SEÇİL TÜRESAY
secilturesay@diken.com.tr
Türkiye, 12 Eylül 1980’de, saat 03:59’da TRT spikeri Mesut Mertcan’ın sesinden dinlediği ‘bir numaralı’ güvenlik konseyi bildirisiyle askerin yönetime el koyduğunu öğrendi. Yıllar sonra idam edilenler için “Asmayıp da besleyecek miydik” diyen Orgeneral Kenan Evren’in imzasını taşıyan bildirinin ardından belleklere kazınan bir başka ses, ‘Yine de Şahlanıyor’u söyleyen Hasan Mutlucan’ınkiydi. Sonrasında yaşananlar ise darbenin mağdurları ve mağdur olmasa da ‘duyarlı’ olan yurttaşların unutmak isteyip unutamadığı bir sürecin parçası oldu. İnsan Hakları Derneği’nin internet sitesinde paylaştığı verilere göre…
- 650 bin kişi gözaltına alındı
- 7 bin kişi idam istemiye yargılandı
- 517 kişiye idam cezası verildi
- İdamların 50’si infaz edildi
- 1 milyon 683 bin kişi ‘fiş’lendi
- 230 bin kişi yargılandı
- 14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarıldı
- 30 bin kişi siyasi mülteci olarak yurtdışına gitti
- 300 kişi ‘kuşkulu bir şekilde’ öldü
- 171 kişinin işkenceden öldüğü belgelerle kanıtlandı
- 14 kişi cezaevindeki uygulamaları protesto etmek için yaptıkları açlık grevi sonucu yaşamını yitirdi
- 30 bin kişi ‘sakıncalı’ oldukları gerekçesiyle işten atıldı
- 937 film ‘sakıncalı’ bulunduğu için yasaklandı
- İstanbul’da gazeteler toplam 300 gün yayımlanmadı
- 31 gazeteci cezaevine konuldu
- 49 ton gazete, dergi ve kitap, ‘sakıncalı’ olduğu için imha edildi
Bir de ‘özneleri’ ve onların yakınları için acı olan bu tabloya dahil olmalarına rağmen istatistikler de yer almayanlar var. 21 Kasım 1980’de İstanbul’da gözaltına alınan ve ‘kaybolan’ Hayrettin Eren onlardan biri. 12 Eylül darbesinin ‘sonuçlarını’ ortaya koyan kayıtlarda adı geçmeyen ancak yıllardır başta Cumartesi Anneleri olmak üzere hak arayanların, insan hakları savunucularının dilinde olan bir isim.
Gazeteci erkek kardeşi Faruk Eren (üstte), 12 Eylül’e giden süreci şöyle anlatıyor: “1960’larda güçlü olan sol hareket, 12 Mart 1971’deki muhtırayla kanlı bir şekilde bastırıldı. Ancak solu bastırmak için atılan bu adım ters tepti ve sol hareket yeniden güçlendi. DİSK başta olmak üzere emekçiler güçlendi. Bu da birilerini rahatsız etti.”
1977’deki kanlı 1 Mayıs’ı, Maraş ve Çorum’da yaşananları, kahvehanelerin tarandığını anımsatan Eren, “MHP’liler üzerinden yapılıyordu bunlar; solcular da silahlandı” diyor.
İki de ablası olan Eren, darbenin yapıldığı 12 Eylül Cuma Günü, annesinin aileyi uyandırdığını söylüyor. Sonrasında anlattıkları ise o süreçte ‘çalınan yaşamlar’ ve yaşanan acıların en yürek burkan örneklerinden biri.
1954 doğumlu Hayrettin Eren lise yıllarından itibaren siyasetin içinde olan bir isim. Sırasıyla Dev-Genç, Devrimci Yol ve Dev-Sol’un safında siyaset yapan Eren, zamanla Hasköy, Haliç, Balat’ı kapsayan bölgenin politik liderlerinden biri haline geldi. Hasköy’de oturan Eren ailesi, Yabancı Diller Yüksek Okulu mezunu Hayrettin Eren darbe öncesinde ‘aranmaya’ başlayınca polis baskınlarından kurtulmak için Avcılar’a taşındı. Eve iki-üç günde bir uğrayan Eren, Kasım 1980’de uğramaz olunca ailesi endişelendi.
Arkadaşına, buluşmak için bıraktığı not yakalattı
Faruk Eren ve küçük ablası, kasım ayının sonunda Hayrettin Eren’in 21 Kasım’da Saraçhane’deki Haşim İşcan Geçidi’nde polise yakalandığını öğrendi. Arkadaşlarının anlattığına göre buluşmak istediği bir arkadaşının evine not bıraktı. O eve baskın yapan polis notu bulup arkadaşını gözaltına aldı. Buluşma yeri olan geçitte karakol kurup Hayrettin Eren’i de gözaltına aldı. Eren’in oraya gittiği Murat 124’ü emniyete götürdü.
