CENK SİDAR
cenksidar@gmail.com
Umutsuzluk ülkenin seküler ve demokratik kesiminin iliklerine kadar sinmiş durumda. Haklılık payı mutlaka var: Gezi sürecinde gün ışığına çıkan coşku, umut ve heyecan kendini siyasal denkleme yansıtamadı.
Önce yerel, sonra cumhurbaşkanlığı seçimleri sandıkta hüsran getirdi. AKP kazandıkça hırçınlaştı, hırçınlaştıkça zayıfladı, zayıfladıkça çirkinleşti…
8 Haziran’da sonuç ne olursa olsun AKP için Gezi ve 17/25 Aralık’la başlayan ‘sonun başlangıcı‘ süreci siyasi evresine girmiş olacak. Öncü sinyalleri kamuoyu araştırmaları veriyor. Başkanlık sistemi artık hayal oldu. Sindirmesi zaman alacak.
Diken yazarlarından akademisyen Umut Özkırımlı da son yazısında yaşanacak bu geçiş süreci için epey karamsar bir tablo çiziyor: “Bir önceki yazımda da belirtmeye çalıştığım gibi geçiş dönemi kolay olmayacak; iktidarı kaybetmemek için savaş çıkarmaya bile hazır görünen bu kadro Türkiye’ye bedel ödetmeden koltuğu bırakmayacak. Ama öyle ya da böyle, bir vadede Yeni Türkiye tarihin tozlu sayfalarında yerini alacak. Alacak ama… Geride kuşaklar boyu etkisini hissettirecek bir enkaz bırakarak. Üç boyutlu bir enkaz. Kolay kolay kaldırılamayacak…”
Özkırımlı yazısını şu şekilde bitiriyor: “Bunca nefret ve bölünmüşlükten bırakın homojen bir ulus, ayrılıklara saygılı bir toplum çıkarmak bile mümkün değil.
Dolayısıyla Türkiye’nin yeni bir toplumsal sözleşme yapması gerekiyor. Bu sözleşmenin de ‘en azından’ yerel yönetimlere özerklik veren, daha ideali federatif bir yapı öngörmesi gerekiyor. İzmir’le Konya, Trabzon’la Diyarbakır artık ortak bir gelecek kurgusu çerçevesinde bir arada yaşayamaz. Bu tür bir birlikteliği zorlamanın sonu iç savaşla bitecek bir ayrılık olur ancak.
Toparlayacak olursak, AKP iktidarı Türkiye ‘kurgusu’nun limitlerini gözler önüne serdi; kökü geçmişe miras sorunları daha da derinleştirerek gelecek kuşaklara kolay kolay kalkmayacak bir enkaz bıraktı. Çözüm diye ortaya atılan Yeni Türkiye safsatasını bir kenara bırakacak olursak, Türkiye Cumhuriyeti bildiğimiz, bize öğretilen anlamıyla bitti.
Acile ölü getirilen bir hastaya son müdahaleler yapılıyor, ama nafile. Zorlu bir geçiş sürecinden sonra odadaki kıdemli doktor, Amerikan dizilerini andıran bir tavırla, “Tamam, yeter” diyecek ve ölüm saatini söyleyecek.”
Umutsuz olanların eli kuvvetli
Yukarıdaki satırların yazarı gibi Türkiye’nin geleceğinden ve birliğinden umutsuz olanların eli kuvvetli. Toplum hiç olmadığı kadar bölünmüş durumda. Hukuk siyasi baskı aracı kullanılıyor. Her hafta onlarca kişiye hükümet ve cumhurbaşkanını eleştirdiği için ‘hakaret‘ ithamıyla dava açılıyor, yahut tutuklanıyor.
Ulusal ekonomi pamuk ipliğine bağlı. Haziran yahut en geç eylülde musluğu kapanacak sıcak parayla dönüyor. Lira sadece yılbaşından itibaren yüzde 15 değer kaybetti. İşsizlik rekor kırıyor. Düşen büyümeye rağmen cari açık ve enflasyon tehlikeli seviyelerde.
Dış politikada hiç olmadığımız kadar izole olmuş durumdayız. Küresel kamuoyunda bölgedeki istikrarsızlığı ve çatışmayı tetiklediğimiz yönünde kanaat mevcut. Bütün komşularımızla ve bölgenin önde gelen aktörleriyle sorunlarımız var. Ülkenin başbakanı ve cumhurbaşkanının küresel itibarı Kuzey Kore liderinden hallice!
Bütün bunlar AKP iktidarının özellikle son döneminin ülkemize ağır bir faturası olarak karşımıza çıkmakta.
Bütün bunlar birlikte yaşama arzusunu sona erdirmez
Fakat bu olumsuzluklar yukarıdaki karamsar paragrafların yazarının dediği gibi İzmir’de, Konya’da, Diyarbakır’da, Trabzon’da yaşayan vatandaşlarımızın birlikte yaşama arzusunu sona mı erdirir? Hayır erdirmiyor!
