımız her an, gelecekte yazılacak olanları gözlemliyoruz. İçinde yer alıyoruz. Tanıklık ediyoruz.

Yıllar sonra bugünlerin belgeselleri yapıldığında, hemen sabah okuduğum haber de yer alacak orada. Dün okuduklarım da.

Reklam

Belki anayasa komisyonundaki tartışmalar kısa bir görüntü ya da fotoğraf olarak. Biri diğerine su fırlatmış, beriki sövmüş, kavgalaşmışlar filan fıstık.

Hiç kimse, o fotoğrafta yer alanların adlarını bilmeyecek. Artık hiçbir önemi olmayacak o insanların. Biri vefat ettiğinde, yerel gazetede haber olacak, belki okunan gazetelerin birinde sekizinci sayfada sağ alt köşede çok küçük bir paragraf. Hiç kimse okumayacak o haberleri. Hiç kimse bu insanların adlarını dahi merak etmeyecek. Oysa anayasa değiştiriyorlar, kavga gürültü…

Ne yaptıklarını pek bilmediklerinden, neyi desteklerini tam anlamıyla anlamadıklarından eminim. Nereden eminsin, diyeceksiniz. Sizin, ‘bildiklerinden’ emin olduğunuzdan daha fazlası, diyelim!

O belgeselde Ayşenur Arslan da yer alacak. Programı birlikte yaptığı 70 küsur yaşında ve sağlık sorunları olan gazetecilerden biri tutuklanınca, tepki olarak ‘o serbest kalıncaya dek’ TV programını bitirişi.

Sessiz kalarak attığı, atmaya çalıştığı çığlık. Belki.

Herhalde Aslı Erdoğan ve Necmiye Alpay da olacak. Cumhuriyet’in yazarları da. Diğerleri de. Cumhuriyet’in yazar ve yöneticilerini soğuk bir koğuşa aldıkları haberini okudum geçenlerde. Doğru mu bilmiyorum.

Kadri Gürsel’e palto getirmiş eşi, düğmeleri mevzuata uygun olmadığı için kabul edilmemiş. Ne sanmıştınız. Hukuk devletidir Türkiye. Hukuk devletinde düğmeler hayatidir.

Öyle hayatidir ki hâkimlerin, avukatların cüppelerinde düğme yoktur mesela. Kimsenin önünde iliklemesinler diye.

Ben yarı yaşım kadar bu konuları çalışıp anlattım ya, ister istemez palto konusu ilgimi çekti. Nefis bir konu. Keşke, mesela Hasan Ali Toptaş’ın yeteneğine sahip olsaydım da yalnızca ‘düğme’ üzerine bir öykü yazabilseydim. Değilim ne yazık ki, ‘vermeyince mabud…’

Belgeselde Cumhuriyet’in tutuklanan çaycısı olur mu? Mutlaka, hatta epey sembolik bir yer alır sanki. Peki diğerleri. Tutuklanmamış ama havuz düzeninde işlerini, ekmeklerini kaybetmiş olanlar. Ev kirasını ödeyemeyenler. Çoluk çocuğu sıkıntı çekenler. Farklı mecralarda seslerini duyurmaya çalışanlar. Mesleğin henüz başlarındayken cıscıvlak ortada kalanlar.

Onlar ortada kalmışken, küplerini dolduranlar. Cemaat bankasından aldıkları kredilerle köşeyi dönüp yalı katı sahibi olan, prestijli fırıldaklar. Olmaz mı? Hepsi yer alır o belgeselde. Yeni nesillere, yazar çizerlere ibret olmaları için.

İşini kaybedip iş bulma seçeneği kalmadığı için internetten ‘onurlu yayıncılık’ yapmaya çabalayan bizim Mülkiyeli Ünsal Ünlü gibileri? Onlar da yer alır mutlaka. Bu günleri anlatırlar genç gazetecilere, adaylara.

Birilerinin, ‘onur’un ne menem bir duygu ve haslet olduğunu anlatması gerekmez mi? Gerekir.

