MURAT SEVİNÇ
Bu kadar sorunlu, farklı kesimlerin muhtelif sıkıntı ve acılar yaşadığı bir memlekette, akademisyen ihraçlarıyla ve Ankara Üniversitesi’yle ilgili şubat ayında kaleme aldığım ilk ve son ‘veda yazısı’ dışında ‘özel’ bir yazı yazmamaya karar vermiştim. Yazmayacağım da. Devir değişir, koşullar değişir, yargı kararları değişir, idari uygulamalar değişir ve herkes, tüm yöneticiler hak ettiğini yaşar. Yaşayacak. Onlara, daha doğrusu muhtelif devlet organlarını temsil eden ve akıl fikir almaz kararlar veren irili ufaklı ‘memur’lara, şimdilerde kaçak olan o bir dönemin kahraman savcısı Zekeriya Öz’ün göbekli, bıyıklı ve tespihli fotoğraflarına her gün bir kez bakmalarını öneririm.
Dolayısıyla bu ‘yazı’yı bir ‘ihraç/atılma’ yazısı olarak okumamanızı rica ediyorum. Halihazırda, ne biraz kazındığında altından Sütçü İmam çıkan Ankara Üniversitesi, ne o üniversitenin/Cebeci’nin şu aralar muhtemelen ‘devrimci’ efkâra gark olan kimi ‘solcu/devrimci’ üçkağıtçıları, ne de atıldığım fakülte SBF ve o SBF’deki utanmaz işbirlikçiler gündemimde ve hatta, gündemimizde. Başka bir hayat gailemiz var. Ölmez sağ kalırsak, onları/oraları yazmanın, anlatmanın zamanı gelir nasıl olsa. Şimdilik, orada kalan ‘aklı başında ve ahlak sahibi’ dostlar ve çocukları bu üniversiteyi seçecek ailelere ‘sabır ve direnç’ dilemek dışında yazılacak her şey, lafı uzatmak olur.
Buna mukabil eğer bir üniversitenin uygulamaları ‘adaletsizlik’ ve ‘hukuksuzluk’ kavramlarını dahi zorlar haldeyse ve haksızlığa uğrayanlar eşiniz dostunuzsa, herhalde iki satırla haberdar etmek de görev olmalı.
Ankara Üniversitesi, hocalarını atmakla yetinmedi.
70 küsur çalışanın ‘aynı’ KHK ile atılması, 7 Şubat gecesi ve sonraki bir kaç gün, havuz yazarlarının dahi tepkisini çekmişti hatırlayacağınız üzere. Bu yolla cumhurbaşkanının ‘altının oyulduğunu’ iddia ettiler. Çok matraktı elbette. Yani yüzlerce akademisyenin atılması değil de, bu yolla Erdoğan’ın zarar görme olasılığını dert etmişlerdi. Ne diyeceksiniz ki. İnsanın aklına “Allah bizi kahretsin, atılma yoluyla zarar verdik” demek dışında bir şey gelmiyor!
Gerek öncekiler gerekse o KHK ile Ankara Üniversitesi’nden (soldan) atılanların (biri hariç) tümü imzacı ve imzacılara ‘imza’yla destek verenlerdi. Zaten ‘FETÖ’cülük’ gerekçesiyle pek az ihraç oldu ve dikkat dahi çekmedi. Ancak yönetimin ‘atak’ları burada sonlanmadı. Kalan ve atılan kimi öğretim üyelerine soruşturmalar açıldı, açılmış olanlara ceza yağdırıldı, fiili yurt dışı yasakları getirildi, kampüse girişler engellendi vs.
Yalnızca bir iki örnek (öğrencilere açılan soruşturmaları saymıyorum bile) vermek yeterli olur:
Cezalandırılanlardan biri Siyaset ve Sosyal Bilim ABD eski başkanı Ayhan Yalçınkaya. Üç soruşturma. İkisinden ceza verildi. Üçüncüsünü bekliyor. Cezalar yargıdan döndü, Yalçınkaya kazandı. Şu yargı dahi böylesi adaletsizliğe ‘Dur’ dedi.
