MURAT SEVİNÇ
Türkiye aklı başında insanların nicedir gördüğü bir yere sürükleniyor. Sürüklenmede, başta, ‘algı’ yönetmeyi ‘ülke’ yönetimi zanneden iktidar olmak üzere, çok sayıda kurum ve kişinin payı var.
Yıllardır, Batı’daki ve Güney Afrika’daki örnekleri pek andırmayan bir ‘süreç’ yürütülürken, hemen her konuya dair eleştiri, ‘süreç’ hatırlatılarak olabilecek en sığ mecraya çekilip muhtelif ‘soru’ ve ‘tartışmaların’ önü kesildi, kesiliyor. Hemen ‘hiç kimsenin’ hiçbir şeyden haberdar olmadığı bir yol seçerek ‘herkesi’ ilgilendiren bir ‘çözüm’ beklemek, olsa olsa ‘çılgın Türkiyeli’ye nasip olabilirdi ve oldu da.
Her yurttaş kendi ‘evreninde’ çaba harcamalı
Bu durumda ne yapmalı? Bildiğim ve şu aşamada yararına inandığım tek şey, her bir yurttaşın kendi ‘evreninde’ çaba harcaması gerekliliği. Hiçbir çabayı küçümsemeden. Boşverin basını, siyasetçiyi… Eğer bir gün daha güzel bir memlekette yaşayacaksak, katkının azı çoğu düşünülmemeli.
Benim işim, işe yarasa da yaramasa da okuyup yazmak. Ya da, becerebildiğim bundan ibaret. Bu satırları okuyanlar da kendi yapabilecekleri hakkında kafa yormalı, hiç zaman kaybetmeden. Her bir yurttaş, öncelikle ‘diğerini’ ikna etmeye çalışmalı.
Bir şey ‘anlatmak’ hayli yoğun emek gerektirir. Üstelik sonundaki hayal kırıklığını da göze almayı. Anlatma çabasına ‘gönül ve akıl’ birlikte verilmeli. İki güne sonuç almak için değil, bu toprağın insanının canı, mutluluğu için.
Önce sorunun adını koyun
Eşe dosta, Kürtlerin taleplerini nasıl anlatmalı? Bir konuyu anlatabilmek için önce tanımlamak gerekir. İsim veremediğiniz sorunu anlatamazsınız. Bu nedenle öncelikle Kürt meselesinin sizin için ne anlama geldiğini düşünmelisiniz. Eşit yurttaşlık talebi olarak görüyorsanız başka, terör sorunu olarak görüyorsanız başka anlatırsınız ki zaten ikincisini benimsediyseniz, kendinizi hiç yormayın; necip devlet bu versiyonunu yıllardır anlatıyor.
Benim verdiğim isim, ‘eşit yurttaşlık’ talebidir. Bu açıdan, Kürt siyasal hareketinin temel bir sorunu var ve o ‘sorun’, yanıtlanması gereken bir ‘soru’ ile başlıyor: Seçmenin yüzde 7’si, kalan yüzde 93’ü, yeni bir idari sisteme nasıl ikna eder? Silahlı mücadele şu bu, bırakalım şimdi.
Sonuç olarak bir ‘yönetim sistemi’ açmazı var ve ülkenin tamamını ilgilendiriyor. Yani, Kürtler istemese de daha gelişmiş ve katılımcı bir yerel yönetim, bizlerin, herkesin talebi olmalı. Mesele bu.
‘Adam yerine konulmak’ herkesin hakkı
Yurttaşın yönetime katılmasına çok daha elverişli olan bu sistem, ortalama yurttaşa nasıl anlatılır? Bakınız bu satırlar çok naif, çocuksu gelebilir. Ancak unutmayın, toplum ‘ortalamasının’ reddettiği bir çözüm sahipsizdir ve yürürlüğe konulsa da sürdürülemez.
Bu yargıdan, ‘anlatılanın’ tam olarak kavranıp benimseneceği sonucu da çıkarılmamalı elbet. Böyle bir şey ne mümkün, ne gereklidir. Yalnızca Türkiye’de değil, herhangi bir ülkede. Buna mukabil herkes ‘yurttaş’, ‘insan’ muamelesi görmek, Türkçesi ‘adam yerine konulmak’ ister ve bu, elbette haktır.
‘Terminoloji’yle anlatmak sonuç vermez!
Talep edilen idari yapı, sosyal bilim terminolojisiyle anlatılırsa, sonuç alınamaz. Malumunuz, bizim dünyanın insanı, topluma toplumu anlatır ancak toplum pek bir şey anlamaz! Hiç kimse, federal ya da üniter devleti, bölgeli yapıları bilmek durumunda değil.
Buna mukabil herkesin, yönetimle ilgili dillendirebildiği ya da dillendiremediği bir derdi vardır. Dolayısıyla ‘sistem tercihi’ denilen, yurttaşın ‘derdine,’ anlaşılabilir bir ‘çözüm’ sunmalıdır.
