MURAT SEVİNÇ
Yazının sonunda söyleyeceğimi, başlarken yazayım: CHP’nin adayı, Kemal Kılıçdaroğlu olmalı. Eğer olmayacaksa, başlıktaki üç isim düşünülmeli.
Bu isimleri düşünmeyenler, karşı çıkanlar, başkaca isimler önermeli ve aday belirleme işi yalnızca siyasal partilere bırakılmamalı. Bizler yurttaşız ve geleceğimiz hakkında bu denli önemli kararları alan siyasetçiler, bizlerden daha birikimli, akıllı, öngörülü insanlar değil. Yurttaş, istediği isimler için kamuoyu oluşturmalı. Süre çok az olabilir ancak bu kez 2014’teki hata yapılıp ‘Dur bakalım kimi aday gösterecekler’ diye beklenmemeli.
Biraz zihin egzersizi yapalım.
Sırasıyla:
1. AKP’liler uzun süredir, kesinlikle erken seçim olmayacağında ısrar ediyordu. Bu, erken seçim yapılacağının en önemli deliliydi! 24 Haziran, bir erken seçim değil. Bir baskın seçim de değil. Başka isimler bulunmalı. Demokratik seçimin özüne aykırı bu yapılan! Henüz, imza toplayarak aday olacakların yöntemi dahi belirlenmemişken, yani gerekli yasal düzenleme yapılmamışken, yangından mal kaçırır gibi seçime gitmek, geldiğimiz noktanın özeti.
2. Bahçeli bunu neden yaptı? Rivayet muhtelif. Erdoğan yerine mi konuştu? Belki. Kendi kararı mı? Belki. Her ne kadar ilk ihtimal ağır bassa da, Türkiye siyasetçisinin her davranışında büyük planlar vs. aramamaktan yanayım! Belki de hakikaten kendi kararıdır, kim bilir. Ancak şu bir gerçek: 1990’ların sonundan bugüne Bahçeli, siyasi gelişmelerin en ‘belirleyici yerli ve milli’ figürü. 2002’de kendisini de baraj altında bırakan erken seçim açıklaması, 2007’de TBMM’ye girdiğinde Abdullah Gül’ün seçilmesini sağlaması, Ekmeleddin İhsanoğlu sürprizi ve kendi adayını doğru dürüst desteklememesi (!), 7 Haziran seçimleri ardından tavrı, küfür kıyamet sözler sarf ettiği AKP’nin bir anda en fanatik destekçisi oluvermesi, 16 Nisan garabetine desteği ve şimdi de, seçim açıklaması.
3. Bahçeli’nin ön ayak olduğu, 16 Nisan’da oylanan akıl almaz değişikliğin AKP ve Türkiye açısından iki yönlü bir ‘kazık’ olduğunu bir kez daha hatırlatmak isterim: A) Parlamenter sistemde Türkiye’yi yüzde 30’lar ile sittin sene yönetecek bir partiyi, yüzde 50’ye ve dolayısıyla MHP’ye muhtaç hale getirdi. B) Seçimi kim kazanırsa kazansın, söz konusu değişikliklerle yönetmenin ‘imkansız’ olduğu anlaşılacak ve yeniden parlamenter sisteme dönülecek, kuşkunuz olmasın. Yeni sistem, kazanan kim olursa olsun, ‘işlemesi mümkün olmayan’ bir yapı kurdu.
4. Erdoğan ve Bahçeli erken seçim kararı aldıktan ve bu karar bizzat açıklandıktan sonra, siyasal partilerden bir Allah’ın kulunun çıkıp ‘Hayırdır, memlekette bir TBMM vardı, sahi ne oldu ona’ diye sormamış olması da, Cumhuriyet’in kurucularına ve yüz yıllık ‘meclis egemenliği’ ilkesine çok ağır bir hakaret ve ne yazık ki muhalefetin de çapını sergiliyor.
5. Seçim yasasındaki değişiklikler, ‘Kaybedemeyiz’ değişiklikleriydi. İktidarın, seçim kaybetmemek için her şeyi yapabileceğini düşünmek için çok gerekçe var. Seçimin, ilk ağızlardan bir ‘savaş’ olarak adlandırılmasına tanık oluyoruz. Bu alanda çalışan biri olarak kırk yıl düşünsem, 16 Nisan’daki ‘mühürsüz oy pusulası’ kanunsuzluğunu akıl edemezdim. İktidar, bizlerin hayallerinin çok ötesinde! ‘Ne yapabilirler?’ sorusuna verebileceğim tek yanıt, ‘Ne yapmazlar?’ sorusu olabilir. OHAL’de ikinci seçime gidildiğini de hatırlatmak gerekli. 81 valisi, kolluk gücü, yüz binlerce bürokratı, medyası, trolleri vs. olan, devlet gücünü hoyratça kullanmaktan hiç çekinmeyen bir zihniyet, karşı karşıya olunan.
