HÜRREM SÖNMEZ
Üçüncü cemre düştü, bahar geliyor… Uzun ve karanlık bir kıştan geçtik, çocuklar gün aydınlanmadan yollara düştüler, binlerce çalışan karanlıkta işe gidip yine karanlıkta evlerine döndüler, uzun, soğuk ve karanlık bir kıştı ama cemre düştü, bahar geliyor .
Bugünlerde kimilerinin pek özlem duyduğu Sultan Abdülhamit’in istibdat döneminde sansürcülerin pek hoşlanmadığı sözcüklerden biri imiş ‘bahar’, tıpkı ‘hürriyet’ gibi.
Saadet Gazetesi’nde çıkan bir yazıda, “Bahar gelmeyecek mi, bahar gelmeyecek mi” cümlesi geçtiği için, o vakitler genç bir gazeteci olan Ahmet Rasim inzibatların gazeteyi basıp onu mabeyine götürmesini anlatır anılarında. Gazeteyi gösterip “Edepsizler, veledizinalar, utanmazlar, alçaklar, köpekler, melunlar, asılacaklar!” diye bağırır genç yazara Abdülhamit’in baş mabeyincisi. Gerçi en azından sorgusuz sualsiz zindana atılmamış, mesele aydınlandığında evine dönebilmiş bugünlerden biraz farklı olarak.
Memleketimizdeki siyasi iklim sayesinde pek geçmişi yâd etme ihtiyacı duymuyoruz. Şükürler olsun bazı gün 50 yıl geriye, bazı gün 100 yıl geriye ışınlanabiliyoruz mümtaz yöneticilerimiz sayesinde. O yüzden her an birileri “Bahar geliyor” dediği için subliminal mesaj verdiğinden bahisle kendini hapiste bulabilir.
Hâl böyle iken ülkeyi yönetenlerin şu cümlesini okuyoruz: “Türkiye hiç olmadığı kadar özgürdür.”
Kötü bir şaka mı desek, aklımızla alay ediyorlar mı desek? Ne desek?
Ülke yedi aydır OHAL rejiminde ama hiç olmadığımız kadar özgürüz! Olağan rejimde dahi anayasal hak ve özgürlüklerin hali son derece tartışmalıyken hak ve özgürlüklerin askıya alındığı olağanüstü bir dönemde nasıl olup da ‘hiç olmadığımız kadar özgür olduğumuz’ epeyce izaha muhtaç bir durum olsa gerek.
21 Temmuz-23 Şubat tarihleri arasında 21 KHK yayınlandı. OHAL döneminde 100 bin kamu çalışanı görevinden ihraç edildi, 158 medya kuruluşu, 1400 dernek, 123 vakıf kapatıldı, 80 belediyeye kayyım atandı.
Adalet Bakanlığı verilerine göre yaklaşık 37 bin kişi tutuklandı.
Ama kalan kısım özgür; devletin resmi haber ajansı sosyal medyadan dilediği kişiye, dilediği gibi laf yetiştirebiliyor mesela, bir kısım medya dilediği kişi hakkında hüküm verip hain ilan edebiliyor, kim demiş basın özgür değil diye!
Sadece basın mı ?
Mafya babaları bilim insanlarına tehdit yağdırabiliyor geniş geniş, gasp suçu şüphelisi “Ne var yahu vatan haini miyiz, FETÖcü müyüz” diyerek özgürce kendini savunabiliyor, tecavüz şüphelileri, kundakçılar tutuksuz yargılanıyor, uyuşturucu satarken yakalananlar, “Bizimle niye uğraşıyorsunuz terörist miyiz” diyebiliyor. Toplumun bir kesimi için her gün ‘alçak, çukur, lağım, hain’ gibi ifadeler kullanılabiliyor. Özgürlükse özgürlük !
Ama özgürlüğün de sınırı yok değil. Bugün itibarıyla 158 gazeteci cezaevinde. Bu konuda gelecek olan cevabı ise artık hepimiz ezbere biliyoruz: “Onlar gazeteci değil terörist.”
Örneğin Alman vatandaşı gazeteci Deniz Yücel’le ilgili olarak Erdoğan öyle dedi. Lâkin keşke kendisine birisi hatırlatsa idi Türkiye’de yargılama ve hüküm verme yetkisi ‘bağımsız mahkemeler’ tarafından yerine getirilmektedir ve masumiyet karinesi olağanüstü rejimlerde bile askıya alınamayacak bir ilkedir (en azından şimdilik Anayasa’da öyle yazıyor).
Olan biten bundan ibaret değil, şubat ayı itibariyle 312 akademisyen ‘Barış için Akademisyenler’ metnine imza attıkları için üniversiteden ihraç edilmiş durumda.
Yetmedi, üniversite kapılarında tartaklandılar, cübbeleri polis postallarıyla çiğnendi. Kimi anayasa hukukçusu, kimi siyaset bilimi hocası. Bu sitedeki yazılarını bazen tebessüm ederek, çoklukla da “Hay ağzına sağlık” diyerek okuduğum, bilgisinden de, akademik âhlâkından da zerre şüphe etmediğim çok sevgili Murat Sevinç de ihraç edilenlerden biri meselâ.
