MUSTAFA ALP DAĞISTANLI
İfade özgürlüğü inanç özgürlüğünden kutsaldır. Öyle olmalıdır. Benim umurumda olmamakla beraber, Muhammed peygamberi koruyacak şey de budur, allahı koruyacak olan da. Eleştiriye, tiye alınmaya, alaya, şakaya dayanamayan ilahi güçleriniz…
Eleştirilere karşı söyleyecek bir sözünüz yok demek ki, sansüre ve silaha sarılıyorsunuz. Sansüre sarılmanın silaha sarılmakla aynı şey olduğunu da bilmiyorsunuz. Paris’teki cinayetleri, o faillerin yanısıra sansüre sarılanlar işledi.
Yalan ve riyakarlık
Bir tip müslüman tarafından Charlie Hebdo’da işlenen cinayet karşısında, Türkiye’nin resmi ağızlarından çıkan laflar ve kıçtan çıkandan beter olan o laflarla gemi yürüten medyanın tutumu, durumu açıklıyor aslında. ‘İslam bu değil’ ipine sarılmalarının nasıl bir yalan, riyakarlık olduğunu gösteriyor.
Seçimle iktidara gelmiş, kravatlı, rugan ayakkabılı zevatın söyledikleri ile eli silahlı canilerin yaptığı arasında kategorik bir fark yok. Bu kravatlıların tavrı, özellikle ifade özgürlüğü ve medya konusundaki tavrı, silahlı canilerin cinayet işlemesine meşruiyet sağlamaktan başka işe yaramaz, yaramıyor.
Dışişleri Bakanı ve Kültür Bakanı’nın ilk tepkilerine bir bakın. Bir dergiye saldırılmış ve bu iki adamın açıklamalarında ifade özgürlüğüyle ilgili tek bir kelime yok. Üstelik, o dergi, Muhammed peygamber karikatürleriyle ilgili olarak ifade özgürlüğüne özellikle vurgu yapmışken daha önce.
Dışişleri’ne bakan adam genel bazı laflar gevelerken, ‘İnanç özgürlüğüne saygı duymak gerekiyor’ diyor. İfade özgürlüğüne saygı duyulmadığı için 12 kişinin katledildiği bir durum karşısında! Peki ya inançsızların özgürlüğü?
Kültür’e bakan adam da ‘Durun bakalım altında neler var’ diye geveleyecek kadarlık bir yüksek kültür gösteriyor. Bir de, müslümanlar bunu kınarmış. Kınamak senin yaptığın gibiyse cinayete davetiyeden, katliamı meşrulaştırmaktan başka bir şey değil.
Tabii, neredeyse umumi hela açılışını bile bir konuşma fırsatı sayan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve Türkiye’yi bir dünya gücü yapma iddiasındaki Başbakan Davutoğlu’nun akşama kadar gıklarının çıkmaması da başlı başına bir gösterge ve utanç verici bir durum.
Ne kadar sansür o kadar foseptik
Müslüman gazetelerimiz de lağım çukuru kalitesinde yazılmış haberlerine benzer meşrulaştırıcı tüyler dikerek sunuyor. Türkiye gazetesi, ‘Peygamber Efendimiz’e hakaret eden dergiye saldırı’ başlığıyla duyurmuş. Bir de hepsi, olay yerine gidip katliamı kınayan Fransız imamı öne çıkarmış. Böylelikle İslam’ı bu tür fenalıklardan sıyırabileceklerini sanıyorlar.
Sansür varken hiçbir fenalıktan kurtuluş yok. Ne kadar sansür varsa, içinde yaşadığınız fosseptik çukur o kadar geniş demektir.
Recep Tayyip Erdoğan’ın özellikle medya ve ifade özgürlüğüyle ilgili sözleri ve tutumu, böyle cinayetleri teşvik edicidir. Hoş İŞİD’in veya başkalarının Erdoğan’ı dinlemiş olması gerekmiyor ve ona ihtiyaçları da yok. Erdoğan’dan beter müslüman önderler ve fikir adamları sürüsüne sepet; tarih boyunca beslenebilecekleri çok pınar var.
Daha çok mürekkep yalamış, bir ara gazetelerde köşe yazarlığı da yapmış yeni başbakan Ahmet Davutoğlu’nun sicili de hiç parlak değil. Bir kısmı yaladığı mürekkeplerin çeşidinden olsa da, asıl ustasının izinden giderek ve tabii aynı zamanda iktidarın çürütücü etkisini iksir niyetine kana kana içerek aynı cinai tutumu Türkiye’nin dünyaya meydan okuyuşu olarak yutturma gayretini elinden bırakmadı.
