MURAT SEVİNÇ
Cehennemi nasıl betimlersiniz?
Tabii farklı dinlerin ve inanışların birbirine benzemez cennet/cehennem tasvirleri var. Benim sorum bizimkilere ve hatta diyelim ki Eyüp semti ahalisine sorulmuş olsun.
Yanıt şu olabilir mi: Dünyada işlediğiniz günahlarınız nedeniyle/karşılığında öte tarafta cayır cayır yanacağınız yer. Çok mu yanlış olur? Sanmam. Bildiğim kadarıyla böyle bir şeyler söylerler.
Peki, biraz nüktedan biri şu yolu tercih etse: İçki masası arkadaşlarınızla birlikteliğinizi sürdürebileceğiniz, sıcak mı sıcak bir ortam. Olabilir mi? Eh, hayır demezler herhalde.
İşte iktidar yanlıları, çoğu zaman olduğu gibi bu anayasa değişikliğinde de ‘ikinci’ cehennem tasvirini tercih eder gibiler.
Şunu söylemek istiyorum. Bir konuda doğru söyler gibi yapıp doğru söylememek pekâlâ mümkün. Size, AKP’lilerin de çok hoşlanacağı bir örnek vereyim. Parti kapatma davalarında iddianameyi yazan Yargıtay cumhuriyet başsavcıları, iddialarını güçlendirmek ve parti yasaklarının bazı güçlü Batı demokrasilerinde de olduğunu anlatabilmek için, özellikle Almanya’dan örnek verirlerdi. Almanya’da kapatılan partilerin adını zikrederek. Ancak bunu yaparken, Almanya’da ‘yalnızca’ iki parti kapatıldığını, ikisi hakkındaki davanın 1951’de açıldığını, ırkçı parti 1952’de kapatılmışken komünist olanın beş yıl sonra, 1956’da ve son derece tartışmalı bir biçimde kapatıldığını eklemeyi unutuverirlerdi. O gün bugündür Almanya’da bir parti kapatılmadığını da. İşte, doğruyu söylerken aslında yalan söylüyor olmakla kastım bu.
Bu arada, aramızda kalsın (!), ben ve benzer düşünenler Refah, Fazilet, AKP hakkında açılan kapatma davalarını eleştiren yazılar yazarken, İslamcıların da çok hoşuna giderdi. Ayol o sıralar bunlar bir demokrat, bir özgürlükçü, bir hukuk/anayasa yanlısı, sormayın gitsin! Tabii yine ‘bir kısmı’ korkmadan yazıp çizerken, bir kısmı da kokmaz bulaşmaz tavşan boku olduğundan sessiz kalmayı tercih ediyordu. O kokmaz bulaşmaz sahtekârlar kahramanlık destanlarını yazmak için mutlak iktidar günlerini bekledi.
Sahi yeri gelmişken, ne oldu üç beş yıl öncesinin ‘özgürlükçü’ kimi filanca üniversitesi feşmekân merkezi öğretim üyelerine, akademisyenine, aydınına, tekaüt raportörlerine? Acep şu aralar Türkiye gündeminde bir anayasa değişikliği önerisi olduğunu duymadılar mı ki? Kim bilir belki de! Devir biraz değişsin, hava ferahlasın, popolarını sağlama aldıklarını hissetsinler, ‘tartışın’ emri gelsin; hepsi bir anda ortalığa dökülecek, kuşkunuz olmasın. Her neyse, asıl konuya dönelim…
Bir iki gün önce iskeleye koşarken (İstanbul’da bir yerden bir yere koşuluyor, adet böyle!) bir genç, elime ‘Evet’ broşürü tutuşturdu. Daha önce de ‘Hayır’ ve ‘Evet’ broşürleri edinmiştim. Hanım kızımız, “Değişiklik hakkında fikriniz var mı?” diye sordu. Bir şey söyleyemedim, teşekkür ederek iskeleye doğru ‘koşuş’uma devam ettim. Vapurda broşürü okudum. Daha önceki okuyuşumda sinirlenmiştim, ilginç bir biçimde yine sinirlenip şu broşürler hakkında yazmanın iyi olacağını düşündüm.
Bir iki yazı önce parti ‘vaatler’inden söz etmiştim. AKP’nin yıllar öncesinde anayasal girişimlerinde de ikna edici sözleri vardı. Örneğin 2007 halkoylamasında kabul edilen ‘cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi’ kuralının tanıtımı, AYM’nin 367 olarak bilinen saçma kararına duyulan yaygın tepki üzerine inşa edilmişti: ‘Madem TBMM bir cumhurbaşkanı dahi seçemiyor, o zaman halka gideriz.’ 367 kararı kadar, o karardan çıkarılan böyle bir sonuç da saçmaydı kuşkusuz. AYM kararı AKP için ‘Allah’ın lütfu’ olmuştu. Ancak değişiklik, eninde sonunda bir çözüm önerisiydi ve yanlış da olsa kabul edildi.
Benzer bir değerlendirme 2010 değişiklikleri için de yapılabilir. Tüm paket, AYM ve HSYK için gündemdeydi aslında. Sonraki bir yazıda bu değişikliği başka bir bağlamda yeniden yazacağım için uzatmıyorum. Şu kadarı gerekli: Her ne kadar iki madde için gündeme getirilmiş bir dalavere olsa da, 2010 değişikliği bir bütün olarak yine ‘vaatler’le süslenmişti. Nitekim yüzde 58’le kabul ve ardından HSYK Cemaat’e armağan edildi.