İnternet gazeteciliği yapmaya çalışanlar. T24’ler, Diken’ler, Gazete Duvar’lar vb. Bugünlerin zorluklarından söz ederler. Nasıl çile çektiklerinden. Nasıl kaynak sorunu yaşadıklarından. Nasıl reklam alamadıklarından. Hepsini anlatırlar.

Gölgesinden korkan asalak burjuvazinin, iş reklam vermeye geldiğinde nasıl korku yaşadığından, çekindiğinden. Bir türlü burjuvalaşamayan zavallı sermayedarımızın pespayeliğinden. Hepsinden söz ederler.

Burada, bir vazgeçmişlikten söz ettiğim sanılmasın sakın. Dürüst insanlar, her şeyi göze alarak, doğru bildikleri yolda yazıp çizmeyi sürdürüyor. Sürdürecek de. Belki biraz sıkılmışlık, biraz yorgunluk, hepsi bu. ‘Haklı’ olduğunu, ‘doğruyu savunduğunu’ düşünen bir insan, neden vazgeçsin? Zaten siyasi içerikli davalar, bu gerekçeyle de biraz saçma değil midir ki?

Bir insanı düşüncesi nedeniyle yargılamak, ne onun düşüncelerinde bir değişikliğe neden olur ne de gerçeği değiştirir. Bir dönemin düşünce suçlusu bir başka dönemin ‘değeri’ oluverir. Tarih sayısız örnekle dolu. Düşünsenize, zamanında ‘dünya dönüyor’ ya da ‘düz değil yuvarlak diyenlerin’ başına gelenleri.

Giordano Bruno, çağı için aykırı (başka gezenlerin var olduğu vs.) düşünceleri, bilimsel saptamaları nedeniyle o dönemin dangalak Katolik papazları tarafından ‘sapkın’ ilan edilip diri diri yakıldı.

Ne oldu peki? Haklıydı. Bugün Roma’da koca bir heykeli var. Ayrıca şunu da unutmayalım, o yakıldığında Descartes dört yaşındaydı. Yani? Zaman akar, ‘düşüncenin’ önüne çekilmeye çalışılan setler saçmadır. Düşünce, engellenebilen bir olgu değildir.

Yine uzatıyorum. Ama kusura bakmayın artık bu dağınık yazı için.

Başta, deneyimli gazeteci Ayşenur Arslan’ın etkileyici ‘tepkisine’ atıf yapmıştım. Memleketin durumuna ve meslektaşlarının başına gelenlere yönelik, içten, haklı dürüst bir isyandı.

Yazıyı da değerli Ayşenur Hanım’a hiç haddim olmayan bir ‘sitemle’ bitirmek isterim. Aman boş ver, çok da ‘hâd’ gözetilecek bir yazı değil zaten bu.

Ayşenur Arslan’ın Halk TV’deki programı, gözlemleyebildiğim kadarıyla kendisini ahaliden biri haline getirmişti. Kişisel olarak ‘benimkilerin’ evinden haberdarım. Birkaç yıldır, ne zaman İstanbul’a gitsem, annemlerin kahve saatlerini programa göre ayarladığını gördüm.

Hiç kimseye ve programa böyle bir merakları yok. Öğle saati yaklaştığında evde ‘Ayşenur başlıyor’ anonsu, TV karşısına yerleşme ve pür dikkat izleme. Bir yerde ara veriliyordu sanırım. İşte tam o arada, öğle kahvesini yapıp reklam sonrası bu kez elde fincanla yine ekran başına. Evden, aileden biri gibi.

Yaz aylarının bitişini, bizimkilerin ‘Ayşenur da başlıyormuş’ mutluluğundan fark ettim.

İki gün önce, 80 küsur yaşındaki anneme telefonda, ‘Sıkılıyor musun, artık Ayşenur da yok’ dediğimde, canı epey sıkkın bir şekilde ‘Hiç tadı kalmadı televizyonun, tamam kızdırdılar ama o kız da niye bıraktıysa, hiç iyi yapmadı’ deyiverdi. Tabii, ‘yaş’ göreceli bir kavram!