6. Hâl böyleyken, seçim boykot edilmeli mi? Kişisel olarak boykotu yakın bulanlardanım. Ancak yakın durduğum boykot tipi, yalnızca ‘oy kullanmamaktan’ ibaret değil. Bu nedenle 1947’nin DP’sini ve ‘Hürriyet Misakı’nı örnek verdim defalarca. Sanırım iki tip boykot anlamlı olabilirdi: A)Muhalefet partileri, şu şu değişiklikler yapılıp OHAL kaldırılmadığı sürece seçime girmiyoruz, diyebilir. Bu durumda Cumhur, ya geri adam atacak ya da tek başına seçime girecek. Celal Bayar’ın ‘milli iradeciliği’ne saplantılı bir bağlılık duyan Cumhur, tek başına seçime girmeyi göze alamaz. Çünkü yüzde 51 ile kazanmak istiyorlar, yüzde 99 ile değil. Eğer buna rağmen seçime girmeyi göze alırlarsa, ‘yüzde 99’ ile ‘yüzde 51’ arasında, hukuksal sonuçları bakımından bir fark olmayacaktır. Bu boykot seçeneği, yalnızca ‘seçim’e yönelik. B) İkinci tip boykot, uzun vadeli, seçim sonrasını da kapsayacak bir demokratikleşme projesi olabilir. Programı olan bir boykot. Muhalefet, iktidara ‘Biz senin oyununda oynamayı reddediyoruz ve başka bir toplumsal mutabakat bağlamında bir araya geliyoruz’ diyebilir. Ezcümle, iki aylık değil, uzun soluklu bir birliktelikten; siyasetçilerin TBMM lokanta ve kulislerinde boy gösterdiği değil, dağ köylerinde dert dinlediği bir sistemden söz ediyorum.
7. Biliyoruz ki muhalefet partileri bu seçeneklerden yana değil. Örgütlü ve geleceğe yönelik bir boykotun adından dahi hazzetmiyorlar. Hemen hepsi, ‘Seçime hazırız’ dedi. Oysa yine biliyoruz ki, yalan söylüyorlar; hiç biri seçime hazır değil! Kişisel olarak, iktidarın da seçime pek hazır olmadığı kanısındayım. Herkes için çok ama çok erken bir seçim.
8. Demek ki ortada, demokratik ilkeleri berhava edilmiş bir seçim yöntemi (yani aslında seçim denilemeyecek bir seçim!), erken seçime mecbur bırakılmış ancak burnundan kıl aldırmayan partiler ve iktidarda kalmayı hayat memat meselesi haline getirmiş, kendi kaderini memleketin kaderiyle özdeşleştirmiş ve telaşı her halinden belli bir iktidar var. Muhalefet partilerinin herhangi bir boykot şeklini benimsemeyeceği de ortada. Bir kesim seçmemin örgütsüz boykotu ise iktidarın istediği ‘ikinci göz’ olabilir ancak.
9. Sonuç: Herkesin ‘hayati’ gördüğü bir seçime gidiyoruz. Yalnızca iki ay var.
10. Bu durumda adaylar nasıl belirlenecek? Çatı aday mı olacak? Bir de bireysel adaylıklar var tabii.
11. Seçenekler: A) Her parti ilk turda kendi adayını çıkarır. Bunun avantajı, seçime katılımı artırmak olur. İki turlu seçimlerin ilk turunda katılımın yüksek olması çok önemli. 2014 seçiminde katılım eğer yüzde 74 değil de yüzde 80’lerde olsaydı, kazanan ikinci turda belli olacaktı. Haliyle ilk turda ‘çok aday’, katılımı sağlamak açısından avantaj gibi görünüyor. B) Bir çatı aday çıkarılmasının doğru olduğunu düşünenler de var. Bu, birlik görüntüsü vermek ve dikkati yoğunlaştırmak için iyi olabilir de, ilk turda örneğin HDP ile İP (İyi Parti)’nin üzerinde uzlaşabileceği bir ‘evliya aday formülü’ olduğunu sanmıyorum. Keşke yapılabilse, ama pek kolay görünmüyor. C) Seçim ikinci tura kalırsa, ittifaklar kaçınılmaz olacak. Fransa’da olduğu gibi.