Oysa bugün gündemde olan değişiklik, öncekilerden farklı olarak anlamlı olabilecek bir vaat sunamadığı için hazırlayanlar tarafından dahi derli toplu savunulamıyor. ‘Hayırcılar’a hakaret dışında pek bir şey söyledikleri yok. Eğer yalnızca CHP ve HDP’liler ‘Hayırcı’ olsaydı, gönül rahatlığıyla ‘vatan haini’, ‘terörist’ vb. diyeceklerdi. Bir kısım AKP’li ve diğer sağ parti seçmeni oyunbozanlık yapınca, mecburen daha bir ‘mahcup’ hain/terörist ithamında bulunmaya başladılar. Öyle bir itham ki, mübarekler ‘hem savcı hem ilk derece hâkimi hem temyiz hâkimi hem AYM üyesi.’ Kim vatan haini kim değil şakkadanak anlıyorlar. Anlamakla kalmayıp o anda yargılıyor ve hüküm de veriyorlar. Allah vergisi bir beceri olsa gerek…
Defalarca söylediğim ve defalarca söyleyeceğimi, bir kez daha yineleyeyim: Gündemdeki öneri, ancak onu savunanlara kötülük olsun diye hazırlanmış olabilir. Hal böyleyken, propaganda broşürleri de, cehennemi, mecburen, yazının ilk paragrafındaki o nüktedan gibi tasvir etmek zorunda: Sıcak mı sıcak…
Broşüre şöyle bir bakalım. İlk cümleler metinden, ikinciler benim:
– Broşürün başlığında ‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ yazıyor.
Böyle bir sistem yok.
– Anayasa’nın 9.maddesinde ‘yargı’ organına ilişkin hükme, bağımsızlığın yanına ‘ve tarafsız’ ibaresi eklenecek.
Ne olacak eklenince? Yargı, orada ‘tarafsız’ yazmadığı için mi bu halde? Yoksa kadrolaşma ve antidemokratik zihniyet nedeniyle mi? Ne matrak bir hukuk anlayışı değil mi? Tarafsız yazarsak, tarafsız olur! O zaman ‘Erkekler kadınları katledemez’ ifadesini de ekleyelim. Belli mi olur, belki bu yolla kadın cinayetlerinin önüne geçilebilir. Ya sabır…
– TBMM ve cumhurbaşkanlığı seçimleri dört yıldan beş yıla çıkıyor.
Neden? Beş yıldan dört yıla siz indirmediniz mi 2007 anayasa değişikliğiyle? Hani beş yıl uzundu, gerçekçi değildi? Neden düşünceniz değişti? Zaman çok çabuk geçiyor ve siz hep yönetmek istiyorsunuz, bu yüzden mi? 2007’de kendi indirdiğiniz süreyi, yine kendinizin çıkarıyor olmasının, nasıl bir açıklaması var?
– TBMM’nin verdiği güvenoyunu bizzat millet verecekmiş ve cumhurbaşkanı doğrudan halk tarafından seçildiği için, millet hükümete de beş yıllığına güvenoyu vermiş sayılacakmış.
Şeker kardeşim, TBMM’nin güvenoyu vermesinin ne sakıncası vardı? TBMM’de tüm siyasi eğilimler temsil edildiği (!) için oradaki güven oylaması mı daha değerli yoksa cumhurbaşkanını seçen ‘çoğunluğun’ vereceği güvenoyu mu? Yüzde 50.01 mi, yoksa TBMM mi? Hangisinin güveni daha kıymetli? Ayrıca ne ‘hükümet’inden söz ediliyor? Alışkanlıkları çağrıştırsın diye mi? Cumhurbaşkanının bakanları olacak. Kendi atayıp kendi görevden alacak. Artık bir bakanlar kurulu filan olmayacak. Hükümet dedikleri, devlet başkanı ve bakanları
– Cumhurbaşkanı siyasi parti üyesi olabiliyor. Cumhurbaşkanı süresi iki dönemle, yani en fazla 10 yılla sınırlanıyor.
El insaf. Hani Atatürk’ün, İnönü’nün hem cumhurbaşkanı hem parti üyesi ve parti genel başkanı olmasından şikâyetçiydiniz. Siz elli yıldır o dönemi eleştirmiyor muydunuz? Hayırdır! Parti genel başkanı bir cumhurbaşkanı, nasıl tarafsızlık üzerine yemin edecek? Bir partinin genel başkanı nasıl her bir yurttaşı ve bütün milleti temsil edecek?
Efendim en fazla 10 yılmış görev süresi. Yapma yahu. Bir kez daha el insaf ve hatta pes: Aynı değişikliğin bir başka maddesi, ‘Cumhurbaşkanı ikinci dönemindeyken bir erken seçim kararı alınırsa yeniden aday olabilir’ demiyor mu? Bu durumda eğer koşullar uygun düşerse 15 yıla dek görevde kalmak mümkün hale gelmiyor mu? Ben bir matematik cahiliyken bunu hesaplıyorum, siz mi başaramıyorsunuz?
– Yönetimde çift başlılık ortadan kalkıyormuş.
Eyvah!
– Cumhurbaşkanı yardımcılarını ve bakanlarını atama ve görevden alma yetkisine ‘kavuşuyor’muş.
‘Allah kavuştursun’ mu diyelim? Kaç yardımcı atayacak? Belli değil. Hiç atamayabilir mi? Neden olmasın. Hangi nitelikte yardımcı atayacak? Belli değil. Kim vekâlet edecek? Belli değil. Eğer cumhurbaşkanı görevden çekilirse yerine kim geçecek, yazı tura mı atılacak? Belli değil…
Muhterem okuyucu kusuruma bakmayın, inanın içim daralıyor yazdıkça. Yazı da uzadıkça uzadı. Burada keseyim. Elime tutuşturulan broşürden davam edeceğim. O kadar masraf yapılmış, yarıda bırakmak olmaz…