Diyeceğim o ki Ayşenur Hanım, bizimkilerin tadını fena kaçırdınız. Haberiniz olsun. Ciddiye alarak izledikleri, aileden saydıkları tek insan sizdiniz. İşte, haddim olmayan ‘serzenişim’ bundan. Kahvenin tadı kalmadı anlayacağınız…

Malum, Samuel Beckett’in meşhur bir oyunu vardır. Godot’yu (Godo) Beklerken. İki karakter Estragon (akıllı olanı) ve Vladimir (alık olanı) sahnede bekler. Godot bir türlü gelmez. Yaklaşık 10 yıl önce bir Türk yurttaşı (Selçuk Altun), ilginç bir tez attı ortaya. Bu orijinal iddia Beckett çalışmalarının yer aldığı ‘The Beckett Circle’de tek sayfada yayınlandı. Yazar, aslında Godot’nun oyun boyunca sahnede olduğunu, adın, ‘God’ (Tanrı) ile ‘idiot’u (aptal) ifade ettiğini söylüyordu.

Altun’un dediği gibi, beklenen biri, bir varlık yoktur belki de, Godot zaten sahnededir. Beklenen, umulan, zaten orada, gözlerimizin önündedir.

Ne olacak 2017’de? Girmesek mi? Vallahi istemesek de giriyoruz, öyle görünüyor. Umutsuz olmaya hakkımız yok sanırım. Memleket hepimizin olduğuna göre.

Ne olacak bilemeyiz de, bizsiz, insansız bir şey olmayacağı da kesin. İnsansız sistem, insansız ülke var mı? Yok. Eh o zaman?

İnsansız sistem yoksa insan hep sahnede ve başrollerdeyse, demek ki insan isteyecek, insan/yurttaş talep edecek daha iyi, daha özgür, daha insanca bir yaşamı.

Başkası yok, gelecek olan. Biz ne kadarsak, o…

Madem 2017’ye ‘gelme’ diyemiyoruz, o zaman her kim haksızlığa uğradıysa, kimin canı yandıysa, kimin onuru kırıldıysa, kim haksız yere ekmeğinden olduysa, onların yılı bir öncekinden güzel olsun…

Filed Under: Agora

Tüm yazılar: Murat Sevinç

SON HABERLER

CHP: Boğaziçi eylemlerindeki hak ihlallerinin tespiti için komisyon kurulsun

CHP, Boğaziçi Üniversitesi’ne Melih Bulu’nun rektör olarak atanmasının ardından başlayan eylemlerde yaşanan gözaltılar, tutuklamalar ve polisin orantısız müdahalesinin araştırılması için Meclis’te alt komisyon kurulmasını önerdi.

Doktor: Eşini kaybeden bir teyzemiz cenaze sonrasında 200 kişiye virüs bulaştırdı

Sinop Atatürk Devlet Hastanesi’nde görev yapan Uzm. Dr. Ömer Küçükdemirci, eşinin vefatının ardından köylülerin evinde misafir ettiği kadının Covid-19 testinin pozitif çıktığını, 200’e yakın kişinin hastalığa yakalandığını belirtti.

Profesör uyardı: Karadeniz’le ilgili önlem alınmazsa tüm ülke için risk olabilir

Trabzon’daki Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Faruk Aydın, vaka sayılarının yüksek seyrettiği bölgede komşu illerin de bu durumdan etkilendiğini belirterek uyardı: Önlem alınmazsa ülkemizin diğer bölgelerine de yayılabilir.

Ziraat batık kredilere ödeme kolaylığı getiriyor

Ziraat Bankası, kurumsal, tarımsal ve bireysel müşterilerinin 2020 sonu itibariyle takip hesaplarına intikal etmiş kredilere ödeme kolaylığı imkanı getireceğini açıkladı.