İki kardeş, “Annemlere bir süre söylemesek daha mı iyi olur? Aslını esasını öğrenip söyleriz” diye düşünürken eve dönen babaları Kemalettin Eren olup biteni kahvehanede oğlunun bir arkadaşından öğrendiğini söyledi.
Babanın feryadı: Çocuğumu öldürecekler
Faruk Eren babasının o günkü halini şöyle anlatıyor: “Eski kuşak çoğu baba gibi otoriter; güçlü bir adamdı babam. Ama evlat işte.. yatağa uzanıp ağlamaya başladı. İçine doğmuş gibi ‘Çocuğumu öldürecekler; sağ çıkmaz’ diyordu.“
Anne Elmas Eren (üstte), oğlundan haber almak için izini sürerken Karagümrük Karakolu’na götürüldüğünü öğrendi. Koşup gittiğinde karakol defterinde ismi vardı oğlunun. “Gayrettepe’deki Siyasi Şube’ye götürüldü burada değil” dediler; oraya koştu. Ancak, Gayrettepe’de, “Buraya gelmedi; kaydı da yok” yanıtını aldı. Bahçede aileye ait Murat 124’ü görünce oğlunun orada olduğunu düşünerek ısrar eden ve tartaklanan Elmas Eren ertesi gün Karagümrük Karakolu’na tekrar gitti. Karakol defterindeki, oğlunun gözaltına alınanlar arasında adının geçtiği sayfa yırtılmıştı!
Faruk Eren’in, “12 Eylül sonrasında İstanbul’da en çok aranan isimlerden biriydi” dediği ağabeyinin yakalanmasından sonra, o zaman 90 gün olan gözaltı süresi doldu. Günler günleri, haftalar haftaları kovaladı.
Ağabeyiyle ‘aynı yol’da yürüyen Faruk Eren kendisi de arandığı için cezaevlerine, karakollara gidemese de ailenin diğer fertlerinin arayışı sürdü.
Ablası sahte kimlikle görüş günlerinde cezaevlerine gidip aradı
“Küçük ablam iyice gözünü kararttı; sahte kimlik yaptırarak ağabeyimin hapisteki bir arkadaşının yakını gibi görüş günlerinde cezaevlerine gidip arıyordu” diyen Eren, kapıda kimlik alınmayan, ziyaretçilerin avluda bekletildiği Hasdal Cezaevi’ne ablasıyla birlikte gitti.
İkili, koğuşların avluya baktığı cezaevinde Hayrettin Eren’in yakalanmadan önce buluşmak için not bıraktığı arkadaşını gördü. Arkadaşı bir sigara yaktı ve birkaç nefes aldıktan sonra izmariti onlara doğru attı. İçinde Hayrettin Eren’in ağır işkence gördüğü, ancak ‘çözülmediği’, slogan atıp marş söylediğini yazan bir not vardı. O da diğer arkadaşları gibi Eren’in işkence sırasında öldürülmüş olabileceğini doğruluyordu.
Faruk Eren arandığı için, ‘kaybolduktan’ sonra hukuki yollara başvurarak Hayrettin Eren’i arayamayan aile, 1982’de o da yakalanıp tutuklanınca ‘resmi yolları’ denedi. Metris Cezaevi’nde yatan Faruk Eren falaka, askı, elektrik gibi ‘yöntemlerin’ kullanıldığı işkenceden geçti. Ancak onun için en önemlisi ağabeyinin akıbetiydi. Sorguda, mahkemede sürekli sordu; yanıt alamadı.
Aile, İç İşleri, Adalet Bakanlığı, hatta, “Bu Müslümanlığa sığar mı” diyerek Diyanet İşleri Başkanlığı dahil ilgili kurumlara dilekçe gönderdi; “Gözaltına alınmadı” diye yanıt geldi.
1986’da tahliye olan, üniversiteye tutuklandığı için gidemeyen Faruk Eren, 1988’de Dünya gazetesinde işe başladı.
‘Gözaltında kayıp kavramını bilinmiyordu’
Tutuklu ve Hükümlü Aileleri ile Dayanışma Derneği (TAYAD) ve İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) çoğunluğu 12 Eylül mağduru aileler tarafından kurulduğunu belirten Eren gözaltında kayıp kavramını bilmediklerini şöyle anlatıyor: “Biz Arjantin’de, Şili’de olduğunu bilirdik de Türkiye’de ‘gözaltında kayıp’ diye bir kavram bilmiyorduk. Devlet 1980 döneminde cüretkardı. ‘Oğlunuz-kızınız işkencede öldü’ diyerek cesedini veriyordu ailelere.”