İki önceki ve kişisel olarak ‘benim son dekanım’ Yalçın Karatepe hakkında iki berbat soruşturma açıldı ve ceza verildi. Karatepe, rektör İbiş tarafından ‘istenmeyen’ dekandı. İstedikleriyse, SBF’ye cuk oturdu! Karatepe’ye verilen cezalar da yargıdan döndü!
Daha üç hafta önce sevgili kürsüdaşım Dinçer Demirkent, atılmadan önce üniversitenin haberleşme ağına gönderdiği bir e-posta nedeniyle cezalandırıldı. Yanlış okumuyorsunuz. Daha önce gönderdiği bir mesaj nedeniyle açılan soruşturma, atıldıktan sonra sonlandırıldı! Disiplin Kurulu’nun SBF’de toplanması gerekiyordu. Rektörlükte toplandı. O kurulda yer alan SBF öğretim üyelerinin tümü, Allah’ın mucizevi bir hikmetiyle o gün ‘izinliydi.’ Hâl böyleyken, rektörlük başkalarını görevlendirildi. Sonuç: Atılan birine ‘maaştan kesme’ cezası verildi. Mülkiye bu skandala gıkını çıkarmadı. Yakışan buydu. Başka biiiiir aşk istemeeeez aşkınla çarpaaar kalbimiiiiz. Hadi yüksek, daha yüksek sesle Mülkiye… Ceza, büyük olasılıkla, yargıdan dönecek.
İki üç gün önce meslektaşım Kerem Altıparmak, ek/açık dersi nedeniyle açılan soruşturma sonunda cezalandırıldı. Ek ders, Hukuk Fakültesi’nde izin verilemeyen bir etkinlik sonrasında gerçekleşti. Konu OHAL idi. Evet, bunu da yanlış okumadınız. Hukuk Fakültesi, OHAL’de, konusu OHAL olan ve ikisi kendi öğretim üyesi üç profesörün konuşmacı olduğu konferansa izin vermedi. Kerem, bu toplantıyı ek ders olarak SBF’de yaptı ve çok da iyi oldu. Salon doldu, yüzlerce öğrenci OHAL dinledi. Hukuk Fakültesi tahmin edebileceğiniz gibi hiç mahcup olmadı. Olamıyor, çünkü böyle bir hasleti yok. Sonuç: Kerem’e soruşturma açıldı. Ceza verildi. İşin bir acıklı yanı da şu: Açık ders 26 Ekim’de yapıldı. Cezaya konu olan hükmün yürürlük tarihi ise 2 Aralık! Bünyesinde Hukuk Fakültesi olan bir üniversitede hukukun ‘abc’si bir ilke yerle yeksan edildi ve bunu, hukukçular yaptı. Kerem’e verilen ceza da yargıdan dönecek kuşkusuz. Hem de bu yargıdan.
“Yok artık” diyorsunuz değil mi? Demeyin. Acele etmeyin. Daha ne gördünüz ki. En güzeli şimdi geliyor.
Ocakta atılan hukuk doktoru ve nevi şahsına münhasır meslektaşımız sevgili Cenk Yiğiter, inat edip girdiği üniversite sınavını kazanıp Ankara Üniversitesi İLEF öğrencisi olma hakkını elde etti. Tam ‘Cenklik’ bir iş! Atıldığı kampüse öğrenci olarak dönecek. Öyle kolay değil ama.
Üniversitenin, içlerinde bir anayasa hukukçusu da bulunan son derece ‘nitelikli’ hukukçuları, A.Ü.’nün 8 Ağustos tarihli Resmi Gazete’de (Sayı: 30148) yayımlanan ön lisans ve lisans eğitim-öğretim yönetmeliğinde takdire şayan bir hükme yer vermiş. 5. maddenin 7. bendine göre: “Üniversiteye kayıt hakkı kazanan adayların yükseköğretim kurumundan çıkarma cezası almamış veya herhangi bir nedenle kamu görevinden çıkarılmamış olması gerekir.”