Demem o ki, ‘Bölgeli devlet, federal ile üniter devlet arasında, üniter yapı içinde yer alan bir devlet biçimidir’ denildiğinde, anlaşılma olasılığı yoktur. Oysa ‘köyüne santral yapmadan sana bilgi verip nihai kararı da sana bırakacaklar’ ifadesini, herkes anlar. Fransa’da, İngiltere’de, İspanya’da yani ‘muasır medeniyette’ bu sistemler uygulanıyor bilgisi, dinleyene bir şey ifade edecektir. Komşuya, muhtelif sözleşmelerden söz edip ‘absürd’ diyaloglara girmek yerine, ‘Sen nasıl anne dilinde eğitim aldıysan, o da almak istiyor’ denirse, emin olun çok daha ikna edici olacaktır.
Bu dersi Gezi’de almadık mı?
Örneğin, bugüne dek en yakınınızdakine, Kürt siyasal hareketinin ‘laiklik’ için ne denli önemli olduğunu anlatmayı denediniz mi? Ya da ‘yaşamımıza dair tüm kararları ne diye üç beş kişi alsın; bu durum akıl kârı mı?’ sorusunu yönelttiniz mi? Çok çocuksu görünüyor değil mi? Değil. İnanın değil. Denediğinizde fark edeceksiniz.
İnsan, çoklukla en basit olana meyleder. Yurttaşı, kendi yaşamına ‘değen’ sorunlar ilgilendirir. Aksi halde, bir sistem değişikliğini Darende, Nusaybin, Bağdat Caddesi ya da Karşıyaka’da yaşayana ‘anlatmak,’ olası değildir.
Israrla yinelemeli: Herkes, nerede ve hangi koşullarda yaşarsa yaşasın, ciddiye alınmak ister. Gezi sonrası ‘park forumlarının’ olağanüstülüğü bu yalın gerçekte değil miydi?
Bugüne dek gevezelik edildi, hiçbir şey ‘anlatılmadı’
Herkesin sahiplenebileceği yöntem, ‘basit’ olandır. Ülkenin geri kalanının, Kürt’lerin ‘yerelliğe’ ilişkin isteklerinin son derece çoğulcu ve katılımcı yurttaş talepleri olduğunu, eşitliği hedeflediğini, kimsenin ayrılık istemediğini anlaması gerek.
Bugüne dek bu yapılmadı. Bolca gevezelik edildi. Açık olunmadı. Yurttaşa hiçbir şey anlatılmadı.
Bir konunun sürekli gündemde oluşu, onun tartışıldığı ve bilindiği anlamına gelmez. Yok eğer ‘anlatıldı’ diyen varsa ve zahmet buyurursa, hangi idarecinin/siyasetçinin nerede ve nasıl anlattığını yazıversin, bizler de öğrenmiş olalım. Kulağa ne tuhaf geliyor değil mi? Yıllardır topluma ‘Analar ağlamasın’ dışında derli toplu hiçbir açıklama yapmamış insanların, bu işin anahtarı muamelesi görmesi!
Artık ‘herkes’ bu sorunu sahiplenmeli
İçi boş ‘demokratik anayasa’ vs. zırvalarıyla yıllar geçirildi. Pek çok ‘münevver’ ise hiçbir şey söylemeden konuşup yazmanın konforunu, gönlünce yaşadı. Artık ‘herkes’ bu sorunu sahiplenmeli.
Daha fazla kaytarmadan ve iki şeyi unutmadan: Bir, bu işler kolay ve hemen olmuyor; iki, topraklarımızın hukuk sistemi er ya da geç Batı’yı takip etmiştir ve inanın birikimimiz, hiç ‘ucuz’ değildir.
Öncelikle her yurttaş, Kürt’ün ‘yönetime katılım’ talebinin aynı zamanda ‘kendi derdi’ olduğunu fark etmeli. Yalnızca yazıları ‘tweet’ etmekle, bir şey değişmiyor bu yaşamda. Bu nedenle, önce en yakınımızdakine ‘anlatmakla’ başlamalıyız işe. Bıkmadan, usanmadan.
Kürt’ün canı ile Türk’ün canı arasında fark olmadığını ve birinin ancak diğeri ile değer bulduğunu anlatmalıyız. Güçlü yerel yönetim tercihinin, katılımcı demokrasi anlamına geldiğini, anadilin bir ‘hak’ olduğunu anlatmalıyız. Bir parti üyesi olmak vb. şart değil bunun için. Vicdan ve akıl sahibi bir insan, özgür yaşamak isteyen bir yurttaş olmak yeter.
Hepimiz Kürtlere borçluyuz
Her birimiz, toprağımızda olup bitenin sorumluluğunu paylaşmalı, hissetmeliyiz. Bu satırların yazarı, devlet okullarında okudu. Satırlarını, memleketin yoksul insanının vergisi sayesinde yazabiliyor. Kürt’ün, Türk’ün, Müslüman’ın, gayrimüslimin emeği sayesinde. Bir ömür borçlu olacağı toplum, Kürt’ün de toplumu. Okumasını sağlayan ‘vergi,’ Kürt’ün de emeği, alın teri.
Anlatılmalı. Bıkmadan, usanmadan anlatılmalı. Siz de borçlusunuz.