Ve, 1995’te gözaltına alınıp haber alınamayan Hasan Ocak’ın ailesinin çabasının sonuç verdiğini, cenazesini aldıklarını söylüyor.
1980’lerin sonlarında kayıpların çoğalmaya başladığını, Hasan Ocak’a benzer birkaç örnek daha olunca ‘gözaltında kayıp’ kavramının yaygın bir şekilde kabul görmeye başladığını vurglayan Eren’e göre 12 Eylül sonrasında gözaltında ‘kaybolanların’ sayısı 20’ye yakın.
Savcı, ‘Meslek hayatım biter’ diyerek dava açmadı
12 Eylül’ün bir başka kurbanı Erdal Eren, darbeden hemen sonra, Aralık 1980’de asıldığında babasının çok üzüldüğünü ve iki rekat namaz kıldığını söyleyen Faruk Eren, “Biz uzun süre ağabeyimin izini bulmak için mücadele ettik. Savcının kapısını da çaldık ancak, ‘İşkence var inanıyorum ama bu davayı açarsam meslek hayatım biter’ yanıtını aldık” diyor.
Her yeni yıl başladığında darbenin üzerinden geçen yıllara bir yenisi eklenirken bir dönem Tekel’in Cibali’deki sigara fabrikasında çalışan anne Elmas Eren, mezbahada işçi olan baba Kemalettin Eren ve kardeşlerinin evlat ve kardeş hasreti de katlanıyordu.
1995’te Galatasaray’da toplanmaya başlayan ‘Cumartesi Anneleri’ne ilk yıllarda felçli kayınvalidesine baktığı için her hafta gidemeyen Elmas Eren, sonrasında oğlunun elinden düşürmediği fotoğrafıyla haykırdı ‘ölü‘ ya da ‘dirisini’ istediğini. Yeni Gündem’den söyleşi için kapısını çalan muhabirlere, “Çiçeklerle donatacağım bir mezarı olsun istiyorum” diyen Anne Eren, dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan’la buluştuğunda ise “Bir tek kemiğine razıyım” dedi.
Babasının öldüğü 2012’ye kadar seçmen kağıdı yollandı
Hayrettin Eren’in kaybının ve akıbetinin netlik kazanmamasının tüm ailede yarattığı çöküntüye bir de devletin her seçim öncesinde seçmen kağıdı göndermesi, “Hayrettin Eren’in nüfus kağıdı eski, gelsin değiştirsin” gibi bildirimler eklendi.
2012’de babaları ölünce veraset ilamı için tüm varislerin imzası gerektiğinden gaiplik kararı çıktı. Bu karar sonrasında eve seçmen kağıdı göndermekten vazgeçen devlet, yıllarca ‘öldüğünü’ kabul etmediği, nüfustan düşürmediği yurttaşının ‘yok olduğunu’ kabul etmiş oldu.
Elmas Eren, üç hafta önce oğlunun mezarını çiçeklerle donatma dileği gerçek olmadan hayata gözlerini yumdu. Faruk Eren’in deyişiyle ‘gözü açık’ giden annesi toplum içinde sesini yükselterek, babası içinde yaşadı oğlunun acısı.
“Ağabeyim yaşasın isterdim. Yargılanabilirdi; tutuklanabilirdi ama bu şekilde kaybetmek çok üzücü” diyen ve 39 yıl sonra onu hala rüyasında gördüğünü anlatan Faruk Eren ise ‘Kayıp Bir Devrimin Hikayesi’ adlı kitapta döktü içini.
Cumartesi Anneleri’nin 700’üncü haftadaki ‘polis müdahalesi’ sonrasında Galatasaray’da toplanamadığını, bu nedenle İHD İstanbul Şubesi önünde açıklama yaptıklarını anımsatan Eren, şahit olduğu bu trajediye rağmen umutsuzluğa kapılmadığının altını çiziyor. 16 yaşında bir kızı olan Eren, “Bugünkü hukuk sistemi 12 Eylül döneminden bile kötü ancak umut olmadan yaşanmaz” diyerek mücadeleye devam edeceklerini vurguluyor.
1978 kuşağının okuyan-yazan, ülke meselelerine kafa yoran temsilcileri arasından ölenler; yaşayanlar arasından hapiste oldukları, çıkınca ‘sakıncalı görüldükleri’ için önlerine engel çıkanlar, öğretmen, doktor, siyasetçi olarak bu ülkeye hizmet edebilirdi.
Hayrettin Eren de onlardan biriydi. Annesinin istediği gibi bir mezarı olmayabilir ancak onu her yıl anan ve kuşaktan kuşağa anlatarak adını yaşatan ailesi, arkadaşları ve insan hakları savunucuları var. Ve, Faruk Eren’in kararlılığına bakılırsa olmaya da devam edecek.