STELYO BERBERAKİS
NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, geçen hafta Türkiye ve Yunanistan’ın NATO’daki daimi temsilcilerine Doğu Akdeniz’deki gerginliğin önlenmesini amaçlayan bir dizi öneride bulunarak bir hafta içinde yanıt ya da karşı önerilerin sunulmasını istedi; ardından da ‘iki ülkenin üst düzey temsilcileriyle yaptığı görüşmeden sonra Türk/Yunan diyalogunun başlatıldığını’ açıkladı.
Atina, jet hızıyla NATO şefinin açıklamasını yalanladı.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da aynı jet hızıyla Atina’yı ‘yalan söylemek’le suçladı.
Yunanistan Dışişleri Bakanlığı yetkililerine Stoltenberg’in açıklamasının niçin yalanladığını sorduğumuzda şu yanıtı aldık: “Stoltenberg bu açıklamayı yapmadan önce belli ki Yunan dışişleri bakanını ima ederek üst düzey olarak tanımladığı kimseyi aramadı ve görüşünü almadı. Türk-Yunan diyaloğunun başlatıldığını açıklamasını doğru bulmadık. Stoltenberg’in NATO genel sekreteri olarak Türkiye ile Yunanistan arasında siyasi bir diyalogu başlatma yetkisi yok. NATO’daki Türk ve Yunan daimi temsilcilerine sunulan bir sayfalık öneri, Doğu Akdeniz’de yan yana dolaşan Türk ve Yunan donanmaları arasında, olası bir hata sonucunda istenmeyen bir kazayı önlemeyi ve gerginliği azaltmayı öngören askeri içerikli öneriler. Kısacası Atina, Stoltenberg’in daimi temsilcilere bir dizi önerilerde bulunduğunu değil; Türk-Yunan siyasi diyaloğunun başladığını ilan etmesini yalanlamıştır.”
Stoltenberg, Atina’nın bu tepkisinden sonra, yeni bir açıklama yaparak ‘daimi temsilcilere sunduğu önerilerinin tamamen olası bir kazanın önlenmesini öngören askeri önlemleri içerdiğini ve hiçbir durumda Almanya’nın üstlendiği Türk-Yunan siyasi diyaloğunu başlatma uğraşılarıyla ilgisi olmadığını’ belirtmek zorunda kaldı.
Buna rağmen tarafların, Stoltenberg’in önerilerini inceledikten sonra bir hafta içinde yanıt vermesi bekleniyor.
NATO genel sekreterinin öncülüğü bile Doğu Akdeniz’deki gerginliğin ne denli bıçak sırtında bulunduğu gösteriyor.
Türkiye’de yapılan açıklamalarda, Yunanistan, ‘diyalog masasına oturmayı reddetmek’le suçlanırken; Yunanistan’da yapılan açıklamalarda ‘asıl diyalog istemeyen tarafın Türkiye olduğu’ gerekçesi Oruç Reis gemisini bölgede bulundurmakta ısrar etmesine dayandırılıyor.
Hukukçular ne diyor?
Türkiye ve Yunanistan’ın tezlerine mesafeli yaklaşan uluslararası hukukçular, ‘Doğu Akdeniz’de süregelen uzatmalı gerginliğin temelinde ne gerek Türkiye gerekse Yunanistan’ın kendi kıta sahanlığını resmen ve hukuken ilan etmemesinden kaynaklandığına’ dikkat çekiyor: “Asıl sorun, Türkiye’nin kendisine göre gördüğü kıta sahanlığı ile Yunanistan’ın kendisine göre gördüğü kıta sahanlığının birbiriyle çakışması. Her iki ülke de aynı deniz bölgelerinde aynı hak talebinde bulunuyor. Durum böyle olunca Türkiye ile Yunanistan, resmen ve hukuken ilan etmediği ya da ilan etmekten kaçındığı bu deniz bölgesindeki kıta sahanlığı ve deniz yetki alanını belirlemek için müzakere masasına oturmalı; deniz hukuku da bunu öngörüyor ve müzakerelerden sonuç alınamazsa tarafların uluslararası hukuk mahkemelerine başvurmalarını öneriyor.”
Masaya neden oturulamıyor?
Ne var ki gerek Türkiye gerek Yunanistan resmi açıklamalarında ‘müzakere /diyalog masasına oturmayı arzu ettiğini’ dile getirdiği halde bunu bugüne dek bir türlü gerçekleştiremedi. Bu da taraflar arasındaki güvensizliği gösteriyor.
Türkiye’yi ‘askeri güç kullanmak’la suçlayan Yunanistan, kendi kıta sahanlığı içinde bulunduğunu varsaydığı “Oruç Reis ve beraberindeki savaş gemileri bölgeden uzaklaşırsa müzakere masasına otururuz” şartını koşuyor.
Yunanistan’ı ‘bölgeye donanmasını göndermek’le suçlayan Türkiye ise ‘Oruç Reis ve buna eşlik eden savaş gemilerinin kendi kıta sahanlığı olarak varsaydığı bölgede araştırma ve seyretme hakkına sahip olduğunu’ savunuyor ve ‘müzakere masasına önkoşulsuz ve her an oturmaya hazır olduğunu’ bildiriyor.
Yunanistan ve Türkiye kendi koşullarında ısrar ederse müzakere masasına oturulamayacağı ortada.
Bunun yerine karşılıklı olarak gerçekleştirilen çok taraflı askeri tatbikatların -olası bir kaza olmadıkça- karşılıklı ‘gözdağı vermekten ve gerginliği daha da tehlikeli bir biçimde tırmandırmak’tan başka bir sonuç getirmediği anlaşılıyor.
Ancak her iki taraf da ‘savaş istemediğine’ göre tüm ümitler yine Almanya ya da ABD gibi üçüncü ülkelerin devreye girmesine kalıyor.