MUSTAFA ALP DAĞISTANLI
Ey Türk gençliği! Birinci vazifen ‘şehit’ olmaktır. Mevcudiyetinin yegane değeri budur.
Mevcudiyetinin eğer başka bir değeri olsaydı, Manisa’da bir ay içinde üç farklı kışlada üç toplu zehirlenme vakası olamazdı. Mayıs sonundaki yemek zehirlenmesinden 1050 asker etkilenmiş, bir asker hayatını kaybetmişti. Zehirlenmeyle ilgili tahlil sonuçları askerlerin ailelerine verilmemişti. Rota Yemekçilik Ticaret A.Ş.’nin tedarik ettiği yemekten şimdi de 3 bin asker zehirlendi ve bazılarının durumu ağır.
Mevcudiyetinin eğer başka bir değeri olsaydı, Cumhuriyet’ten Çiğdem Toker’in işaret ettiği gibi, iki yıl önce HDP milletvekili Levent Tüzel‘in Rota Yemekçilik’in faaliyetleriyle ilgili soru önergesi ciddiye alınır, cevaplanırdı. Ama ne olmuş? “Önerge cevaplanmadığı gibi, bu önergenin haber linkleri de uçmuş…!”
Mevcudiyetinin eğer başka bir değeri olsaydı, 2012’de Afyonkarahisar’da kurallara aykırı depolama nedeniyle mühimmat deposu patlamaz ve 25 asker ‘şehit’ düşmezdi.
Varlığının (mevcudiyetinin) değeri, Türk varlığına armağan olacak kadardır ve armağan olma koşuluyla vardır.
Eğer bir değerin olsaydı, mesela Adana Aladağ’da hiçbir şartı yerine getirmeyen yurtta 12 çocuk yanarak can vermezdi. 2008’de Konya Taşkent’teki Kuran kursunda 17 çocuk da can vermezdi. Varlığın “dindar nesil yetiştirme” hevesine armağan olsun.
Mevcudiyetinin ‘şehit’ olmaktan başka bir değeri olsaydı, pekala siyaset yoluyla, müzakereyle çözülebilecek Kürt sorununu 30 yıl sonra hala ölerek ve öldürerek halletmeye girişmezdi devlet. Övündükleri o genç nüfusun sağladığı ‘müstakbel şehitler ordusu’na güvenmeselerdi, bu nafile yolda yürüyemezlerdi.
Komşu ülkelerde karışıklık çıkarma cesaretini de, oralardaki savaşlara girme cüretkarlığını da senin ‘şehit’ olma değerine dayanarak giriyor devlet.
Başkumandan Tayyip Erdoğan daha birkaç gün önce Jandarma teşkilatının kuruluşunun 178. yıldönümü münasebetiyle işte şunları söyledi: “Sizler şu anda bir tarih yazıyorsunuz ve bu kayıtlara çok farklı bir şekilde geçecektir. Şehitlerimiz bu tarihin inanıyorum ki mezar taşı olmaktan öte köşe taşları olacaktır. Ve medeniyetimizin güç kaynakları oluyorsunuz, çünkü bu ülkenin medeniyeti çok çok güçlü, çok çok farklı. Ve ben bu düşünceler içerisinde birliğinizin, beraberliğinizin daim olmasını özellikle istiyorum. Birbirinizi bu vatan için sevin, birbirinizi Allah için çok sevin.”
Kötü emeller şehitlik kutsamalarıyla, kahramanlıklarla, milli çıkar nutuklarıyla süslüdür her zaman ve dünyanın bütün devletlerinde.