Nasıl, söylediğim kadar var değil mi? Cenk Yiğiter’in adı eksik kalmış düzenlemede! Bir KHK’liyi, eğitim hakkından mahrum bırakmak. Yani bir temel haktan.
Bu arada; yasaya aykırı yönetmelik hükmü olamazmış, eğitim hakkı Anayasa’nın 42. maddesiyle hükme bağlanmış bir temel hakmış, Anayasa’nın 13. maddesi bir hakkın ‘ancak kanunla’ sınırlanabileceğini ve bu sınırlamanın ‘hakkın özü’ne dokunamayacağını hükme bağlıyormuş, temel haklar ancak o anayasa maddesinde sayılan nedenlerle sınırlanabilirmiş yani ‘genel sınırlama’ mümkün değilmiş vs.
Aman canım, kim tutar Ankara Üniversitesi’ni. Anayasa neymiş. Yasa neymiş. Hukuk neymiş. Rektör beylerin, Bay İbişlerin elinin kiriymiş. Bu fantastik hükmün de iptal edileceği kanısındayım. Bekleyip görelim. Ya da edilmeyecek ve Ankara Üniversitesi’nin açtığı bu yolla, KHK’lilerin başkaca temel hakları da Anayasa’ya aykırı bir biçimde ellerinden alınacak. Bu da bir olasılık tabii ‘Yeni Türkiye’de!
Ne bileyim, örneğin biz KHK’liler neden oy veriyoruz ya da yurt içinde de olsa nasıl seyahat edebiliyoruz? Olacak iş mi! Ver konuyu Bay İbiş’e, alsın yanına Ankara Hukuk’tan iki üç şahane insanı, iki günde halletsin tüm bu temel hak ‘fazlalık’larını! Sorun çözmekte ustadır kendisi; nitekim seçilirken kadro ve oda sorunlarını çözeceğini vaat etmişti, çözdü hakikaten. Hepimiz atılınca ne oda sorunu kaldı ne kadro! Çözüm çözümdür. Adamcağız nasıl çözeceğini söylememişti ki…
Yıllardır iktidarı ve YÖK’ü eleştirenlerden biriyim. Ancak bu kez, bu kadar anormal bir düzenlemenin YÖK’ün talebiyle yapılabileceğini düşünmüyorum. Bunu YÖK dahi istemez! Ayrıca hükümet ve YÖK’ün işini gücünü bırakıp tek tek bizlerle ya da Cenk Yiğiter’le uğraşacağını filan da zannetmiyorum. Kişisel olarak, hükmün tümüyle Ankara Üniversitesi’nin bir ‘mucize’si olduğu kanısındayım. 100’ün üzerinde öğretim üyesini bir çırpıda feda eden, tek bir KHK ile 70’in üzerinde çalışanını atan ve durmayan, kesinlikle durmayan bir üniversite idaresi söz konusu. Bay İbiş ile son derece ‘uyumlu’ çalışan dekanlar. Hepsi aynı çemberin içinde, anormal işler yapmayı sürdürüyorlar.
Güç ve sarhoşluğu böyle bir şey tabii. Hiçbir şeyin değişmeyeceğini düşünerek yaşamak. Hemen her şeyin, hemen her yıl 180 derece değiştiği, her kahramanın ve kullanışlı sersemin üç gün sonra yerin dibine geçirildiği bir memleket, siyaset ve kültürde üstelik.
Bir rektör, cumhurbaşkanının, hükümetin, YÖK’ün, üniversitenin, öğretim üyelerinin gözünün içine baka baka yapıyor bunları. Ve cumhurbaşkanı, hükümet, YÖK, üniversite ve öğretim üyeleri, ‘seyrediyor’ olanı biteni. Bir üniversite idarecisi ve şürekasının bitip tükenmeyen kinini, eşsiz macerasını, anlaşılması güç telaşını…
On birinci cumhurbaşkanının sıkça dediği gibi; insan gerçekten hayret ediyor…