12. Bir de ‘bağımsız adaylar’ meselesi var. Örneğin iki gün önce Diken’den sütun komşum Levent Gültekin ‘aday adaylığını’ açıkladı. Meral Akşener de yüz bin imzayla adaylıktan söz ediyor, ancak onun durumu farklı tabii. Bir iki aday daha olacak sanırım. Yazının başında da hatırlattığım gibi, henüz bu yolla adaylığa dair hukuksal düzenleme yapılmadı bildiğim kadarıyla. Kişisel olarak ‘yüz bin imzayla adaylık’ fırsatının önemli olduğunu düşünüyorum. Birilerinin çıkıp halihazırdaki partilerden bağımsız söz söylemek istemesi, hem güncel seçim hem de geleceğin siyaseti açısından saygıdeğer. Ancak değerli Levent Gültekin gibi adayların bir talihsizliği, bu yöntemin ‘yeniliği’ ve seçimin ‘baskın’ niteliği. Bu kadar kısa zamanda ‘tanınma’ ve ‘dert anlatma’ hiç kolay iş değil. Yine de yüz bin imza toplanabilir ve propaganda yapma şansı bulunursa, siyasetin, yeni yüzler ve sözlerle tanışmasının olumlu etkileri olacağı açık. Bağımsızların (Akşener istisna) bu seçimde pek şansları olmadığını düşünsem de, yakın vade için kazanç ve fark olacaktır söz konusu isimler. Umuyorum, her biri aday olabilir ve kendilerini anlatma şansı bulabilirler.
13. İlk turda her parti kendi adayını çıkaracaksa, HDP’nin adayı, bir kez daha Selahattin Demirtaş olmalıdır. Kuşkusuz, adaylığı gündeme gelirse, yargılandığı davalardan birinden verilecek hükümle adaylığın engellenmesi de ihtimal dahilinde.
14. Konu HDP’ye gelmişken… HDP’ye vebalı muamelesi yapmakta ısrar eden tüm partiler, kaybetmeye mahkum. Hem girdikleri tüm seçimleri hem de memleketin geleceğine dair anlamlı bir söz söyleme ihtimallerini.
15. Başlıktaki üç isme gelirsek. İkisini, ilk seçimde de önermiştim. Büyükerşen ise yıllardır Eskişehir’de çok önemli işler başarmış saygın bir isim. Üçünün de birbirinden farklı kesimlere hitap edebilme kapasitesi ve ayrıca, ‘kesişim kümeleri’ var. Siyasetin içinden gelen (Rıza Türmen’in istisnai konumu bir yana) ancak siyaset esnafı olmayan, başkaca nitelikleriyle de tanınan değerli insanlar. Ve tabii, parlamenter sistemi savunuyorlar ki desteklenecek adayın bu konudaki düşüncesine çok önem vermeli.
16. Söz konusu isimlerin, aday olmak ya da kendilerini tanıtmak için benim ya da bir başkasının önerisine ihtiyaçları yok. Kamuoyunun yıllardır tanıdığı isimler. Sorun şu ki, herkesin oturup ‘parti açıklaması’ beklemesi çok sinir bozucu. İlk seçimde aynısı yapıldı ve piyangodan İhsanoğlu çıktı! Bu muameleye mahkum değiliz. Örneğin Kılıçdaroğlu, “Kimin aday olacağına parti organları karar verir” diyor. İyi hoş da, parti yönetimlerinin vereceği kararlar, benim, bizlerin, milyonlarca yurttaşın yaşamına ilişkin. Kamuoyu tartışması ve baskısı bu nedenle çok önemli.
Seçim yazıları devam eder nasıl olsa. Şimdilik özet ve sonuç: Eğer bir boykot örgütlenemiyorsa, öncelikle adaylıklar konusunda konuşup tartışmakta, bu işi yalnızca partilere bırakmamakta büyük yarar var. Nasıl bir ülkede yaşadığımızın, herkes gibi ben de farkındayım kuşkusuz. Tüm çabalar, çabalarımız, enayice bulunabilir. Enayice olabilir. Olsun. Binde bir ihtimal dahi varsa, o binde bir için çaba harcamaktan yanayım.
Ortalamanın kırmızı ışıkta dahi durmadığı bir toprakta, yakın zamanda derli toplu bir demokrasiye ulaşma ihtimali yok kuşkusuz. Kendimizi kandırmayalım. Pazenden smokin olmaz; buna mukabil pazen kumaşla çok güzel ve renkli kıyafetler dikilebilir.
Ezcümle, ‘daha iyisi’ her zaman mümkün. Herhalde bizler de biraz daha iyisini hak ediyoruzdur…
Not: İlahiyatçı-yazar İhsan Eliaçık’a verilen hapis cezası, ifade özgürlüğünün tipik ve ağır ihlallerinden biri. Cezadan daha dikkat çekici ve sembolik olan ‘tedbir’ ise, ‘İstanbul dışına çıkış yasağı.’ ‘Temas’ kurmasını istemiyorlar çünkü. Ne dehşetli bir endişe bu!