Evet, müslümanlık bu değil, ama bu da müslümanlık
Hepsi aynı şeyi sölüyor: ‘Müslümanlık bu değil.’ Evet, müslümanlık bu değil, ama bu da müslümanlık. Müslümanlık diye tek bir şey yok. Ve ifade özgürlüğü meselesinden bakalım sadece hadi, müslümanlıkta kesinlikle büyük bir sorun var.
Ve tabii, AKP iktidarı öyle bir ortam yarattı ki, bundan güç bulan yeni zinde kuvvetler, görevli vatandaşlar gemi azıya alıp liderlerinin belki aklına gelmeyecek yasaklar, öneriler döktü ortaya. Kutsala hakaret bahanesiyle yazı yazanlara, haber sitelerine tehditler ve küfürler gırla gidiyor.
İslam medeniyetinin ve kültürünün şahikası olduğunu söyleyerek övündüğünüz Osmanlı tarihine bakın yeter. O tarih trajiğinden komiğine sansür hikayeleriyle dolu. Baştacı ettiğiniz II. Abdülhamid, kesinlikle dünya sansür edebiyatının şahikası sayılabilecek iğrenç bir düzeneği yıllarca işletmiş bir müstebit.
Ve işte, Charlie Hebdo karikatürcülerinin katli karşısında gösterdikleri tepki de Türk politikacılarının Abdülhamid’in mendebur burnundan düştüklerinin bir kanıtı.
Senin kutsalın kutsalsa…
Başkaları gibi ben de daha önce yazmıştım: Senin kutsalına saygı göstermem, aynı şeyi benim için de kutsal yapmaz. Senin kutsalına kutsal muamelesi yapamam ben. Yaparsam, yapmak zorunda kalırsam, ifade özgürlüğü diye bir şey de kalmaz, demokrasi diye bir şey de. Senin kutsalın kutsalsa, benim de kutsal tanımamam kutsal.
Fakat Erdoğan ve hempaları, kutsal değerlerin ifade özgürlüğünden korunması gerektiğini vazediyor ve bunun evrensel bir kural olması gerektiğini de söylüyor. Bu zihniyet, demokrasiden, birarada yaşamaktan hiçbir şey anlamadıklarını gösteriyor. Sürekli çatışmalı bir toplumdan başka bir şey vazetmiyorlar. Tepetaklak ettikleri ve etmek istedikleri hukuku bireyi devlete, iktidara, büyük yapılara karşı koruyacağına, devleti bireye karşı ‘korumasını’ istiyorlar. Bu, düpedüz baskıcı bir rejim demektir, istibdat demektir.
Validebağ Korusu yanına cami yapma girişimine karşı yürütülen protestolar sırasında Akşam gazetesi şöyle bir başlık atmıştı: ‘Tek dertleri ezan.’ Ama tabii, bu başlık, ezanın dert olamayacağı varsayımıyla, belki daha doğrusu, ezanın dert olmasının kabul edilemeyeceği, bir adım ötesi, suç sayıldığı önkabulüyle atılmıştı. Tehlike ve sorun da tam burada işte. Ezan birileri için neden bir dert olmasın ki?
Doğru, bütün dinler vahşi cinayetler işledi tarih boyunca; din adına katliamlar yapıldı. Peki. Bu müslümanları kurtarır mı? Şu anda asıl olarak onlar işliyor cinayetleri.
İyi de müslümanların hiç mi suçu yok?
Evet, İslamofobi kötü bir şey, kabul edilemez. Bütün bunlarda Batı medeniyetinin, kapitalizmin ve hele son yüzyılda Amerikan politikalarının büyük rolü ve günahı var. El Kaide’nin, İŞİD’in doğmasında, serpilip gelişmesinde…
İyi de müslümanların hiç mi suçu yok? İslam’a da bir bakmak gerekmez mi?
Bu Muhammed peygamber karikatürleri ve saçmasapan bir filmle ilgili yine bir kriz çıktığında, iki sene önce “‘Bizi neden sevmiyorlar?’ sorusunun vakti geldi” demiştim. Yine geldi. Samimi olarak soralım artık şu soruyu. Sevilecek nelerimiz olduğuna da samimiyetle cevap arayalım.
Bütün günahları Batı’ya yüklemek ‘biz’i cennete götürmez, erdemli de kılmaz.