Çok tecrübeli şu adama, dünyayı kana bulamış Nazilerin en önemli figürlerinden Hermann Göring’in 1946’da tutuklu olduğu zaman söylediği şu sözlere bakın şimdi de: “E tabii ki insanlar savaş istemez. Bir çiftlikteki zavallı bir ahmak neden bir savaşta hayatını riske atmak istesin, bundan sağlayabileceği en iyi şey, çiftliğine tek parça halinde geri dönmekken? Doğal olarak, sıradan insanlar savaş istemez; ne Rusya’da, ne İngiltere’de, ne Amerika’da, ne de Almanya’da. Bu malum. Ama, nihayetinde, ülkenin liderleridir siyaseti belirleyen ve demokrasi de olsa, faşist diktatörlük de olsa, Parlamento da olsa veya komünist diktatörlük de olsa, insanları sürüklemek daima basit bir iştir. . . İnsanlar daima liderlerin emrine uydurulabilirler. Kolay. Tek yapmanız gereken, onlara, saldırıya uğradıklarını söylemek ve pasifistleri, vatansever olmadıkları ve ülkeyi tehlikeye soktukları yolunda suçlamak. Bu her ülkede aynı şekilde işler.”
Bugün Türkiye’de gayet güzel işliyor bu. Daha önce başka siyasetçilerin ağızlarından dökülen aynı nitelikteki sözler şimdi Erdoğan’ın ağzından daha bir iştahla, çok daha kuvvetli bir vurguyla ortalığı zehirliyor.
Göring’in söylediğini yapıyor bütün dünyada siyasetçiler; Erdoğan da. İnsanların savaş istemediğini biliyorlar ve ‘din uğruna’, ‘vatan uğruna’ deyip sizi savaşsever, sizi ‘şehit’ kılıyorlar. Bu durumu güzelliyorlar.
Albert Einstein şöyle tarif ettiği bu durumu: “Emir üzerine kahramanlık, ahmakça şiddet ve vatanseverlik adı altında giden tüm iğrenç saçmalık – bunlardan nasıl da nefret ediyorum!” Bernard Shaw da “Şehitlik . . . yeteneksiz bir adamın meşhur olabileceği tek yoldur” demişti.
Eğitim sistemi sizi yeteneksiz bırakmaya ayarlıdır, ‘şehit’ olmaya amade olasınız diye. Sizde ‘şehit’likten başka bir değer bırakmamak içindir, kendinizde ‘şehit’likten başka bir değer bulamamanız içindir. Eleştirel aklı, özgürce gelişme hakkını sizden sıyırmak içindir. Medyanın da birinci vazifesi budur.
Bu ölüm güzellemesi, şehitlik, başkalarının çocukları içindir. Ölüm güzellemesi yapanlar, ‘şehit’ olma fırsatını kendi çocuklarının elinden almıştır hep, onların ‘şahadet’ yolu tıkalıdır. Erdoğan, aynı konuşmasında, bu güzellemeyi şöyle ifade etti: “Bu mücadelenin sonunda gidilen o makam eğer bir şahadet varsa malum, ondan daha büyük bir makam olmaz. Rabbim inşallah bize de o makamı nasip etsin. Ve onların güler yüzle gittiğini biliyorum ve her an bizim yanımızda olduklarını da biliyorum. Ve sizler zaten bu mesleği seçerken inanıyorum ki o makamı görerek bu mesleği seçtiniz.”
Rabbinden şehitlik makamını kendisine nasip etmesini dileyen adamın her adımını bir koruma ordusuyla attığını da gözden kaçırmayın.
Fransız yazar Alphonse Karr’ın Erdoğan gibilere ne cevap verdiğini biliyor musunuz? “Savaşın kaçınılmaz olduğunu düşünüyorsunuz, öyle mi? Çok güzel! Savaş vazedeni, özel bir ön cephe birliğine, herkesin önünde hücuma, taarruza gönderin!”
Başkumandan Erdoğan birkaç gün önce başka bir vesileyle yine ölüm güzellemesi yaparken yine berbat bir tonlamayla Mehmet Akif’e sığınmıştı: “Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda.”
Hayır! Şu son asker zehirlenmelerinin ve her alana yayılmış açık veya örtük siyasi şiddet örneklerinin (sadece Gezi’de bile ne kadar çok örneğini gördük) gösterdiği gibi, cinayetlerin, katliamların, sistematik ihmallerin, kaçınılabilecekken kaçınılmayan, tam aksine bile isteye çıkarılan savaşların kurbanları fışkıracak toprağı sıksan.
Not: Alıntıları aldığım ‘Vatanseverliğe Karşı’ kitabı şuradan bedava indirilebilir.