17 yaşında İzmirli Kemalist Zeynep ile Konya’daki mütedeyyin akranı Kübra siyasi konularda aynı düşünmüyor olabilir. Ama aynı şarkılara hüzünleniyor, aynı esprilere gülüyorlar. Geleceğe yönelik hayalleri aşağı yukarı aynı!
Zeynep ve Kübra siyasetin sadece hayallerindeki pembe geleceği kurmalarına zemin hazırlayacak bir araç olmasını istiyorlar. Hayatlarındaki öncelik siyaset yahut onları farklılaştıran ‘şeyler’ değil. Birleştiren ‘şeyler‘.
Milliyetçi Ahmet’le Kürt Osman’ın istediği barış ve huzur
Trabzon’daki milliyetçi Ahmet’le Diyarbakır’daki Kürt Osman da çözüm sürecinde ayrı düşünebilir ama ikisinin kökü, geçmişi, göğü ortak! Yurtları bu toprak. Çocuklarına güzel bir gelecek sunmak, barış ve huzur içerisinde yasamak istiyorlar.
AKP ülkenin bütün temel kurumlarını çökertmiş, kaynaklarını kurutmuş, ülkeyi dünyada itibarsızlaştırmış olabilir. Fakat yüzlerce yıldır bu topraklarda yaşayan insanların beraber yaşama arzularını yok edemez. Çünkü bu toprakların insanları birbirine sarılmış dalları aynı ağacın. Toplumsal sözleşme zaten yüzlerce yıl önce bu topraklara kazınmış, damarlara işlemiş.
Bu nedenle umutsuz olmamak gerekiyor. Ülke demokrasisi, ekonomisi ve dış itibari bundan sonra ancak ileriye gider, geriye gidemez!
Potansiyel yüksek
Ekonomi bugün kötü gidiyor. Fakat akılcı bir ekonomi yönetimi ulusal ekonomiyi tekrar yüzde 6-7 seviyelerinde büyütebilir, ülkenin yoksulluk ve işsizlik gibi insani problemlerine çözümler üretebilir. Güçlü hukuk devleti, özgürlükçü bir iklim, disiplinli ekonomi yönetimi ve akıllıca teşviklerle Türkiye demografik gücü ve ekonomik potansiyeli sayesinde katma-değeri yüksek alanlarda önemli bir üretim merkezi olabilir ve sürdürülebilir bir büyüme sağlanabilir. İnsanımızın hayat standardı kalıcı olarak yükseltilir.
Dış politikada itibarımız yerle bir olmuş olabilir. Fakat ülkenin jeopolitik konumu ve özgün kimliği dünyada her zaman etkin rol oynamaya müsait. Yaşadığımız ikili problemlerin çoğu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın meseleleri kişisel bakışıyla ‘dramatikleştirmesi’ sonucu yaşandı. AKP ve Erdoğan sonrası dönemde sorunlar çözülecektir. Türkiye’nin hem bölgede hem dünyaya istikrar ihraç eden, etkili ve uluslararası problemlere duyarlı bir aktör olmasının kilit noktası tam demokratik ve seküler bir sistemle güçlü bir ekonomiyi entegre edebilmektir.
Klişe tabirle potansiyelimiz her şeye rağmen hala yüksek!
AKP Türkiye’nin geleceğine inanmıyor, umursamıyor
İktidar hepimize dibi gördürdü. Bu karanlık dönemi bir ders olarak görmemiz ve bu tecrübeyi yaşamamak için güçlü kurumlar inşa etmemiz gerekiyor. Bu Cumhuriyet kimsenin keyfi ve kişisel bekası için feda edilemeyecek kadar güçlü ve önemli.
AKP Türkiye’nin geleceğine inanmıyor, umursamıyor. Öncelikleri kendi ve ailelerinin geleceği. Mutlaka iktidarı kaybetmemek için ayak sürüyecekler, ama ülkeyi karanlığa sürükleyecek güçleri yok.
8 Haziran’da AKP ilk seçim darbesini yiyecek ve yavaş yavaş da siyasi partiler çöplüğündeki yerini alacak. Bunun yerine ne koyacağımız bizim ne denli umutlu olup, inancımızla buna yapacağımız hazırlıkla belirlenecek.
Türkiye Cumhuriyeti’nden vazgeçmemek, ülkenin demokrat kesimi olarak karamsar dili terk etmemiz gerekiyor. İnsanımıza daha iyi bir gelecek ve yaşanabilir bir ülke sunabiliriz. Türkiye Cumhuriyeti hiçbir şekliyle bitmedi. Dibi çoktan gördü, artık daha da güçlenecek!
Bu temenni değil, bir gerçek. Bunun ana unsuru da bu ülke vatandaşının birlikte yaşama arzusunun hala güçlü olmasıdır!