Verilecek cevabın aynı olduğunu hepimiz biliyoruz: “Onlar akademisyen değil terörist.”
Bir grup bıyıklı adam bir masanın başına oturup yıllarca emek vermiş, okumuş yazmış, öğrenci yetiştirmiş ilim irfan sahibi insanın üstünü bir gecede çizerken kaybedilenin ne olduğu açıktı halbuki. Anayasal düzen nedir, temel hak ve özgürlük neye denir, Türkiye’nin toplumsal yapısı nasıldır bilemeyecek nesiller bekliyor artık bu ülkeyi. İktidar sahipleri için böylesi daha tercih edilir bir şeydir belki kimbilir: “Yeni nizâma bomboş yeni dimağlar.”
Çünkü böylelikle “Bu ülke hiç olmadığı kadar özgür” dediklerinde, karşılarında “Özgürlük nedir, köprü müdür, yol mudur, hızlı tren midir?” diye soracak kimse olmaz diye düşünüyor olmalılar.
Tutuklanan HDP’li vekiller ve siyasetçiler için de aynı açıklamayı tekrara düşmek pahasına buraya yazalım: “Onlar siyasetçi değil terörist.”
İçeride durum böyle iken, dışarıya karşı ifade hürriyeti konusunda cevval bir iktidarımız ve bir o kadar cevval medyamız var. Misal günün gazete manşetlerine baktığımızda şuları okuyoruz: “Faşizm hortladı”, “Nazizmden daha kötü.”
Çünkü iktidar partisinin Almanya’da referandum öncesi yapacağı toplantılara engel çıkarılıyor.
Özgürlüğü ve demokrasiyi savunan insanlar olarak elbette, “Çok iyi yapmış Almanya, haklı tabii” diyecek değiliz. “Bu hukuksuzluktur, siyasi saiklerle o toplantılar engellenemez” diyebilecek kadar ilke ve sağduyu sahibiyiz.
Ama “Oraya geliriz dünyayı başınıza yıkarız” diliyle dış politika yapılamayacağını bilecek veya bu yapılanın milyonlarca insanın ölümüyle neticelenen ‘Nazi rejimi’nden daha kötü olduğunu söylemekten utanacak kadar da şuur sahibiyiz.
Gazetecisinden, akademisyenine, yazarından siyasetçisine onca insanın yazdığından, çizdiğinden, söylediğinden ötürü hapiste olduğu bir ülkenin iktidarı “Hiç olmadığı kadar özgür bu ülke” deyip bir de üstüne başkalarına düşünce ve ifade hürriyeti dersi vermeye kalkıştığında bu ülkenin vatandaşları olarak hicap duyacak muhakeme yeteneğine de sahibiz.
The Guardian yazarı Türkiye’de basın özgürlüğüyle ilgili olarak “Türkiye’nin gerçekliği kurgulardan bile daha tuhaf bir hal alıyor” cümlesini kullanmış. Mark Twain’den bir alıntı yapıldı sabah Açık Radyo’da bu ifade değerlendirilirken: “Gerçek, kurgudan daha acayiptir. Çünkü kurgu olabilirlikleri gözetmek durumundadır, gerçeğin öyle bir zorunluluğu yoktur…” Hani filmlerde kötü adamların dozu kaçtığında “Amma da abartmışlar” derken, yeryüzünde tanık olduğumuz kötülüklere had hudut çizemiyor olmamız gibi…
Maruz kaldığımız gerçekler kurguyu geride bırakacak ölçüde acayipleşiyor. “Bu kadar da olmaz” dedirtiyor belki yaşananlar. Lakin doğrular değişmiyor, baharın gelişinin ikinci bir emre kadar yasaklanamıyor olması gibi, bir nehrin akışının engellenememesi gibi, bunca tehdide hakarete karşılık, hakikati söyleyip yazmaya devam edenlerin varlığı gibi…
Bunca insan itiraz ediyor, ‘Hayır’ diye seslerini yükseltiyor ise sessizce izleyenlerden daha akılsız oldukları, ‘itaat edip rahat etmeyi’, sessizliğin nimetlerinden faydalanmayı düşünemedikleri ya da daha cesur oldukları ve kahraman olmak istedikleri için değil… Haysiyetli bir hayat sürdürmenin başka bir yolu olmadığını bildikleri için, gerçekler kurguların önüne geçecek kadar acayipleşiyorken dahi ne kendilerinden ne de doğrulardan vazgeçmeye gönülleri razı olmadığı için.
Gencecik üniversite öğrencileri üniversitelerden kovulan hocalarının ardından seslerini yükseltebiliyor, liseli çocuklar görevinden uzaklaştırılan öğretmenlerinin hakkını arıyor ise o hocalar başlarını önüne eğmiyor, yazmaya, söylemeye devam ediyor, yargıçlar ne derse desin kamu vicdanı o yargıçları mahkum ediyor, masumların masumiyetine hâlel gelmiyor ise -gerçeğin yerine kendi kurgularını koymaya çalışanlara rağmen- insanlığın saadet ümidi yalnız doğrulukta olduğu içindir.*
* Euripides