CHP’li vekil: Zafer Havalimanı’nda kamunun kaybı yaklaşık 7 milyon avro

CHP Kütahya Milletvekili Ali Fazıl Kasap, Zafer Havalimanı’nda 2020 yılında kamunun kaybının yaklaşık 7 milyon avro olduğunu ve bu yılın ocak ayı döviz kuruyla bu bedelin ödendiğini söyledi.

Yarım yamalak ve ağır yaralı bir demokrasi
Çanakkale ruhu

DİKEN’İ TAKİP EDİN

Osman Kavala 1220 gündür tutuklu

AGORA

Grev haktır…

Murat Sevinç

Bu yazıyı yazmak zorunda kaldığım için çok üzgünüm

Levent Gültekin

Bankacılık-KOBİ ilişkisi: Hüzünlü bir aşk hikayesi

Mehmet Aksel

GÜNÜN 11’İ

Kübra Par: Cahit Özkan’ın sözleri -en azından şimdilik- AK Parti’yi temsil etmiyor

Esfender Korkmaz: Cari açık demek kaynak kaybı ve yoksullaşma demektir

Muharrem Sarıkaya: ‘Eylem planı’ hayata geçerse Türkiye, AİHM’de en fazla dosyası olan ülke sıfatından çıkar

Şeref Oğuz: Büyüdük ama neden işsizim, neden ev genciyim, neden kepenklerim kapalı?

Kaan Sezyum: Dünyada kendi hukuk dışı tavırlarına karşı reform paketi açıklayan çok az iktidar vardır

Akif Beki: Rüya gibi, yenilik çok şahane, şayet reforma iktidar da uyarsa

Abbas Güçlü: Öğretmenlere aşı konusunda öncelik tanındı ama arkası gelmedi

Abdulkadir Selvi: Sancar’a ‘kaset şantajı’ yapanlar 1 milyon dolar para istemiş

Deniz Zeyrek: Hükümet, akşam buluşmalarını bitirmek için salgını fırsata çevirdi

Sedat Ergin: Normalleşmenin duyurulduğu gün 12 Ocak’tan bu yana en yüksek vaka sayısı açıklandı

Murat Muratoğlu: TÜİK halı sahada kaleci bulamayınca dönüşümlü kaleye geçen takıma döndü

Leyla Emadi’nin kişisel sergisi: Gel-Git

Elektronik dans müziği ikilisi Daft Punk dağıldı

‘Afrika dahil’

Sanat yayınlarını aynı çatı altında buluşturan border_less ARTBOOK DAYS üçüncü edisyona hazırlanıyor

74. Cannes Film Festivali pandemi nedeniyle ertelendi

Beslenme güçlüğü çektiği için ameliyat edilen ineğin karnından 15 kiloluk halat çıktı

Havayolu şirketinden ‘gizemli uçuş’ kampanyası: Yolcular uçağın nereye ineceğini bilmeyecek

Evin bahçesindeki kaçak kazıdan Roma dönemi eserleri çıktı

Adıyaman’da 70 milyon yıllık Gastropod fosili bulundu

  • VİTRİN
  • AKTÜEL
  • ANALİZ
  • DÜNYA
  • MEDYA
  • KEYİF
  • AGORA
  • SANAT
  • GÜNÜN ESERİ
  • AGORA
  • DİKEN’E TAKILANLAR
  • BİRİNCİ SAYFALAR
  • GÜNÜN 11’i
  • AKŞAM POSTASI
  • BU GAZETE…
  • DİKEN 5 YAŞINDA
  • KÜNYE
  • İLETİŞİM
  • Email
  • Facebook
  • Google+
  • Pinterest
  • RSS
  • Twitter
  • Vimeo
  • YouTube

"Genç gazeteci arkadaşlarıma! Bu meslek yorucu bir meslektir. Ama, insan büyük bir zevkle çalışır. Kalemine daima efendi kal, uşak olmamaya gayret et. Mecbur kalırsan kır, sakın satma." Sedat Simavi